Erdoganomics 2 - Tanımlanan
Erdoganomics başlığı altında toplanarak verilmeye çalışılmıştır. Ancak, iktidar çevrelerinin sahip oldukları her türlü olanağa rağmen, bu yöndeki entelektüel çabalar günlük gazete köşelerinde yazılan yazılardan öteye gidememiştir.
Zaman zaman uluslararası basında da yer almış olan Erdoganomics, daha çok faiz ve enflasyon arasındaki ilişki konusundaki “unortodoks” yaklaşımı ile dikkat çekmiştir. Buna göre, ortodoks iktisadın kabul ettiği gibi enflasyonun faizleri değil, aksine faizlerin enflasyonu belirlediği iddia edilmektedir. Başka bir deyişle iktidar çevreleri, Erdoganomics kavramına faiz ve para politikasındaki görüşlerin ötesinde farklı anlamlar ve fonksiyonlar yüklemeye çalışmaktadırlar.
İktidar çevrelerince Erdoganomics’in “ne olduğuna" cevap aranırken, daha çok “ne olmadığı” üzerinde durulmakta; zıt yönde bir tutumla kavramın niteliği ortaya konulmaya ve/veya tanımı yapılmaya çalışılmaktadır. Erdoganomics tartışmalarının bir başka özelliği ise, uluslararası kamuoyunda ortaya atılan benzer kavram ve terminolojilerle “analoji” yapılma yoluna girilmesidir. Ancak böyle analojiler son derecede yüzeysel olup, analojisi yapılan olayların ortaya çıktığı kendine özgü koşulları göz ardı etmekte; kendisini onlar ile ortak bir bütün içerisinde konumlandırmaktadır.
Bazen bu analoji, Japonya’nın uzun süredir devam eden yapısal ekonomik sorunlarına çare olmayı amaçlayan Abenomics ile, bazen de 2000’li yılların başından beri Brezilya’daki yoksulluk ve gelir eşitsizlikleri ile baş etmeye çalışan ve bu sebeple popülist uygulamalara başvurmakta bir beis görmeyen Lulanomics ile yapılmaktadır. Hatta bazen de bu analoji yerine, çok farklı ekonomik ve toplumsal koşulların ürünü olan ve 1980’lerin neoliberalizminin temellerini oluşturan Reaganomics örneğinde olduğu gibi zıtlıklar dikkate alınmaktadır. Ancak tüm bunlar yapılırken, iktidar çevrelerinin kavramlar hakkındaki kafa karışıklıkları elbette Erdoganomics ‘in ex ante tanımında çelişkilere ve bir dizi tutarsızlıklara neden olmaktadır.
~*~
Yukarıda anlatılanların ışığında, iktidar çevrelerinin Erdoganomics ’e atfetmeye çalıştıkları temel özellikleri şu birkaç noktada toplayabiliriz. Birincisi, Erdoganomics olarak tanımlanan politikalar yüksek büyüme arzusunu içermektedir. İktidar çevreleri büyüme konusunu tartışırken, IMF’in kurumsal ve mali desteği olmadan, 2010-2015 döneminde elde edilen %7,3’lük büyümeye büyük önem atfetmekte ve elde edilen bu büyümeyi Erdoganomics için bir başarı göstergesi olarak görmektedirler. Ancak bu büyümenin yarattığı özgüven ile yüksek büyümeyi sağlamada temel etken olan uluslararası likiditeye elverişli erişim koşullarının bunda oynadığı rolü göz ardı etmeleri dikkat çekicidir.
Elbette mali açıdan ucuz ve bol finansal kaynakların bulunduğu bir dönemde, büyümenin yol açması muhtemel herhangi bir makro iktisadi dengesizliği ve/veya maliyeti göz ardı etmek, en azından çok fazla ağırlık vermemek mümkündür. Bu şekilde büyümeye çalışmak, 1970’li ve 1990’lı yıllarda, ülkemizde ve Latin Amerika’da geçerli olan popülist ekonomik politikaları akla getirmektedir. Mali kaynak miktar ve maliyetleri elverdiği müddetçe, 2000’li yıllarda bu benzerliği Lula ’nın Brezilya’sında ve en uç uygulamalarını ise Chávez ’in Venezuella'sında görmek mümkündür. Ancak her ikisinde de, bu politikalara gerekçe oluşturan ortak amaç yaygın yoksulluk ve gelir adaletsizlikleriyle mücadeledir ve diğer ekonomik politikalar da bu amaçlar etrafında inşa edilmiştir.
Yüksek büyüme hırsının olumsuzlukları maalesef bugün Türkiye açısından daha da belirgin bir hale geldi. Önceleri kapsayıcılık bakımından iyi bir performans gösterirken, son yıllardaki gerçekleşme şekli ile bu büyümenin nimetleri toplumun tüm kesimleri arasında adil bir paylaşıma olanak tanımamaktadır. Bu durum daha çok büyümenin elde edilmeye çalışıldığı iktisadi faaliyetlerin niteliği ile ilgilidir Bu faaliyet alanları Erdoganomics üzerinden sadece büyümeyi değil, aynı zamanda alternatif bir sermaye birikim süreci oluşturmayı amaçlamaktadır. Bir kere amaç doğrudan böyle tanımlanınca, bekleneceği gibi büyümenin nimetlerinin de alternatif sermaye birikimini sağlayacak kesimlerin yararına sunulması kaçınılmaz olur. Diğer bir deyişle, büyümenin kapsayıcılığının düşük olması veya olmaması aslında siyasi iradenin de facto olarak yaptığı tercihin bir sonucudur. Günümüz finansal piyasalarındaki değişen koşullar, artan faizler, yükselen enflasyon oranı ve azalan sermaye akımları marjinal manada büyümenin maliyetinin de artmasına yol açmış ve büyümenin kapsayıcılık sorununu ülkemiz için çok daha önemli bir noktaya getirmiştir. Dolayısıyla artık bugün büyüme oranının yüksekliği yanında, nasıl büyüdüğümüz de önemi kazanmıştır.
~*~
Erdoganomics’e iktidar çevrelerinin atfettiği ikinci özellik ise, devletçi olmaması (?), serbest piyasayı ve özel teşebbüsü destekleyen ve özel mülkiyete saygı duyan bir anlayışa sahip bulunmasıdır. En azından tanım düzeyinde 2014 ve 2015 yıllarında yazılan yazılarda bu şekilde ortaya konmaktadır. Bu, o günlerin dünyası içinde yer alan popüler değerler sisteminin kabulü anlamına da gelmektedir. Dahası bu değerler ve uluslararası rekabetçiliğe sık sık verilen referanslar nedeniyle, Erdoganomics‘in küreselleşme karşıtı olmadığını düşünebiliriz. Bugüne kadarki deneyimlerimize bakarak, aksini düşünmek de pek mümkün değildir. Zira Türkiye doğal kaynak zengini olan ve döviz sorunu olmayan bir ülke değildir. Büyüyebilmek için dış kaynağa ihtiyaç duyan ve bu kaynağı ülkeye sağlayacak yabancı sermaye çevreleriyle ilişkilerine önem vermesi gereken bir ülkedir.
Erdoganomics devletçilik anlamına gelmemekle birlikte, ülkedeki sermaye tekellerinin ekonomideki gücünü kırmak için devlet gücünün kullanılabileceği görüşündedir. Hatta bu tekellere karşı yeni sermaye gruplarının oluşumu için devletin doğrudan devreye girmesi ve devlet kaynakları üzerinden bu kesimlerin sermaye birikimi süreçlerinin desteklenmesi söz konusudur. Diğer bir deyişle devlet, piyasa mekanizmasının işleyiş şekline doğrudan müdahale yapabilir. Bu önceki özellikleriyle bir çelişki gibi görülse de, tekelci sermayenin gücünün kırılmasının toplumsal refah sağlayacağı iddia edilerek, bu çelişkilerin kamuoyu nezdinde pazarlaması yapılabilmektedir.
Her ne kadar devletin altyapı yatırımları alternatif sermaye birikim süreçleri için birincil amaç olarak düşünülse de, bunun belli kesimlere devlet bütçesinden kaynak aktarımı olarak görülmesi de mümkündür. Benzer süreçler başka şekillerde ve farklı kurumsal çerçeve içinde ülkemizde (ve belki başka ülkelerde de) II. Dünya Savaşı sonrasında uygulandı. Ancak kapalı ve son derecede müdahaleci bir kurumsal çerçeve içinde uygulanan böyle bir birikim modelinin farklı bir kurumsal çerçeve içinde 21. yüzyıl’da kullanılması dikkat çekicidir. Doğal olarak böyle bir birikim modelinde günümüz koşullarında ısrarcı olmak, ister istemez topluma birtakım maliyetler ve yükler yüklemektedir. Ayrıca son derecede basit ve katma değeri de bir o kadar düşük olan böylesi bir sermaye birikim modelini uygulamaya çalışmak ülkemizdeki girişimciliğin geldiği durumu ve onların devlete olan bağımlılıklarını göstermesi bakımından da çarpıcıdır.
Erdoganomics’te devletin ekonomiye müdahalelerini kaçınılmaz kılan bir diğer misyonu ise, KOBİ tarzı işletmeleri dünyaya açma ve onların uluslararası rekabetçiliğini arttırma arzusudur. Erdoganomics’in kırsal nüfusu büyük şehirlere mobilize ederek oluşturmak istediği yeni orta sınıfın temsilcileri olacak, bir nevi Anadolu sermayesi olarak da düşünülebilecek küçük ve orta büyüklükteki işletmeler, onun siyasi anlamda da dayandığı önemli bir sınıftır. Ancak bu grupların Erdoganomics’in sermaye birikim modelinin kapsamına giren kesimlerden farklı bazı kesimleri temsil ettiği unutulmamalıdır. Bunlar daha çok iktidar nimetlerinden belli ölçülerde yararlanabilen iktidar koalisyonunun parçası olarak düşünülebilir.
~*~
Erdoganomics’in bilinirliğini arttıran üçüncü özelliği faiz ile ilgili görüşlerinden oluşmaktadır. Hatta bu açıdan Erdoganomics’i, sadece faiz ve enflasyon arasındaki ilişkinin yönü konusunda kamuoyunda yarattığı tartışmalara indirgemek bile mümkündür. Bu konudaki görüşlerin iki ayağı olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır. Bunlardan ilki, Türkiye’nin 2001 öncesinin koşullarında ortaya çıkan kamu kesiminin yüksek borçlanma gereksiniminin sonucu olan yüksek faiz pratiklerine ve o günlerin bütçe anlayışına karşı olunan tutumlarla ilgilidir. AKP bu politikalara alternatif olarak “denk bütçe” uygulamasını çözüm olarak gören düşünceleri benimsemiştir. Bu amacın ne ölçüde yerine getirildiğini ortaya koymak oldukça zor olmakla birlikte, bununla AKP iktidarının uluslararası sermayenin hassasiyetlerini gözettiği düşünülebilir.
Kanımca, yirmi yıla yaklaşan AKP iktidarının en belirgin özelliklerinden biri birtakım kamu harcaması kalemlerini bütçe dışına çıkarmakta gösterdiği başarıdır. Bu şekilde geçmişte kamunun bütçe kalemleri arasında yer alan bazı harcama kalemleri bütçe dışına çıkartılarak, meclis denetimi dışında başka kaynaklardan finanse edilir hale getirilmiştir. TOKİ uygulaması ile birlikte Kamu-Özel İşbirliği projeleri bu şekilde bütçe dışı yatırım harcamalarının finansman kaynaklarını teşkil etmiştir. Bu tarz finansman modellerinin kısa dönemde bütçe üzerinde rahatlatıcı bir etki yaratacakları açıktır. Ancak uluslararası kamuoyunun bu tarz modellerin sürdürülebilirliğinin kıstlarını görememeleri veya görmek istememeleri bu yazı dışında başka değerlendirmelere konu olacak niteliktedir. Kısa dönemde bütçe performanslarını olumlu etkileyen bu durumun, uzun dönemde sürdürülebilmesi mümkün olmayınca bütçe üzerinde yaratacağı baskılar da bu modelin en zayıf noktasını oluşturmaktadır.
Yüksek faizi kamunun aşırı fon kullanımının bir sonucu olarak gören o eski anlayış, özel kesimin de aşırı mali kaynak kullanım arzusu içinde olabileceğini göz ardı etmiştir. Özellikle bu kesimin döviz cinsinden kaynak kullanma arzusunun faizler ve döviz kuru üzerinde yaratabileceği etkiler dikkate alınmamıştır. Aslında 2010-2015 arasındaki dönemde böyle bir ihmalin mazur görülebileceği koşullar uluslararası piyasalarda mevcuttur. Likidite düzeyi yüksek ve maliyeti düşüktür; dahası ulaşılabilirdir. Böyle bir ortamda düşük faiz ve kur gibi temel fiyatları sabit kabul etmesek bile, aşırı oynaklık göstermeyeceklerini kolayca varsayabiliriz. Kaynak kullanımında meydana gelen bu sektörel değişim Erdogonamics savunucuları tarafında büyük ölçüde ihmal edilmiş veya o günlerin ortamında önemsenmemiştir.
Faiz-enflasyon arasındaki ilişkinin yönü konusundaki görüşler Erdoganomics ‘in ikinci önemli ayağını oluşturmaktadır. İktidar çevrelerinin tanımlamalarına göre, yüksek faiz enflasyonun çaresi olarak görülemez. Bunun yerine, yüksek faizin enflasyonun sebebi olduğu kabul edilir ve bu iki temel fiyat arasındaki nedensellik ilişkisi faizlerden enflasyona doğru kurulur. Bu görüş hem ülkemizde, hem de uluslararası camiada ilgiyle karşılanmış ve bugün bile iktidar çevrelerinin savunduğu bir görüş olarak kayda geçmiştir. Ancak bugün karşı karşıya kaldığımız yüksek enflasyon sorunuyla mücadele etmeye görevli kıldığımız ve tamamıyla siyasilerin kontrolü altına girmiş olan Merkez Bankası’nın bu görüş doğrultusunda bir faiz politikası izlemekten ısrarla uzak durması ve faizleri düşürmemesi de kamuoyunda kafa karışıklıklarına neden olmaktadır.
~*~
Erdoganomics ‘in bir diğer unsuru ise gelir dağılımındaki iyileşmeye ve yoksullukla mücadeleye vermiş olduğu önemdir. Zaten AKP’nin iktidara gelirken vadettiği 3Y (Yolsuzluk, Yoksulluk ve Yasaklar) arasında da yoksullukla mücadeleye yer verilmişti. 2001 krizi gibi büyük bir sarsıntının ardından bozulan gelir dengelerini sağlayabilmek için böyle bir amacın, o günkü koşullar altında gündeme getirilmesi yerindeydi. Ayrıca krizden çıkış için başvurulan IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların yeni nesil politika reçeteleri (ki Post-Washington Uzlaşması olarak adlandırılır), böyle bir mücadeleye yönelik politika önerilerini de içermekteydi. Dahası bu politikaların uygulanması için mali kaynak da verilmekteydi. Siyasetin olmasa bile, uluslararası kurumların ülkemizdeki gelir eşitsizlikleri ve yoksulluk gibi sorunlarla mücadele gündemi mevcuttu.
AKP bakımından yoksullukla mücadele hiçbir zaman faiz-enflasyon ilişkisindeki görüşler kadar belirleyici olmadı. Ne Brezilya’da Lulanomics ’deki gibi bir netlikte ortaya kondu, ne de Chávez yönetimindeki Venezuela’daki gibi “sıra dışı” uygulamalarla mücadele edilen bir amaç oldu. Gelir dağılımındaki en çarpıcı iyileşmelerin AKP’nin iktidara geldiği ilk dönemde gerçekleşmiş olması ve bu dönemdeki uygulamaların da Profesör Ertem’in ifadesiyle ortodoks karakteri nedeniyle doğrudan Erdoganomics ’e atfedilebilmesi mümkün değildir. Zaten bu konuda yapılan ampirik çalışmalar da, bu iyileşmeyle o dönemdeki makroiktisadi istikrar arasında güçlü bir ilişkinin bulunduğuna işaret etmektedir.
~*~
İktidar çevrelerinin ifadelerine dayanarak kaleme aldığımız bu ve bundan önceki yazılarla Erdoganomics olarak nitelenebilecek bir iktisadi modelin ülkemizde var olup olmadığını anlamaya çalıştık. Tanımlanan modelin kendi içinde ne kadar tutarlı, uygulamaların kendi amaçlarıyla ne kadar uyumlu olduğunu şimdilik bir tarafa bırakalım; geçtiğimiz yirmi yıla varan sürede girişilen iktisadi uygulamalar ülkemizde kaçınılmaz olarak bazı istenmeyen sonuçlar üretmiş ve izler bırakmıştır. Bugün içinde bulunduğumuz durumun ortaya çıkma nedenlerini açıklamak bile yapılan uygulamaların sistematik bir şekilde ele alınmasını gerekli kılmaktadır. Burada konu AKP’nin ekonomik olarak neler yapmaya çalıştığı değil, bu yapılanların doğurduğu sonuçlar itibariyle bir bütünün yararına mı, yoksa kendi iktidarının sürekliliğini sağlayacak birtakım kesimlerin lehine mi olduğudur. Bu konuyu, pratikte karşılaştığımız Erdoganomics modelini sonuçları ile birlikte ele aldığımız bir sonraki yazıda tartışacağız.