Erdoğan’ın Suriyeli göçmenleri ve Almanya’nın Türk göçmenleri: Bir gerçeklik testi

Abone Ol
AKP Türkiye’sinin mayın döşeli sorunlarından en çok tartışılanı kuşkusuz Suriye’den akın akın sınırları geçerek ülkeye gelenler. Erdoğan’ın başbakanlık döneminde Suriye’deki iç savaşa müdahil olma aracı haline gelen, zamanla artan insan hakları ve ifade özgürlüğü sorunlarıyla bozulan AB ile ilişkileri sürdürmekte kaldıraç olarak kullanılan Suriyeliler, şimdilerde vatandaşlık hakkı verilerek oyları ekonomik krizle eriyen AKP’ye can simidi olabilecek şekle dönüşmekte. İşin vicdani ve hukuksal yanı ırkçı bakış açısını tartışma dışı bırakmayı gerektiriyor. Pratikteyse başkanlık sistemine geçişle artan şiddette içinde boğulduğumuz ekonomik krizde küçülen ekmeğin paylaşımından doğan sürtüşmeleri yaşıyoruz. Sosyal, kültürel, eğitimsel ve hatta dinsel farklılıklar ise 2013’ten bu yana artan toplumsal huzursuzluklar eşliğinde Türkiye vatandaşlara yeni bir uzlaşmazlık alanı yaratıyor. Sayıları 4,5 milyon ile 7,0 milyon arasında ifade edilen, adına sığınmacı, göçmen veya mülteci tanımlarından hangisinin uygun olduğunu bile kestiremediğimiz bu “yabancılar” nedeniyle ortaya çıkan çok katmanlı sorunların en temel nedeni dünyanın hiçbir ülkesinde görülmediği şekliyle AKP Türkiye’sinin bir göç kabul standardı olmayışı. 84 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti’ne yerleşen bu yabancılar grubunun yarattığı ekonomik ve sosyal yüklerin çözümüne yönelik politikalar olmayışı kadar, bu grubun giderek zayıflayan Türkiye ekonomisine nasıl bir fayda sağladığına yönelik güvenilir bir resmi çalışma da yok elde. 2023 seçimleri yaklaştıkça halkın rahatsızlığı üzerinden ucuz ve dışlayıcı seçim malzemesine dönüştüklerini, hatta varlığını sadece bu grubun yarattığı tartışmalardan nemalanmak üzerine inşa etmeyi politika yapmakla eşitleyen partilerin ortaya çıkışını izlediğimiz bir süreçteyiz. AKP hükümetinde sorumluluk sahibi bazı bakanların ağzından ucuz ve kayıtsız işgücü olarak iş dünyasına bir avantaj gibi sunulmaları, sokaklarda gördüğümünüz sahipsiz, eğitimsiz ve geleceksiz çocukların halleri dehşet verici. Türkiye ekonomisinin, sosyal dokusunun hasar almadan bu büyük göç dalgasını yönetemeyeceği tartışmaları ekseninde sayılarını bilmediğimiz, bize açıklanmayan, kaydının tutulup tutulmadığından bile emin olamadığımız Suriyeli göçmenlerin bir kısmının ülkelerine “insani şartlarda” geri gönderileceklerini dinliyoruz.  Suriye’de iç savaşın bitmesi, kalıcı olduğu görülen Esad rejimi ile Türkiye arasında bir diyalog zemini yakalamaya çalışmak bu insani şartların oluşması için ilk gereklilikler arasında elbette. Fakat, başka ülkelerin tecrübeleri Suriyeli kalabalık “yabancılar” grubunun önemli sayıda bir kısmının Türkiye’de kalıcı olacağını anlatıyor. Halbuki, bu insanların kimler olduğunu, nasıl bir ortalama ekonomik ve sosyal profile sahip olduklarını, sayısı milyonlara ulaşan bu grubun kendi içinde oluşturdukları farklı kimliklerini, alt yapılarını, ne şartlarda, nasıl bir gelecek beklentisiyle Türkiye’de olduklarını bilmiyoruz. Hangi şehirlerde hangi mahallelerde kaç kişi olduklarını, ne iş yaparak geçimlerini sağladıklarını, çocuklarını hangi okullara yolladıkları hakkında hiçbir fikrimiz yok. Dolayısıyla nasıl bir entegrasyon politikası üretilmesi, nasıl bir eğitim ve ekonomik kazanım politikası uygulanması gerektiği hakkında da fikir sahibi olamıyoruz. O zaman dönüp dünya örneklerine bakmaya ihtiyaç var. Almanya örneği-Sistematik davet ve bugünkü Türk diasporasının entegrasyon seviyesi 2.Dünya Savaşı ardından hızla toparlanan Batı Almanya ekonomisinde endüstriyel üretimi güçlendirmenin yolu ülkenin kendisi için sağlayabileceğinden çok daha büyük bir işgücü elde etmekti. Batı Alman hükümeti, Akdeniz etrafındaki ülkelerden “göçmen” değil “misafir işçiler davet etti. Bu çerçevede İtalya (1955), İspanya (1960), Yunanistan (1960), Türkiye (1961 ve 1964), Fas (1963), Portekiz (1964), Tunus (1965) ve Yugoslavya (1968) ile iş daveti anlaşmaları imzalandı. Almanya bu ülkelerin hepsinde işe alım ve istihdam merkezleri kurdu; başta sadece bir yıllık verilen çalışma izinleri zamanla sınırsız süreye dönüştü, oturma ve vatandaşlık izinlerine kadar genişledi. Sosyolog Barbara Freyer Stowasser’ın notlarına göre 1965'ten 1990'a kadar Türk işçi sayısındaki artış ve kalıcı oluşları dikkat çekici: "Türk işçiler söz konusu olduğunda, yüksek işe alım oranı ve Almanya'da kalma eğilimlerinin iki faktörü, Alman işgücündeki Türklerin 1965'te %11'den 1973'te %23'e, 1980'de %29'a ve 1990'da %34'e yükselmesine neden oldu. Buna karşılık, örneğin İtalyanlar 1965'te %31'i temsil ederken, 1990'da sadece %10'u temsil ediyordu." Türkiye İş Kurumu'na göre, 1968 yılında aile birleşimi sonucunda Batı'ya göç edenlerin %78'i 25-39 yaş grubu civarındaydı. Aradan geçen 60 yılda bugün Almanya’nın 83,2 milyonluk nüfusu içinde 2,8 milyon Türkiye kökenli yaşıyor. Bunun 1,4 milyonu Alman, 1,4 milyonu Türk vatandaşı. Etnik köken, dil, inanç, cinsiyet veya yaş farklılıklarına rağmen, Almanya’da yaşayan Türkler çeşitli derecelerde entegrasyon süreçlerine tabi tutuldular ve böylece kademeli olarak kabul gördüler.  Bugün, ikinci, üçüncü ve hatta dördüncü nesil göçmenler, Almanya'nın kozmopolit çok kültürlü yapısına katkıda bulunan benzersiz bir göç profilini temsil ediyor. Türkiye'den Almanya'ya yapılan bu göçlerin bir sonucu olarak, sadece ulus ötesi bir toplumun ortaya çıkışı değil, aynı zamanda Alman kültürü ve toplumu ile etkileşimleriyle ortaya çıkan birleşimleri de değerlendirmek mümkün. Fakat aradan geçen 60 yılda 83 milyonluk Almanya nüfusunun sadece 2,8 milyonunu Türklerin oluşturmasına rağmen, entegrasyonun seviyesi halen bir tartışma konusu. Bir ulus-devlet olarak kurulan Almanya’da başka bir etnik kökenden gelen bir grubun varlığı Almanların kafasını halen karıştırmakta. Alman hükümeti entegrasyonu şöyle tanımlıyor: "Entegrasyon uzun vadeli bir süreçtir. Amacı, Almanya'da yaşayan herkesi kalıcı ve yasal bir temelde topluma dahil etmektir. Göçmenler, toplumun tüm alanlarına eşit bir konumda tam olarak katılma fırsatına sahip olmalıdır. Onların sorumluluğu Almanca öğrenmek, anayasaya ve yasalarına saygı duymak ve bunlara uymaktır." Berlin Nüfus ve Kalkınma Enstitüsü’nün geliştirdiği entegrasyon seviyesinin ölçülmesinde kullanılan 20 gösterge var: ikisi göçmenler ve yerliler arasındaki asimilasyonla ilgili, dördü eğitimi, yedisi çalışma hayatına katılımı, ikisi mali durumu ve beş dinamik gösterge, farklı göç nesilleri arasındaki gelişmeleri ölçmeye çalışıyor. Bu kriterler “1” ile temsil edilen "başarısız entegrasyon"dan “8” ile temsil edilen "başarılı entegrasyon"a kadar bir ölçekte değerlendirilmekte. Böyle bir endeksle, entegrasyonun arka planlarını veya nedenleri kadar aradan geçen 60 yılda mevcut durumu da açıklığa kavuşturmak mümkün hale geliyor. Bu endeks değerini yükseltebilmek için sosyal, ekonomik ve eğitimle bağlantılı etkili politikalar oluşturmayı mümkün hale getiriyor. “Asimilasyon”, göçmenler ve yerliler arasındaki kültürel yakınlaşmayı tanımlamakta. Mutlak gerekli değil, ancak süreci çok daha kolay hale getiriyor. İlk gösterge, Türklerin Almanya ile özdeşleşmeyi ve bütünleşmeye istekli olduklarını gösteren Alman vatandaşlığına sahip kişilerin payı. Bu aynı zamanda yasal eşitliğin de ön koşulu. İkinci gösterge iki kültürlü evliliklerle ilgili; etnik ve kültürel sınırların ötesindeki aile temelleri, yakınlaşmanın çok güçlü işaretleri. İyi eğitim, oldukça gelişmiş ve sanayileşmiş Almanya için, toplumsal tanınmanın, finansal bağımsızlığın ve işin kalitesinin ön koşulu. Gelir miktarı ve toplumsal bağlılık, eğitim düzeyi ile güçlü bir şekilde ilişkili. Üçüncü gösterge, herhangi bir eğitim niteliği olmayan insan sayısıyla ilgili. Dördüncüsü, üniversitede okumak için ön koşul olan lisenin en yüksek sınıflarının öğrencilerini yansıtmakta. Bu öğrencilerin iyi ücretli ve saygın meslekleri seçmek için en iyi fırsatlara sahip olmaları nedeniyle bu grubun potansiyelini yansıtmakta. Üniversiteye giriş şartını almayı başaran insanlar beşinci göstergeyle tasvir edilmekte çünkü Türkler giriş şartına sahiplerse, Alman eğitim sisteminde ve dolayısıyla Alman toplumunda da yollarını bulabildikleri anlaşılıyor. Mezun olan kişilerin miktarı altıncı gösterge ile ölçülmekte. Mezun bir kişi genellikle normal eğitimli olanlardan daha açık fikirli, yenilikçi ve sosyal olarak aktif. Dahası, çoğu zaman tüm göçmen grubunun imajını olumlu yönde etkiler ve bu da entegrasyonu kolaylaştırır. Bir göçmenin çalışma hayatındaki performansı, ekonomik ve dolayısıyla toplumsal yaşama ne ölçüde katılmaya olmaya istekli olduğunu gösterir. Dahası, Alman toplumunun Türklere açıklığını gösterir, çünkü ayrımcılık göçmenler arasında büyük bir istihdam kaybının nedeni olabilir. Sonuç olarak, yedinci gösterge işsizlik oranı ile ilgili. Sekizinci gösterge, gerçekte çalışan veya iş arayan kişilerin miktarını ölçer. Dokuzuncu gösterge gençler arasındaki işsizlik oranını göstermektedir. Daha uzun süre işsiz kalırlarsa, sosyal ve ekonomik zorluklar daha hızlı artar. Onuncu gösterge, ev kadınları kotasını değerlendirmekte. Göç geçmişi olan Türk ev hanımları genellikle yerlilerle iletişim kurmakta zorluk çekerler. Serbest meslek sahibi kişilerin payı on birinci gösterge olarak tanımlanmış durumda; hem bağımsız yaşamak için sarf edilen çabayı hem de Alman bürokrasisiyle başa çıkma yeteneklerini yansıtır. On ikinci gösterge, kamu hizmetinde istihdam edilen Türklerin miktarını incelemekte. Güvenli bir gelire, sosyal hizmetlerde bir yere, dolayısıyla gelecekle ilgili umutlara ve toplumsal tanınmaya sahipliği yansıttığı varsayılır. On üçüncü gösterge doktorlar, avukatlar, polisler veya öğretmenler gibi toplumsal tanınırlığı yüksek mesleklerde çalışan Türk sayısı. Bir sonraki gösterge grubu finansal başarıyı inceler. Kendi geliri olan insanlar toplumda manevra için daha fazla alana sahip olur.  Bir gösterge, kaç göçmenin kamu otoritelerine bağlı olduğunu, yani Alman ekonomisine yük olduğunu inceler. Diğer gösterge kişisel geliri gösterir. Yüksek bir gelir, iyi bir yaşam standardının korunmasını sağlar. Aynı zamanda toplumsal tanınmanın bir kaynağı olur.  Erdoğan Türkiye’sinde göçmenlerle ilgili veri yok, politika yok, sadece tırmanan gerginlik var Bu ölçütlerin belirlendiği, bu ölçütleri değerlendirmek için veri toplandığı ve kişi başına gelirin 46 bin dolar olduğu Almanya’da yeniden vurgulamak gerekirse 83 milyon için son 60 yıldan bu yana artarak gelmesine rağmen sadece 2,8 milyon Türk ve Türk kökenli bulunmakta. Kişi başına gelirin 9 bin dolar olduğu 84 milyon nüfuslu Türkiye’nin Suriyeli nüfusu ise 4,5 milyon ile 7,0 milyon rakamları arasında belirsiz. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’sinde Suriyelilerle ilgili veri yok, plan yok, politika yok, sadece tırmanan gerginlik var doğal olarak. Bu patlamaya hazır saatli bombanın kimler tarafından ne derece kontrolsüz şekilde önümüze bırakıldığının farkında olarak, Türkiye için doğru entegrasyon politikasını üretmek ve uygulamaya koymak için zaman hızla daralıyor üstelik. Çünkü ihtiyacımız olan büyük kısmının kalıcı olma olasılığı yüksek Suriyeli nüfusu için etkili, uzun vadeli, her yaş grubunu kapsayan eğitimden başlayan bir entegrasyon politikası üretmek, buna uygun iç ve uluslararası kaynak yaratmak, toplumsal huzur için ekonomik büyüme ve kalkınma modelini Türkiye’deki nüfus kadar kalıcı olacak Suriyelileri de kapsayacak şekilde kurmak. Gerçekler ve insan olmanın gereği bize bunu anlatıyor. --- Kaynaklar:
  • Turkish immigrants in Germany and their cultural conflicts, 2006, Edgar Klüsener
  • 50 Years of Emigration from Turkey to Germany- A Success Story? , 2012, Şule Toktaş
  • The integration of the Turks into German society: Turks on their way to parallel societies or to true integration?, 2010, Moritz Orendt