21 yılda üretim yapısında kayda değer bir dönüşüm gerçekleştiremeyen AKP yönetiminde sanayi hammadde ve aramalı için ithal girdiye bağımlı. Seçim öncesi izlediğimiz üzere iç talebin de teşvik edildiği dönemde tüketim malı ithalatı da faturaya eklenmekte.
Üçüncü kez aday olduğu ve kazandığı seçim geri sayımı süresinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tüm açıklamaları düşük faiz politikasına seçimden sonra da devam edileceği yönündeydi. Seçim bitti, ne olduysa oldu ve gözümüzün önünde gerçekleşen pazarlık trafiği sonucunda Mehmet Şimşek “Türkiye’nin rasyonel politikalardan başka çaresi kalmamıştır” diyerek Hazine ve Maliye Bakanlığı koltuğuna oturdu.
Şimdi ister “Erdoğan’ın nas ekonomi politikası” ismiyle analım, ister Prof. Erişah Arıcan’ın öğrencisi Berat Albayrak politikaları diye adlandıralım, ya da son Bakan Nebati’nin kelimeleriyle dünyanın incelemeye aldığı “Yeni Ekonomi Modeli” diye isimlendirelim… Şimşek tercihi ile 2018’den bu yana uygulanan ekonomi deneyinden, Şimşek’ten çıkarımla o “irrasyonel” yani akıl dışı politikalardan 180 derece dönüşün başladığı dönemeçteyiz.
Bu süreçte enflasyon aniden %85’le (resmi) çok yüksek seviyelere taşında. Kur Korumalı Mevduat (KKM) düzenlemesi ile Türkiye Cumhuriyet tarihinin en büyük resmi servet transferi fakirden zengine doğru yapıldı. TL’yi baskılayıp seçim kazanmak üzere kurgulanan yalancı bahar döneminde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) net rezervleri eksi 75 milyar dolara düşürülerek borçlandırıldı, kurumsallığı yok edildi, güvenilirliği, sözünün etkisi sıfırlandı. Cari açık 2012 zirvesini aştı. Piyasalar kilitlendi, adı açıkça konmamış sermaye kontrolleri devreye sokuldu. Ekonomi ağırlıklı iç talebe yüklenilerek büyüdü, bireylerin borcu yükseldi ve bu sayede işsizlik oranı %10 sınırına geriletildi. Çalışanların yarısından fazlası asgari ücret ve etrafında birleşti. Mali disiplin çöpe gitti, tüm zamanların en kapsamlı popülist politikalarıyla bütçe açığı GSMH oranı %10’a yelken açtı. Erdoğan seçimi kazandı.
Erdoğan’ın seçim tüketiminden aklı selime dönmesine, Şimşek’in de başka çare kalmadı diyerek ekonomi politikasını rasyonel ya da ortodoks politikalara “dönmesinin” nedeni ekonomik verilerden bağırarak gösteriyor kendini. Bu gidişat uzun süredir böyleydi. Yazıldı, çizildi, anlatıldı yeterince. Ancak AKP seçmeninin doğrudan hayatını etkilemedi. Ne de olsa ötelenebilmekteydi.
İşte, artık o öteleyebilme gücünün bittiği sonun başlangıcındayız. Hem de önümüzde yerel seçimler var. 28 Mayıs gecesi Saray konuşmasında Erdoğan’ın İstanbul ve Ankara’yı geri almayı açık hedef gösterdiği yerel seçimler. Bu sefer yarışmada Erdoğan’ın bizzat kendisi değil, oyları bir sene içinde %46’dan %35’e büyük ölçüde ekonomik zorluklar nedeniyle erimiş AKP’nin yarışacağı yerel seçimler var.
Pazartesi açıklanan ödemeler dengesi verileri, işte bu malumun ilanı.
Türkiye ekonomisi ağırlıkla dışarıdan borç alarak finanse edilen, bu sayede büyüme elde edebilen bir ekonomi. Sorun sadece enerji ithalatı kaynaklı da değil. 21 yılda üretim yapısında kayda değer bir dönüşüm gerçekleştiremeyen AKP yönetiminde sanayi hammadde ve aramalı için ithal girdiye bağımlı. Seçim öncesi izlediğimiz üzere iç talebin de teşvik edildiği dönemde tüketim malı ithalatı da faturaya eklenmekte.
Özetle; kamu, özel sektör firmaları ve bankalar dışarıdan borç bulabildiği, sıcak para denen sermaye girişlerinin hisse senedi ve tahvil piyasalarına girişinin devam ettiği, istihdam yaratan doğrudan yatırımların çekecek bir cazibeye sahip olduğu ölçüde Türkiye ekonomisi büyüyebilmekte.
İhracat, ithalat ve net turizm gelirleri ile kabaca özetleyebileceğimiz bir senelik döviz dengesi (cari denge) Türkiye ekonomisi için kriz dönemleri hariç genellikle ekside. İşlerin yanlış yönetilmeye başladığı süreçlerde cari açık genişlemekte. Finanse edilebildiği ölçüde cari açık yaratıldığını veri olarak alınca da eğer dış kaynak girişleri ve rezervleriniz kuruduysa Türkiye ekonomisinin perhiz dönemine mecburen girdiğini söyleyebiliriz. 1970’lerden bu yana yaşanan tüm kur krizlerinin gösterdiği ekonomik gerçek bu.
Bunun ekonomik tanımlaması, döviz yoksa ekonomide sert daralma dönemleri demek. Son nisan verisine bakalım:
- Nisan 2023’te cari açık seviyesi aylık 5,4 milyar dolar.
- İlk dört ayda birikimli açık geçen yılın eş dönemindeki 20,3 milyar dolardan YEM şahikası sayesinde 30 milyar dolara çıkmış durumda.
- 2021 sonunda 7,2 milyar dolar olan cari açık 2022 sonunda 48,4 milyar dolara, Nisan 2023 itibarıyla 12 aylık hesaplamaya göre de 57,8 milyar dolara fırladı.
İlk dört aya dönersek, oluşan 30 milyar dolarlık cari açığın finansmanında sağlanan doğrudan yatırım miktarı 1,9 milyar dolar ve bunun 1,6 milyar doları emlak sektörü kaynaklı. Olabilecek en kalitesiz doğrudan yatırım şekli.
Aynı dört ayda “irrasyonel ekonomi politikalarının” duvara toslayıp seçim öncesi tıkandığı Ocak-Nisan döneminde ülkede azıcık kalan sıcak paranın 1,5 milyar doları da ülkeyi terk etmiş, tablodan izlenebileceği üzere.
Merkez bankası dahil kamu ve bankalar borç alırken, özel sektör borç ödeme yarışında, sonuç ilk dört ayda dışarıdan sağlanan borç 13,7 milyar dolarla sınırlı.
Uzun zamandır cari açık finansmanının anormal şekilde ana kaynaklarından bir olan kategorize edil-e-meyen “net hata noksan” kalemi de 7 milyar dolar çıkışa işaret etmekte.
İlk dört aydaki cari açık, yani döviz açığı ise 30 milyar dolar.
Ortada güvenilir politikalar olmayınca seçim öncesi büyüme arzusunu gerçekleştirmek için mahkûmiyet rezerv tüketmekte.
Finansmanı sağlanmadan cari açık oluşmayacağına göre YEM’in mucitleri bir yandan iç piyasaya TL’yi baskılamak için rezerv satışları yaparken, büyümenin maliyeti de başka ifadeyle cari açığın finansmanı için de TCMB rezervlerine yüklenmişler. Ortada güvenilir politikalar olmayınca seçim öncesi büyüme arzusunu gerçekleştirmek için mahkûmiyet rezerv tüketmekte.
Sıfırdan öteye tüketilmesinin arkasındaki önemli nedenlerden bir tanesi “rasyonel” adımların atılmaması eşliğinde aşırı ısınan, dengesiz büyüyen Türkiye ekonomisindeki kronik cari açık sorununun göz ardı edilmesi. Akıldışı, uydurma ekonomi düzenlemeleriyle kamunun elinde döviz kalmaması.
Bunu yapan kimler peki? Ekonomist Erdoğan ve arkasındaki Saray danışmanları aklını uygulamaya koyan bakan ve bürokratlar kumpanyası.
Şimşek’in ve akabinde TCMB’nin başına Erkan’ın getirilmesinin, yakın geçmişe “şimdilik” bir sünger çekilmesinin nedeni işte bu ödemeler dengesi verisi içinden izlenen döviz açığı. Tarihte görülmemiş ölçekte döviz yokluğu. TCMB rezervlerinin seviyesi ile birleştiğinde, eksi 75 milyar dolara kadar göz göre göre savrulan TCMB kaynaklarının bugün yarattığı çıkmaz sokak.
Ödemeler dengesi ve moratoryum riski deyince anlayan sayısı az. Keskin daralma, uzun yıllar büyüyememe riski diyelim o zaman adına.
Seçim geri sayımında defalarca ekonomist olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı kendi teorilerini uygulamaya koyan Saray danışmanları ve kendi bakanları tarafından belli ki yine aldatılmış. Büyük kandırılmış. Şimşek ataması ile tam ters ekonomi politikalara dönmekteki sessiz ama iddialı gayretinden bu kabulleniş ve pişmanlık halini anlıyoruz.
Peki Şimşek ve taze TCMB Başkanı Erkan ne yapacaklar?
Şüphesiz iki ismin de tek bir misyonu var: yok edilerek ülkenin bekasının gerçekten risk altına sokulduğu döviz rezervlerini yerine koymak. Bu çabanın başlangıç noktası sıcak paranın en sıcak kısmının ülkeye çekilmeye çalışılması. İçin enflasyonla mücadelede rasyonel politikaların devreye sokulması.
22 Haziran’da ilk büyük faiz artışı. Faiz artışının uzun soluklu bir gerçek dönüşüm yolunun sadece başlangıcı olduğunu bilerek Haziran PPK’sı detaylarını okuyacağız.
Arka plandaki Erdoğan hükümetinden hukuk-adalet-eğitim sisteminde bir iyileşme beklentisi olamayacağına göre Şimşek ve Erkan’ın yapabilecekleri işte bununla sınırlı.
Kilitlenmiş piyasalara yeniden akışkanlık vermek, enflasyonu düşürmeye yönelik doğru başlangıç adımını atmak ve döviz çekerek Erdoğan’ı yerel seçimlere taşımak. Bu çabalarına karşı arkada yatan direncin ne zaman yeniden canlanacağını ve bir gece yarısı kararnamesiyle NAS/YEM/İrrasyonel anlayışın ne zaman devreye sokulacağını hep beraber izliyor olacağız.