Erdoğan seçim yoluyla iktidarı bırakır mı?
Bazı muhalif çevrelerde seçim yoluyla iktidarın değişeceğine dair tedirgin bir tutum var. Bu gruplar arasında Erdoğan’ın kaybedeceği bir seçime girmeyeceği ve dolayısıyla sandık yoluyla iktidarı bırakmasının çok zor ve hatta olanaksız olduğuna dair yaygın kanı var.
Erdoğan'ın seçimi kaybedip iktidarı bırakmama ihtimali bana hiç olası gelmiyor. Türkiye’nin koşulları ve içinde bulunduğu ittifak sistemi otoriter bir rejime evrilmesinin önünü tıkıyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın bırakmayacağını düşünenler ona sahip olmadığı bir gücü atfediyorlar.
Cumhurbaşkanlığı seçimine normal şartlarda bir seneden fazla zaman olmasına karşın erken seçim ihtimali kamuoyunun gündeminden düşmüyor. Son dönemde yapılan anketlerde Millet İttifakı’nın yükselişe geçmiş olması bu seçimde iktidar değişikliği ihtimalinin güçlendiğini gösteriyor. Öte yandan bazı muhalif çevrelerde bu olumlu siyasi tabloya karşın seçim yoluyla iktidarın değişebileceğine dair tedirgin bir tutum var. Bu gruplar arasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kaybedeceği bir seçime girmeyeceği ve dolayısıyla sandık yoluyla iktidarı bırakmasının çok zor ve hatta olanaksız olduğuna dair yaygın kanı var.
Tabii ki, bu endişenin tamamen dayanaksız olduğunu söylemek mümkün değil. Önceki senelerde muhalefetin güçlendiği bazı durumlarda hükümet çevreleri iktidarı bırakmamak için çeşitli yöntemlere başvurmuş ve bunda kısmi başarı kazanmıştı. Bu açıdan en çarpıcı örnek Haziran 2015 seçimlerinde AKP’nin parlamento çoğunluğunu kaybetmesine rağmen Erdoğan’ın AKP-CHP arasında koalisyon kurulmasını önlemeye yönelik çaba göstermesi ve iki parti arasındaki görüşmelerin çökmesi sonrasında ana muhalefet partisi CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na hükümet kurma yetkisi vermemesiydi. Nitekim, bu nedenle yenilenen seçimin kampanya döneminde yükselen çatışma ortamı AKP’ye kaybettiği oyları geri kazanarak yeniden tek başına iktidara gelme imkanı sağlamıştı. 2017 referandumunda Yüksek Seçim Kurulu’nun yasalarla çelişen şekilde sandıklar kapandıktan sonra mühürsüz oy pusulalarının sayılacağı kararını alması sonucun iktidar lehine çıkmasına yol açmış olabilir. Ayrıca iktidarın desteklediği adayların kazandığı 2014 yerel seçimlerinde Ankara, Üsküdar ve Antalya ve 2019 yerel seçimlerinde Bursa ve Balıkesir’de oyların sayımında şaibe olduğu iddiaları da o dönem kamuoyunda gündeme geldi. 2019 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir belediye seçimlerinin tekrarlanması ve HDP’li adayların kazandığı birçok bölgede takip edilen kayyum uygulaması iktidarın sandık yoluyla gitmeyeceği korkularını besliyor.
TÜRKİYE’DE REKABETÇİ OTORİTER REJİM
Düzenli yapılmalarına karşın Türkiye’de uzun süredir seçimler serbest ve adil koşullarda gerçekleşmiyor. İktidar bloğunun kamu kaynaklarını partizan şekilde kullanması, tarafsız olması beklenen bürokrasinin desteğini alması, iktidarın yargıyı kontrol etmesi ve basın, akademi ve sivil toplumu baskı altına alması nedeniyle siyasi rejimimiz siyaset bilimcilerin rekabetçi otoriter olarak nitelendirdiği bir hal aldı. Bu tarz rejimlerde iktidara gelmenin tek meşru yolu düzenli yapılan seçimler olmasına karşın, hükümet bu seçimleri kazanmak için muhalefet partileri karşısında ciddi sistematik avantajlara sahip. Başka bir değişle, muhalefet eşit olmayan koşullarda iktidar bloğuyla rekabet ediyor ve seçimleri kazanması için sadece iktidarı değil, aynı zamanda devlet aparatını da yenmesi lazım.
Seçim yenilgisinin sadece hükümet değişikliğiyle sınırlı kalmayıp çok daha kapsamlı sistem değişikliği yaratma ihtimali nedeniyle bu tarz vakalarda rejim elitleri sandık yoluyla olsa bile iktidarı bırakmak istemeyebilirler. Fakat iktidarı bırakmak istememek, siyasi elitlerin her türlü koşulda iktidarda kalacaklarının garantisi olamaz. Rekabetçi otoriter rejimler, daha kapalı otoriter rejimlerin muhalefet karşısında takip ettikleri baskı politikalarını mümkün kılacak güçte güvenlik aparatına sahip değiller. Dolayısıyla, rekabetçi otoriter rejimlerde iktidarın kaybetmesi olası seçimleri iptal etmesi veya seçim sonuçlarına etki edecek düzeyde hile yapması sanıldığından çok daha zor bir yöntem. Bu yola giren rejimlerin uluslararası arenada yaşayacakları tepkiyi göğüslemelerini sağlayacak müttefikleri ve olası protestoları bastıracak sadık güvenlik kuvvetlerine sahip olmaları gerekiyor. Ayrıca, iktidarın bu esnada yaşanacak siyasi karışıklıkların ülke ekonomisine vereceği zararın en azından kendi tabanını kötü etkilememesi için yeterli finansal kaynağı elinde bulundurması lazım. Halbuki, Erdoğan yönetiminin böyle bir seçeneği uygulayacak yeterli mali kaynakları, diplomatik desteği ve güçlü parti ve devlet kapasitesi yok.
Seçim takvimine girmememize ve arkasında parlamento çoğunluğu ve çok geniş yetkiler olmasına karşın ülkeyi idare edemeyen Erdoğan yönetiminin bu yöntemi izleme ihtimali bana hiç olası gelmiyor. Türkiye’nin siyasi ve iktisadi koşulları ve içinde bulunduğu ittifak sistemi Erdoğan yönetiminin çok daha kapalı otoriter rejime evrilmesinin önünü tıkıyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın sandık yoluyla iktidarı bırakmayacağını düşünenler aslında ona sahip olmadığı gücü atfediyorlar.
ZAYIFLAYAN İKTİDARIN AÇMAZLARI
Türkiye toplumu, 1950’den beri düzenli yapılan seçimlerde kullandığı oy aracılığıyla iktidarı değiştirmeye alıştı. Seçim kampanyası dönemlerinde siyasi parti temsilcilerinden hizmet ve kaynak talep etmek seçmenlerin çok önemsedikleri ve katılımcı hale gelememiş siyasi sistemimizde sahip oldukları en güçlü silah. Pandeminin ortasında birçok iktidar seçmeninin anketlerde muhalefet partilerine yönelmesi, muhalif partilerin siyasi toplantılarında meydanları doldurması bu iradenin hala güçlü olduğunu gösteriyor. İktidar bloğu, seçimlerde hile yapması veya kaybetmesine karşın iktidardan gitmemeye çalışması durumunda kendi seçmeni nezdinde bile meşruiyetini muhafaza etmekte zorlanır. Nitekim, AKP ve MHP seçmenlerinden bir kısmının tekrarlanan İstanbul Büyükşehir belediye başkanlığı seçimlerinde sandığa gitmemesi veya Ekrem İmamoğlu’nu desteklemeleri buna güzel bir örnek teşkil etti.
PROTESTO DALGALARI GELİŞEBİLİR
Önümüzdeki seçimlerde sonuca etki edecek oranda hile yapılması durumunda muhalefet partilerinin çağrısıyla iktidar güçlü bir protesto dalgasına maruz kalabilir. Örneğin, soğuk Savaş sonrası dönemde Peru, Venezuela, Zimbabwe, Sırbistan, Filipinler, Belarus gibi ülkelerde iktidarın seçim hilesine başvurması kitlesel protestoları tetikledi. 1986 yılında Filipinler, 2000 yılında Peru ve Sırbistan’da ve 2019’da Bolivya’da güvenlik kuvvetlerinin protestocular karşısında geniş çaplı şiddet kullanmayı reddetmesi bu rejimlerin kısa sürede devrilmesine yol açtı. Öte yandan Belarus, Venezuela ve Zimbabwe’de rejim ancak güç kullanarak iktidarını muhafaza etti. Üç rejimin de bu yolu takip ederken Rusya veya Çin gibi otoriter rejimlerden destek aldığını hatırlamak gerekiyor.Ayrıca Venezuela’nın sahip olduğu petrol rezervlerinin sağladığı mali kaynaklar rejimi uzun süre devam eden protestolar karşısında ayakta tuttu. Bu imkana sahip olmayan Belarus yönetimi Rusya’ya, Zimbabwe yönetimi ise Çin’e yaklaşma ve hatta muhalefetle anlaşma yoluna giderek iktidarını sürdürebildi.
“YANDAŞ” POLİSİN, ASKERİN TAVRI ŞÜPHELİ
Polisin ve hatta ordunun son dönemde iktidar bloğuna çok yakın bir çizgiye girdiği konusunda elimizde güçlü veriler var. Fakat, iktidar bloğuyla güvenlik kuvvetleriyle arasındaki ilişki, güçlü ideolojik temellerden ziyade partizan atamalara dayanıyor ve iktidarın zayıflaması durumunda ne kadar süreceği şüpheli. Son yıllarda iktidarın partizan etkilerine açık hale gelmesine karşın Türkiye’de ordu, yakın zamanda Venezuela, Belarus, Zimbabwe ve Rusya’da görüldüğü şekilde rejime sadık şekilde protestoculara karşı geniş çaplı şiddet uygulamayabilir. Türkiye’nin NATO üyesi olması ve Batı ülkeleriyle olan güçlü ticari, siyasi ve diplomatik bağları da bu seçeneği çok zorlaştıracaktır. Bu noktada, Akar’ın rolünün kritik olacağını da eklemem gerekiyor.
Nitekim, iktidar çevreleri içinde daha kapalı bir rejime geçilmesini savunan isimlerin neredeyse istisnasız şekilde Rusya ve Çin otoriter rejimleriyle yakın ilişki kurmayı savunması hiç şaşırtıcı değil. Fakat, Uygur sorunu nedeniyle Çin, Erdoğan yönetimine yeterince destek vermiyor. Öte yandan, Rusya ise Türkiye ile olan iyi ilişkilerinin ülke politikasından ziyade Erdoğan’ın kişisel tercihlerine bağlı olduğunu bildiği için Erdoğan’ın zayıfladığı bir ortamda fazla risk almak istemeyecektir. Ayrıca Suriye, Libya, Kırım başta olmak üzere birçok konuda iki ülke dış politikası birbirlerine karşı bir pozisyonda cereyan ediyor.
Son olarak, Türkiye yeraltı kaynakları açısından zengin bir ülke değil. Bu nedenle Erdoğan yönetimi Rusya ve Venezuela'daki rejimlerin finans piyasaları karşısında sahip oldukları otonomiden yoksun. Türkiye ekonomisinin ayakta kalması özellikle AB ülkeleriyle yürütülen ticarete ve dışarıdan gelen kaynak akışına bağlı. Erdoğan yönetiminin çok daha kapalı bir çizgiye girmesi bu bağları zayıflatacağı için halihazırda devam eden ekonomik durgunluğu çok ciddi bir ekonomik krize çevirecektir. Zaten ekonomik durgunluğu aşamadığı için oy kaybeden iktidar bloğunun böyle bir durumda kendi tabanından gelecek baskıları karşılayabilmesi için yeterli mali kaynağı olduğunu hiç sanmıyorum.
Tabii ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan yaklaşan seçimleri kazanmak için her türlü yola başvurmayı deneyecektir. Fakat Erdoğan elinde kalan yöntemleri (seçmenleri kutuplaştırma, kayırmacılık, HDP’yi system dışına çıkarma, muhalefeti bölme, siyasi karışıkları tetikleme) zaten halihazırda kullanmasına karşın başarı kazanamıyor. Bu tablonun değişmesini beklemek var olan siyasi koşullarda bana pek gerçekçi gelmiyor. Haliyle bu yöntemlerin hepsine karşı muhalefetin hazırlıklı olması lazım. Ama Erdoğan seçim tarihini öteleyemez; seçim yapmadan o koltukta oturamaz ve seçimi kaybettiğinde de tıpış tıpış iktidarı bırakmak durumunda kalacak.
Bu durumun bilincinde olan Millet ittifakı’nın kararlı ve cesur adımlar atarak sandık yoluyla iktidarı değiştirme stratejisini devam ettirmesi gerekiyor. Muhalefetin önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanması demokrasiye dönüş bakımından önemli bir fırsat yaratacak.