Para ve kredi genişlemesi yoluyla finansal koşulların gevşetilmesi üretim açısından gerekli. Buna karşılık, yatırım talebi sebebiyle ve üretim girdilerinin tedarikiyle ithalatın artacağı, bunun da döviz talebini artıracağı açık.Kamu bankalarında yapılacak sermaye artışı için gereken kaynak buradan sağlanacağa benziyor. Oysa TCMB, 2021 yılında kur artışına bağlı olarak borçlu olduğu swap işlemleri yüzünden zarar yazdı. Kamuoyunda tartışıldığı üzere yılın son gününde swap işlemlerine ilişkin muhasebe ve raporlama yöntemi değiştirilmek suretiyle, gerçekleşmemiş kur farklarının izlendiği ‘Yeniden Değerleme Hesabı’ bakiyesinden ciddi bir miktar, dönem kârı ya da zararının izlendiği ‘Diğer Kalemler’ hesabına aktarıldı ve böylece o güne kadar 70 milyar zararda görünen TCMB bilançosunda 60 milyar TL kâr yaratıldı. Bu şekilde gerçekte olmayan bir kârın aktarımı TCMB’nin fiilen iç varlık yaratması, bir başka deyişle para basması anlamı taşıyor. Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati, 22 Ocak’ta, TCMB kanalıyla 3, 6 ve 12 ay vadeli repo penceresi çalışması yapılacağını ve Kredi Garanti Fonu (KGF) kanalı ile banka bilançosunda proje finansmanı penceresi açılacağını duyurmuştu. Bütün bu haberler, üretim kesiminden gelen baskılar sonucunda, Hükümetin parasal genişleme kanalıyla desteklenen bir kredi genişlemesine yöneldiğini düşündürüyor. Para ve kredi genişlemesi yoluyla finansal koşulların gevşetilmesi üretim açısından gerekli görülüyor. Bununla birlikte böyle bir durumda, yatırım talebi sebebiyle ve üretim girdilerinin tedarikinden kaynaklanmasıyla ithalatın artacağı, bunun da döviz talebini artıracağı açık. Öte yandan kredi genişlemesinin dolaylı etkilerinin enflasyon üzerindeki yukarı yönlü riskleri de artırması kaçınılmaz. Kısacası, para basarak yaratılacak kredi genişlemesi sonucu bir taraftan üretim girdisi alımları dolayısıyla artacak ithalat ve döviz talebi, diğer taraftan kredi genişlemesinin enflasyonu hızlandırıcı etkisi yüzünden finansal sürdürülebilirlik ciddi bir risk altına girebilecek.
Erdoğan düşük faizde neden ısrar ediyor?
Zaman zaman dinsel kılıflara da bürünse, düşük faiz saplantısının temelinde siyasetin büyüme ve istikrar arasında verdiği ödünün evrensel tercihi yatıyor.
Hükümetin ekonomideki oyun planı iktisadi faaliyeti ivmelendirme, böylece yüksek büyüme ve istihdam artışı ile toplumdaki hoşnutsuzlukları giderme yönelimi çevresinde biçimleniyor. Zaman zaman dinsel kılıflara bürünse de düşük faiz saplantısının temelinde siyasetin büyüme ve istikrar arasında verdiği ödünün evrensel tercihi yatıyor.
Düşük faizin iki yan etkisi olacağı açık; kur artışı ve yüksek enflasyon. Birincisi için dayanağın, güçlü ihracat ve umutla beklenen turizm gelirleri olduğu anlaşılıyor. Cari açık olmayacaksa -yabancı yatırımcıların etkisinin ihmal edilebilir düzeyde olduğu varsayımı altında- yurt içi yerleşiklerin portföy tercihlerinden kaynaklanan döviz talebi yönetilebilir görülüyor.
İkinci sorun ise daha ciddi, zira seçmen davranışları üzerinde etkili olma olasılığı yüksek.
Enflasyon sorunu için düşünülen çözüm reel ücret artışları ve devlet destekleri ile seçmen tabanının alım gücünü korumaya çalışmak.
Ama bu politikanın temel bir açmazı var. Kurun istikrar kazanmasında, yapılan döviz satışları ve Kur Korumalı Mevduat uygulamasının ivmelenerek artma riski olan bireysel döviz talebini durdurması kadar finansal koşullarda gözlenen kendinden sıkılaşmanın da etkisi oldu.
KAMU BANKLARINA BİÇİLEN ROL
Merkez Bankası politika faizi arka arkaya indirilirken bozulan risk algısı ve enflasyon beklentileri yüzünden Hazine borçlanma maliyetleri arttı. Bankaların mevduat ve kredi faizleri ile Merkez Bankası politika faizi arasındaki makas açıldı. Bankalar bir yandan ticari kredilerin vadesini kısaltırken diğer yandan da faizlerini kısa dönemli enflasyon beklentilerini yansıtacak düzeylere yükseltti. Üstelik firmalar bütün bu koşulları kabul etse de özel bankalar kredi vermekte isteksiz.
Artan emek maliyeti, yükselen enerji ve girdi fiyatları birim üretim maliyetlerini, dolayısıyla da işletmelerin işleme sermayesi gereksinimlerini artırıyor. Üreticiler, finansman koşullarındaki daralma yüzünden iç ve dış talebin güçlü seyrine karşın üretimde sıkıntı yaşıyor. Buna küresel ekonominin birçok alanında hissedilen tedarik zinciri aksaklıklarını da ekleyince görünüm daha da bozuluyor. Sorunun çözümü belli; finansman koşullarının rahatlatılması, kredi arzının bollaşması.
İşte bu noktada kamu bankaları devreye giriyor. Özel bankaların desteklemekte çekingen durduğu kredi genişlemesi kamu bankaları aracılığıyla gerçekleştirilebilir. Ama bir problem var: Sermaye yeterliliği.
Bankaların özkaynaklarının krediler gibi riskli varlıklarına oranının en az yüzde 12 olması gerekiyor. Basite indirgeyerek söyleyecek olursak, bankalar en fazla sermayelerinin 8,5 katına kadar kredi verebiliyor.
Kur artışı sebebiyle kamu bankalarının geçmişte verdiği döviz kredilerinin TL karşılığı büyüdü. Bu da zaten ciddi miktarda sorunlu alacakları olan kamu bankalarının elini kolunu bağlıyor. Kredi veremiyorlar.
Hükümet, kamu bankalarının TL’deki zayıflamayla bozulan sermaye yapılarını ve kredi kapasitelerini desteklemek için 51,5 milyar TL’lik sermaye artışı yapmayı planlıyor. Vakıfbank tarafından yapılan açıklama bunun ilk adımı.
KAYNAK SORUNU
Tabii bir de kaynak sorunu var. Ama sorun varsa çözüm de var. 3 Şubat’ta TCMB Olağanüstü Genel Kurul toplantısı yapıldı. Merkez Bankası 2021 yılı dönem kârı üzerinden 45 milyar TL kâr payı avans olarak, ayrıca 2020 yılı kârından ayrılan ihtiyat akçesinden de 4,3 milyar TL Hazine’ye aktarıldı.
Bunlar da ilginizi çekebilir