Enver ve Talat Paşa neden yükseliyor?
Resmi tarihe ve siyasete alternatif yaratma girişimlerinin demokrasi yolunu açacağını düşünen entelektüeller, Enver ve Talat paşaları diriltebileceklerini düşünemediler. Şimdi bu radikal atmosfere sızlanmadan katlanmayı bilmeliler.
Türkiye Günlüğü dergisinde Cuma geceleri bir İttihatçı geleneği olan kuru fasulyeli sofralar eşliğinde, doksanların sonu ve iki binler boyunca Mustafa Çalık tarafından dile getirilen resmi tarihe alternatif tarih anlatısı genç milliyetçilerde büyük heyecan uyandırıyordu.
Bu anlatının temeli, İttihat Terakki ile süreçte büyük ölçüde beraber olan ancak kilit meselelerde fikri ve siyasi olarak ayrışan Mustafa Kemal’in eleştirilmesine dayanıyordu. Resmi tarihin her tarafı tabulaştıran kusursuz dönem tablosu memleketin entelektüellerini ciddi anlamda bunaltıyordu. Bunaltmakla kalmıyor, tarihi meseleleri makul biçimde tartışma zeminine de yok ediyordu.
Bu eleştiri kapısının sağ siyasi muhitler adına bu dergide açılması, alternatif olarak elbette siyaseten muhafazakâr milliyetçiliğin timsali olan Enver ve Talat Paşa’ları gündeme getiriyor, onların romantik ve komitacı meşrebi de muhafazakâr milliyetçiliği oldukça heyecanlandırıyordu.
Mustafa Kemal’in devrimler ve inkılaplar öncesindeki süreçte İttihatçı beyin takımına dair daha çok harp meselelerindeki rasyonel ve temkinli muhalefeti dergide eleştiriliyor, bu hâl adeta harp cengâverliğine ve gözü kara delikanlılık romantizmine yakışmayan bir eksiklik olarak görülüyordu.
Mustafa Kemal’e dair Cumhuriyet devrimi ve akabindeki sosyal inkılaplar ise memleket adına bir aşırılık ve fazlalık olarak görülüyor, bütün bu süreç kültür gölüne indirilmiş ağır laisist ve Batıcı darbeler olarak görülüyordu. Dergi için Kemal Paşa aslında kemalden mahrum bir eksiklikler ve aşırılıklar sembolüydü ve bu zeval hali memleketi zehirliyordu.
Bu resmi tarihe alternatif tarih anlatısı yaratma çabasının doksanlar ve iki binlerde liberal cenahtaki karşılığı Liberal Düşünce Topluluğu’nda kendini gösteriyordu. Atilla Yayla öncülüğünde çıkarılan Liberal Düşünce dergisi, klasik liberal ve muhafazakâr liberal entelektüellerin yazılarıyla Mustafa Kemal’in yarattığı aydınlanmacı pozitivist dalgaya ve dönem içerisindeki otoriter tek tipçi siyasi atmosfere muhalefet ediyordu.
Milli Güvenlik Kurulu çerçevesinde Ata sonrası döneme dair siyasete atanmış ve siyasetin sınırlarını çizen gayrı meşru askeri vesayetten ve meşru bürokratik yargı statükosundan bu muhitlerde sıklıkla yakınılıyor, bütün demokrasi tarihimizi zehirleyen şeyin yalnızca bu bağlam olduğu düşünülüyordu. Resmi tarih karşıtı sivilleşme atmosferinin böylesi bir alternatif tarihle yaratılabileceği düşüncesi sıklıkla karşımıza geliyordu.
Sol liberal ve sosyalist entelektüel çevrelerde Birikim dergisi ekolü ve öne çıkan entelektüellerinden Tanıl Bora, Murat Belge ve Ömer Laçiner yine alternatif siyasi tarih yorumlarıyla sürece katkı sağlıyordu. Bu çevrelere göre Mustafa Kemal’in kültürel milliyetçilik anlayışı ve ulus devleti bu kültürel üst kimliğe bağlayan homojenleştirici icrası, pozitivist ve materyalist hüviyete denk düşebilecek Cumhuriyet devrimlerini baltalıyor, tüm bu süreçte devrimlerin asimilasyona dayalı milliyetçi ekseni mozaik millete zarar veriyor ve memleketi mahvediyordu.
Ülkedeki tüm azınlıklar ve mikro etnik, siyasi ve dini kimlikler bu resmi siyasi icra ve tarihte boğuluyor, onlara nefes aldırmak ve onları kamusal alana ortak etmek hatta bütünleşik siyasi egemenliği parçalı halde yeniden anayasada tanımlamak gerekiyordu. Onlara göre, özgürlüklerin yolu ancak böyle açılabilir, Kemalist öğretiden nihayet böyle sıyrılabilirdik.
Demokratik, barışçıl ve huzurlu bir ülke için Kürtçülük ve İslamcılık gibi sorunlar hızla radikal biçimde çözülmeli, ulusal egemenlikten başlanarak tüm sosyal ve siyasi kamusal alan yeniden parçalı ve paydaş biçimde bu aktörlerle yeniden tanımlanmalıydı.
Bütün bu tablo bugün okuyuculara şaka gibi görünebilir ve fakat dönemin şahitleri bunları iyice bilir mamafih doksanlarda ve devamında üzerimizdeki entelektüel ittifakın kısa ve abartısız hatta eksik bir tasvirinden öte bir şey yazmadığımı bilmenizi isterim.
Tüm bu memleket sathına yayılmış entelektüel koalisyon ve her tarafı kuşatan yayın hayatının üzerine geldi AK Parti. Öyle ki zamanın ruhu etrafta kimseye en ufak bir itiraz mahalli bile bırakmıyordu. Bu büyük entelektüel birikim milliyetçilerden liberallere, liberallerden sosyalistlere kadar herkesi alternatif siyasi tarih anlatısında farklı yorumlarda ve amaçlarda da olsa birleştiriyor, bu alternatif tarihin yaratacağı alternatif siyasi iktidarla demokratikleşme yolunda büyük adımlar atabileceği öngörülüyordu. Belki de demokratikleşmeden kasıt, resmi söylemin dışında kalmış her siyasi mahallenin menfi ajandasının muktedir olma hevesiydi.
İşler bir süre umulduğu gibi gitse de sonrasında tablo değişti. Resmi tarih ve resmi siyasi söyleme alternatif bir tarih ve siyaset yaratmak isteyen tüm entelektüel cepheler büyük bir sukutuhayale uğradı. Bu romantizmin bedeli mahiyetindeki siyasi tablo son on senedir çok daha ağır bir otoriter sistemle hayatımızın ortasına bir zulüm çemberi olarak oturdu.
Üstelik bu iktidar bir avuç entelektüel muhalif milliyetçi, muhafazakâr liberal ve sol liberal ajandaya mukabil, memleketi bilumum İslami ve Kürtçü terörün tam ortasında bıraktı. Önce hendek savaşları ardından darbe teşebbüsüyle gelinen noktada, bu entelektüel koalisyonun demokratik çelik çomak oynamasının bedeli ağır biçimde ödendi ve devlete beka krizi yarattı.
Üzerine otoriter keyfi bir tek adam rejimi kuruldu ve milletin tüm hukuku, demokrasisi ve refahı askıya alındı. Resmi siyasi tarihin dışında kalanlar artık mevcut muktedirlerin de dışında kalmışlardı. Yani demokratikleşme kamuflajlı menfi iktidar hevesleri kursaklarında kalmıştı.
Bugün de vazgeçmiş değiller, irili ufaklı tüm yarım kalmış ajandalar başkaca mahfiller üzerinden devreye sokuluyor. DEVA ve Gelecek Partisi gibi yeni aktörlere kendi menfi ajandalarını dayatarak kursaklarında kalan bu “demokrat hevesi” tamamlama derdindeler. Bu sosyolojiden ve siyaset biliminden kopuk ajanda yüzünden bu partiler de bir türlü tutunamıyor.
Böylesi hazin bir sonu hayal ediyorlar mıydı bilmiyorum ancak Post Kemalizm bahsinde tanımlanan hatalı teşhis ve tedavinin bedelini bugün tüm muhalifler fazlasıyla ödüyor.
Post Kemalist hüviyetteki entelektüel koalisyona göre, ülkedeki tüm siyasi ve iktisadi sorunların ve otoriterliğin kaynağını Kemalizm’de görmek yeterliydi ve Kemalist vesayet ile bürokratik statüko ortadan kaldırılırsa ülke felaha erecek demekti. Oysa öyle olmadı, aşağılanan askeri vesayet ve yargı statükosunun, tüm eksiklikleri ve arızalarına rağmen laik demokratik hukuk devletinin stabilizasyonunu sağladığı da görüldü.
Ben yine de milletin tercihleriyle ödenen siyasal bedel arasına vasi ve veli tarzındaki aracıların girmeyişinden memnunum, aşılması gereken toplumsal tecrübi bir faz kestirme biçimde aşılıyor, daha iyi bir gelecek artık çok daha mümkün diye umuyorum.
Resmi tarihe ve siyasete alternatif yaratma girişimlerinin, yalnızca sivil bir demokrasi yolu açacağını düşünen bu entelektüel koalisyon; alternatiflerin Enver ve Talat Paşa gibi daha az modern ve medeni ancak daha fazla otoriter ve istibdatçı aktörleri dirilteceğini de hiç düşünmediler. Öyleyse bu radikal atmosfere sızlanmadan katlanmayı da bilmeliler.
Bu öyle elbette durup dururken de dirilmedi. İktidarla işbirliğine giden memleket seçkinleri, devlete ve millete yaşattıkları varoluş krizinin tetiklediği radikalizmden de bir miktar sorumlu olmayı hak ediyorlar. Bu atmosferin tüm milleti etkilemekle birlikte özellikle genç seküler şehirli kesimlerde karşılık bulduğu da aşikâr.
Bu radikal militarizmin ve otoriter siyasallığın bir kültürel gelenek olduğunu hepimiz az çok biliyoruz, bu bilinçdışı davranış kodları aslında hepimizi aşan bir bağlama işaret ediyor ancak bunu yakın geçmişte bir travma halinde tetikleyerek gün yüzüne çıkarmanın sorumluluğunu da kimse inkâr edemez.
Mustafa Kemal ve yarattığı tarihi ve siyasi tabloya alternatif yaratmak isteyenlerin, Enver ve Talat Paşa’nın yarattığı tarihi ve siyasi tabloyla karşılaşması; bana kalırsa bir anlamda yakın geçmişteki günahlarına ve hatalarına da kefaret sayılabilir.
Bu tabloda yalnızca masum muhaliflere ve memleketin genel ahvaline üzülüyorum…