Enflasyon katılaşmaya mı başlıyor?

Abone Ol
olumsuz referans görevi görmektedir. İktisatçılar açısından ÜFE’deki yükseliş üretim maliyetlerindeki artışa işaret etmektedir. TÜFE ile artan fark da bu maliyet artışlarının tüketiciye yeterince yansıtılamadığı anlamına gelmektedir.  Aslında elektrik ve doğal gaza geçen hafta yapılan zamların, uzun süre siyasi baskılarla ertelenmiş fiyat artış taleplerinin sonuna gelindiğini göstermektedir. Bunun gibi başka sektörlerde de, iç talebin yeterli düzeylere ulaşamaması nedeniyle ertelenen zamların beklemekte olduğu düşünülebilir. ÜFE ile TÜFE arasındaki bu düzeylerdeki farkın uzun süre sürdürülebilmesi mümkün değildir; bir noktadan sonra bu farkın, bir şekilde kapatılması gerekir.  Ancak bunun nasıl kapatılacağı, ÜFE’deki artışın sebeplerine bağlıdır. ÜFE NEDEN ARTIYOR? Bugün Türkiye’de ÜFE’deki artışa neden olan üç neden öne çıkmaktadır. Birincisi, salgının dünya ekonomisi üzerindeki etkileri azalmaya ve ekonomiler canlanmaya başlarken, artan emtia fiyatlarında görülen artışlardır. Özellikle son zamanlarda petrol fiyatlarında görülen artış ve OPEC’e üretim kotalarını arttırması yönünde yapılan uluslararası baskılar bunun önemli göstergelerindendir.  Bunun gibi birçok emtia fiyatlarında görülen artış ve navlun giderlerindeki yükseliş Türkiye ekonomisi bakımından kontrol edilemez, dışsal bir şok etkisi yaratmaktadır. İkincisi, Çin ve ABD gibi dünyanın en önemli imal edilmiş ara girdi ihracatçısı iki ülkenin üretici fiyatlarında (yani üretim maliyetlerinde) görülen artışlardır ki, bizim gibi bu malların ithalatçısı olan birçok ülke için bu daha pahalıya ithalat anlamına gelmektedir. Bu her iki neden üzerinde Türkiye’nin herhangi bir kontrol gücü yoktur ve tamimiyle dışsaldırlar; veri kabul edilmek ve kısa dönemde kabullenilmek zorundadırlar. Üçüncüsü ise, bize özgü bir neden olan, TL’nin aşırı değer kaybıyla birlikte ithalatın pahalı hale gelmesidir.  Kısa dönemde TCMB açısından, ÜFE’deki kontrolün sağlanabilmesi ancak ve ancak bu üç faktörden sadece üçüncüsünü, yani TL’deki aşırı değer kaybını kontrol etmek suretiyle mümkündür. Diğer ikisi ise, bizim politikalarımızın kapsamı dışındadırlar. Haziran ayında reel efektif kurun 59,8 gibi, tarihinin en düşük seviyelerine ulaşmış olması TCMB’nin bu konuda da bir hareket alanı görmediği anlamına gelebilir. Zira artan enflasyona rağmen, TL’nin bu aşırı değer kaybının kontrol edilmesi, ister istemez TCMB’nin faiz politikasının sorgulanmasını ve Banka’nın ihtiyaç duyduğu yüksek faiz politikasının siyasi iktidardan destek görüp görmeyeceği yönündeki belirsizliği gündeme getirmektedir. ÜFE ve TÜFE arasında benzer yönde bir farkın oluştuğu 2018 yılında TCMB politika faizlerini arttırarak, bu endeksler arasındaki fiyat makasının daralmasını sağlarken sahip olduğu serbestiye, bugün sahip olmadığı çok açıktır. İki endeks arasında oluşan farkın kapatılamaması, dahası tüketiciye yansıtılamaması durumunda, ortaya çıkan maliyet artışının üretici firmalar tarafından yüklenilmesi gerekmektedir.  Bunun ne kadar sürdürülebileceği, büyük ölçüde üretici kesimlerin tepkilerine, sonra da bazı girdi fiyatlarındaki artışın boyutuna bağlıdır. Şu ana kadar sessizliğini koruduklarına göre, üretici kesimlerin hala beklemeyi tercih ettikleri çok açık. Ancak bazı girdi fiyatlarında yaşanan artışların düzeyi bu kesimlerin sabırlarını test edecek boyutlardadır.
    Sektörler   Yıllık bazda artış oranı (%)
Ham petrol ve doğal gaz 181,5
Kok ve rafine petrol ürünleri 123,8
Ana metal 100,0
Kâğıt ve kâğıt ürünleri 54,8
Kimya ve kimyasal ürünler 50,1
Ağaç (mantar ürünler hariç) 49,1
Fabrikasyon metal ürünler (makina hariç) 48,3
Methal cevheri 45
ARTIŞ SÜRECEK GÖRÜNÜYOR Tablonun ilk üç satırındaki mallar Türkiye ekonomisinin temel enerji girdilerini oluşturmakta ve birçok firma için doğrudan veya dolaylı olarak ana girdi kalemlerini oluşturmaktadırlar. Bu malların fiyatlarında yıllık bazda % 100’ü aşan düzeylerdeki artışlar üretici kesimlerin nasıl bir maliyet artışıyla karşı karşıya kaldıklarını göstermektedir. Bu durum, Mayıs ayından çok fazla farklılık göstermemektedir.  Örneğin petrol ve doğal gaz fiyatlarında Mayıs ayındaki yıllık artış oranı % 217,9 idi. Aynı şekilde kok ve rafine petrol ürünlerindeki fiyat artış oranı ise % 167,7, ana metallerdeki artış da % 84,7 seviyesinde gerçekleşmişti. Veri dünya koşulları altında bu artışların Temmuz ayında da devam etmesi sürpriz olmayacaktır. Enflasyonun ulaştığı bugünkü düzeylerde, bu sorunla mücadele salt iktisadi bir mücadele olmaktan çıkmaktadır.  Enflasyonu önce kontrol edip, sonra düşürmek için uygulanacak politikaların olası etkileri bu mücadeleye siyasi bir nitelik kazandırmaktadır. Örneğin faizleri yükselterek girişilecek bir mücadelenin, TÜFE’de artışa neden olması muhtemel iç talep artışını kontrol altına alınması beklenirken, TL’nin daha fazla değer kaybetmesinin de önüne geçecektir. Ancak böyle bir politikanın Türkiye ekonomisinde yaratabileceği yavaşlamadan endişe duyan siyasetçilerin buna onay vermesi, ancak çok ciddi zorlayıcı bir etkinin varlığına bağlıdır. Velhasıl, bu hafta açıklanan iktisadi veriler de, maalesef ekonominin gidişatı hakkında çok iyi gelişmelerin varlığına işaret etmemektedir.  Kısa çalışma ödeneği ve işten çıkarma yasaklarının sona ermesinin yol açacağı işsizlikle birlikte, çift haneli enflasyon da, bir süre ekonomimizin mutat gerçeklerinden olmaya adaydır. Bugün için yükselen enflasyon ve yüksek işsizlik gerçeği, hükümetin istihdam yaratamayan büyüme politikası ile birlikte, bizleri çözümü zor bir bilinmezler yumağına doğru sürüklemektedir.