Enflasyon geliyorum dedi de acaba elveda diyecek mi?

Abone Ol
Şu anda yaşanan enflasyon, geçmiş tecrübelerine dayanarak anlaşılabilir. Ama 20’li yaşlarda olanların bugüne kadar görmedikleri böyle bir sorunu anlamlandırmakta zorluk çekebilirler.  Bu yazı büyük ölçüde onlar için yazılmıştır. Yeni yılın ilk iş günü hızlı başladı. Tüm iyi niyetli yeni yıl mesajlarımıza rağmen, gelen ilk ekonomik işaretler fakirleşmemizin ipuçlarını verdi. İki bin yirmi bir, yıl boyunca bizlere yaşattığı felaketler ve hayal kırıklıklarıyla biterken de, fark yaratmaya devam ediyor.  Yılın son ayında TL’de yaşadığımız yüzde 15’e varan değer kaybının ardından gelen “20 Aralık kararlarından” sonra, 3 Ocak günü açıklanan enflasyon rakamları da 2021 yılını, yirmi yıllık AKP döneminde farklı bir yere taşıdı. Tüketici enflasyonu %36,08’e erişerek, üreticilerin maruz kaldıkları fiyat artış oranları ise %80’e yaklaşarak yirmi yılın rekorunu kırdı.  Dahası sadece Aralık ayında görülen bir aylık artış TÜFE’de %13,58, ÜFE’de ise %19,08 oldu. Bunlar ciddi artışlar. Büyük ölçüde yılın son aylarında kurlarda yaşanan artışların bunda rolü büyük.  Kurlarda kalıcı bir istikrar sağlandı mı bilmek zor. Kanaatim, istikrarlı sermaye girişleri yaşanmadığı sürece, bu artışların 2022’de de devam edeceği.  Elbette beraberinde enflasyonun da devam etme riski yüksek. Anlaşılan hükümet ihtiyaç duyduğu dövizi ihracat gelirleriyle sağlamak niyetinde. Zira enflasyon rakamlarındaki bu olağandışı gelişmeler siyasilerin acil ilgisini gerekli kılması gerekirken, onların aynı gün açıklanan ihracat rakamlarındaki artışı ön plana çıkarma gayretine girmişlerdir. Bu enflasyonun yarattığı hayal kırıklıklarını ne kadar örttü bilemem; ama dış ticaret rakamlarının ithalat kalemine değinmeyen siyasi bir bakış, o cephede de işlerin iyi gitmediğini dikkatlerden kaçıramadı.
Kanaatim, istikrarlı sermaye girişleri yaşanmadığı sürece, bu artışların 2022’de de devam edeceği.
Belli bir yaşın üstündekiler için bu durum, geçmiş tecrübelerine dayanarak anlaşılabilir ve hatta yorumlanabilir. Ama 20’li yaşlarda olanların bugüne kadar görmedikleri böyle bir sorunu anlamlandırmakta zorluk çektiklerini düşünmek mümkün.  Bu yazı büyük ölçüde onlar için yazılmıştır. ÜFE ve TÜFE arasında 2021 boyunca bir türlü kapanmayan makas, yüksek enflasyonun gelecek aylarda da vatandaş için sorun teşkil edeceğinin habercisidir. Maliyet artışlarını bir türlü tüketiciye yansıtamayan ve sermayesini döndüremeyen işletmeler ciddi miktarda sermaye eksikliği ile karşı karşıyadırlar. Büyüme hedeflerinden vazgeçmeyen iktidarın bir noktadan sonra, giderek yapısal bir probleme dönüşmek üzere olan bu soruna çözüm bulmak zorunluluğu vardır.
ÜFE ve TÜFE arasında 2021 boyunca bir türlü kapanmayan makas, yüksek enflasyonun gelecek aylarda da vatandaş için sorun teşkil edeceğinin habercisidir.
Enflasyonun düşmesini zora sokan nedenlerden biri gıda fiyatlarındaki gelişmelerdir. Ülkemizdeki hanehalkı harcamalarında yüzde 26’ı aşkın bir ağırlığa sahip olan gıda harcamaları, aynı zamanda enflasyonu etkileyen ana etkinin de kaynağıdır. Öyle ki Aralık ayın enflasyon bülteninde yıllık düzeyde yüzde 43,80’lik artışı ile en fazla artış gösteren harcama grubu olmuştur. Maalesef gıda fiyatları tüm dünyada hüküm süren kuraklığın etkisiyle hem dünya da hem de ülkemizde artmaktadır. Hanehalkları için fiyat esnekliği düşük olan bu mal grubunun fiyatlarının önümüz yıl içinde düşmesi beklenmemektedir. Belki, iktisadi yorumcuların her zaman yaptıkları gibi, yaz aylarında tarımsal üretimin arttığı dönemlerde bu fiyatların düşeceğini beklemek doğru gibi görülebilir. Ancak bu sene yaşadığımız gibi, TL’nin aşırı değer kaybettiği, yurtdışında tarımsal mal talebinin yüksek olduğu koşullarda yerel düzeyde üretilmiş bu malların ihracatı yine önem kazanabilir. Bu da, ister istemez yurtiçi gıda fiyatlarının istenmese de artmasına yol açabilir. Ülkemiz bakımından bir diğer önemli yapısal sorun ise, tarımın giderek daha çok ithalata bağımlı olması ve kur dalgalanmalarının yarattığı risklere açık olmasıdır. Bu artışı durduracak arz yönlü bir gelişmenin kısa dönemde gerçekleşme ihtimali düşüktür.  Bunca sene önem verilmeyen, ithalata ezdirilen, dışa bağımlılığı arttırılan tarım sektörünün, bu konuda enflasyona çok fazla katkıda bulunacağını düşünmek de çok zor. Öte yandan enerji emtia piyasalarındaki yüksek fiyatlar da, dışarıdan ithal edilen enflasyon gerçeğinin 2022 yılında da sürmesini sağlayacak gibi görülüyor. Yine ara mal ve sermaye malı ithalatımızın önemli ülkelerinden olan ABD ve AB üretici fiyatlarından hüküm süren enflasyon, bir noktadan sonra bizim gibi gelişmekte olan ülkelere de ister istemez sirayet etmektedir. Bu konuda da umut verici gelişmeler işaret şimdilik yok. Bunlar ülkemizde 2022 yılında oluşması muhtemel enflasyona dışarıdan gelecek olan etkilerin kısa bir özeti. Bu konunun TÜFE bakımından önemi ise, hanehalklarının harcamalarının yüzde 15’inden fazlasını teşkil eden ulaştırma harcamalarının da enerji fiyatlarına olan bağımlılığındandır. Dolayısıyla petrol fiyatlarının gerek uluslararası piyasalardaki artışı, gerekse TL’nin değer kaybı neticesinde daha da artma ihtimali bulunmakta, bu da TÜFE enflasyonu üzerinde arttırıcı yönde bir etki doğurmaktadır. Bunun bu yıl da devam etmesi muhtemel. Bu her iki mal da Türk hanehalkı için zaruri ve fiyat esneklikleri düşük mallardır.  Bu malların maruz kaldıkları fiyat artışları, sabit gelirlilerin harcamalarının parasal değerini arttırırken, kaçınılmaz olarak miktar olarak azalmasına yol açacaktır. Bu da hanelerin, özellikle de düşük gelir grubunda yer alan hanehalklarının fakirleşmesi anlamına gelecektir. Elbette enflasyonun bir de bize özgü nedenleri var. Dış dünyadaki gelişmelere bir şeyler yapabilmek mümkün değil. Ama bizden kaynaklanan nedenleri ortadan kaldırmak bizim, daha doğrusu TCMB’nin elimizde.
Eylül ayından beri uygulanılan “yüksek faiz neden, enflasyon sonuç” şeklinde ifade edilebilen düşük faiz politikasının enflasyona beklendiği yönde değil de daha çok tersi yönde etki ettiği tüm açıklığı ile görülmektedir.
Öncelikle Eylül ayından beri uygulanılan “yüksek faiz neden, enflasyon sonuç” şeklinde ifade edilebilecek düşük faiz politikasının enflasyona beklendiği yönde değil de, daha çok tersi yönde etki ettiği tüm açıklığı ile görülmektedir. Bundan ivedilikle vazgeçilmelidir. Ancak bu konuda irade TCMB’de olmadığı için, bu durum ülkemiz bakımından “yapısal bir sorun” halini almıştır. Bu da enflasyonun gelecek aylardaki seyrini olumsuz yönde etkileyen önemli bir risk faktörü olacaktır. Bu görüşe sahip siyasi iradenin nasıl ikna edileceği ise bir muamma. Önümüzdeki günlerde enflasyonun izleyeceği yön bakımından önem arz eden önemli bir husus da, enflasyonist beklentilerdeki bozulmadır. Bu bozulma geleceğe yönelik enflasyon beklentilerinin kronik bir şekilde artması olarak ifade edilebilir. Dahası, bu beklentilerin ataleti enflasyonla mücadelede baş edilmesi gereken ciddi bir sorundur. Böyle bir politikanın ortaya konulmaması, yukarıda bahsettiğimiz iktisadi nedenler olmasa bile, gelecekteki enflasyonun sadece bu kötü beklentiler sebebiyle daha yüksek çıkmasıyla sonuçlanabilir. Sermaye hareketlerinin serbest, kurların esnek olduğu sistemlerde, enflasyonla mücadelenin en önemli unsuru beklentilerdir. Böyle bir kurumsal yapı içinde yapılması gereken beklentileri iyileştirmek ve bunun içinde beklentileri birtakım ekonomik ve siyasi çıpalara bağlamaktır. 2001 kriz öncesi ülkemizde, başarısız bir şekilde uygulanan kur çıpası uygulaması ve enflasyon hedeflemesi gibi para politikalarının amacı budur.
Enflasyon hususundaki karamsarlık, TCMB’nin bir çıpaya bağlı net bir para politikasına sahip olmaması ve izlenilen para politikası benzeri uygulamaların genişleyici özelliğinden dolayı enflasyonu arttırıcı bir etkiye sahip olmasıdır.
Yeni bir yıla girerken enflasyon hususunda bizi karamsarlığa yönelten temel unsur, öncelikle TCMB’nin bir çıpaya bağlı net bir para politikasına sahip olmaması ve izlenilen para politikası benzeri uygulamaların genişleyici özelliğinden dolayı enflasyonu arttırıcı bir etkiye sahip olmasıdır. Para politikasının kurumsal çerçevesi belli olmayan bir bankanın, enflasyonla mücadelede net bir duruş da sergileyememesi, maalesef mevcut beklentilerin iyileşmesine imkân sağlamıyor. Uluslararası iktisadi sistemin doğurduğu riskler veriyken, daha düşük enflasyon oranlarına ulaşabilmek için beklentimiz, öncelikle siyasetin kontrolünden kurtulmuş bir merkez bankası, liyakat sahibi bir yönetim, enflasyonla mücadelede kararlı bir duruş ve her şeyden öte, bu mücadeleye uygun ve ülkemize özgü riskleri gözeten bir kurumsal çerçevede uygulanacak para politikasıdır.  Böyle bir kurumsal çerçevenin en önemli unsurlarını ise, beklentilerin sabitleneceği birtakım ekonomik ve siyasi çıpaların tespit edilmesidir.  Bu çıpaların en önemlisi yönetimdeki iktisadi anlayışın da değişimine yol açabilecek olan bir erken seçim kararıdır. Bunlar olmadan başarılı bir mücadelenin ortaya konulması mümkün olmayacaktır.