Enes’in sesi olmak zorundayız..
Dindar aileler çocuklarının dini eğitimi almaları hususunda ne kadar haklılarsa, dindar bir yaşam sürmelerini istemeleri hususunda bir o kadar haksızlar. Muhafazakâr kesimin en büyük handikabı çocuklarını birey olarak kabul edememesi.
Bir insanın çözümünü bulamadığı sorunları karşısında intiharı seçmesi kalanlar için çok yıkıcı…
Enes bu dünyaya vedasını sessiz yapmadığına göre birilerimiz onun -maalesef ki- olmayan sesi olmak zorundayız. Bunun için kan bağımızın olmasına gerek yok. Zira bazı insanlarla kurduğunuz gönül bağı, kan bağından çok daha güçlüdür. Sadece Enes de değil hakkını savunmamız gereken… Hiçbir cemaate veya siyasi partiye mensup olmayan gençlerimizin gelecek kaygısı var. Yıllarca bin bir emekle, fedakârlıkla okul okuyup yetmeyip karşısına çıkarılan KPSS’ye “Peki” deyip girip iyi puanlar almasına rağmen yine de atanamayan öğretmenler, KPSS’de kendi alanında Türkiye derecesi yapmasına rağmen mülakatta elenen gençlerimiz var bizim…
Günlerdir Enes’in intiharından kimin sorumlu olduğunu konuşuyoruz… Ailesinin ve sosyal çevresinin acısına saygı duyduğumu belirterek ben de düşüncelerimi yazmak istiyorum… Aile-cemaat-devlet üçgeninde yapılan sorumluluk tartışmasında öncelik ailenin olmakla birlikte sorunun toplumsal bir yara olduğunu düşünüyorum. Baba Mehmet Kara’nın "basında yer alan haberler için yayın yasağı getirme ve suç duyurusunda bulunma" taleplerini ise oğlu Enes’in anısına saygısızlık olarak görüyorum.
Geçtiğimiz günlerde okul öncesi din eğitimi ile ilgili tartışmalarla ilgili bir yazı kaleme almış, ailelerin çocuklarını istediği gibi yetiştirme hakkına sahip olduğunu yazmıştım. Yazıma birçok eleştiri geldi. Bazen birbirimizin dünyasına çok yabancı olduğumuzu düşünüyorum... O kadar ki, küçük çocuklara verilecek eğitimin içeriğini konuşacak seviyeye dahi gelemedik.
Bugünkü yazıma da bizzat kendi sosyal çevremden eleştiriler gelecek, biliyorum. Lâkin gencecik bir insanın yaşam sevincini öldüren anlayışı sorgulamamız gerektiğine inanıyorum.
Dindar aileler çocuklarının temel dini eğitimi almaları hususunda ne kadar haklılarsa, dindar bir yaşam sürmelerini istemeleri hususunda da bir o kadar haksızlar… Muhafazakâr kesimin en büyük handikabı çocuklarını birey olarak kabul edememesi… Başörtüsünü çıkaran kadınlarla ilgili yaptığım araştırmada, başını açan genç kızlarına “Ölsen daha iyiydi” diyebilen aileler var içimizde.
Enes’in durumu da çok farklı değildi anladığım kadarıyla… Oğlu aileye Allah’ın emanetiydi… Aile oğlunu cemaate emanet etti. Babanın ifadelerinden anladığımız kadarıyla “cemaattekiler iyi insanlardı”.
Peki, bu durumda sorulması gereken tek bir soru kalıyor. “Emanete hıyanet eden kim?”
Bu sorunun cevabı “Her şey iyiydi hoştu, Enes’in psikolojik sorunları vardı…” olarak verilecekti muhtemelen. Ve muhtemelen Enes de bunun olmaması için geride video bıraktı.
Enes’in 20 yaşında yetişkin birey olmasının veya ailesinin isteklerinin ona ağır gelmesinin babasının ve cemaattekilerinin umurunda olduğunu düşünmüyorum. Ruh hâli mi bozuk? Düzelir… Canı mı sıkılıyor? Geçer… İbadetler ağır mı geliyor? Şeytan bırakmıyordur... Okul, dersler yoruyor mu? Gençliktir, geçer… Öyle ya; sonuçta doktor olarak dünya hayatını, cemaatte kalarak da ahiret hayatını kurtaracaktı Enes… Ezber yaklaşımlar, ezber yaşamlar.
Zaman zaman cemaat evlerinde yaşanan taciz, tecavüz veya daha geniş anlamda istismar olaylarındaki yaşanan sessizliğin Enes’in ölümünde de yaşanması hiç adil değil.
İnanan birinin, “din zarar görür” gerekçesiyle sessiz kalmasını, insan hayatını ve onurunu yok saymasını ne aklım, ne vicdanım ne de inancım kabul ediyor.
Enes’in vedasının tüm muhafazakâr ailelere ders olmasını dilerim… İktidar ve yerel yönetimler için de aynı şekilde… Gençler için yeterli sayıda yurtlar yapılır ve burs verilir ki, gençlerimiz istedikleri yerde kalabilsinler… Ailesinin parası yok veya sırf ailesi öyle istiyor diye kendilerini özgür ve rahat hissetmedikleri yerlerde kalmasınlar.
Lütfen artık sadece konuşulmasın, somut bir şeyler yapılsın.