Enes Kara, Cemaatler, Muhalefet ve Twitter

Abone Ol
Muhalefet ne yaparsa yapsın yaklaşık %25-30 bandı bu nepotist kültürel sınıf çözülmüyor, hatta ekonomik kriz dahi şu aşamada onları çözemiyor zira onların kültürel kimlik gibi görünen tüm dertleri aslında bir kayırmacılık kültürünün bir arada tuttuğu konsolidasyona dayanıyor. Enes Kara’nın elim vefatı hepimizi derinden üzdü. Bu elim hadiseden hareketle üç temel meseleyi yeniden düşünmemiz gerekiyor. Birincisi yeni dünyanın yeni nesilleriyle eski dünyanın ataerkil aileleri arasındaki özgürlük, özerklik ve bağımsızlık mücadelesine dayanan, esasta hayatı kurtarma çabasıyla malûl kuşaklar arası savaş. İkincisi muarız araçsallıkları yüzünden toplumsal bir yara haline gelmiş cemaatlerin siyasal sistem ve eğitim içindeki yerini yeniden sorgulamak. Üçüncüsü kamunun ve devletin, burs ve yurtlar üzerinden eğitimdeki rolünü yeniden tartışmak. Kuşaklar arası çatışma değil savaş Birinci mesele, ailelerle çocukları arasında doğal bir gerilime dayalı biçimde yaşanan, her dönemin olmazsa olmazı, gelişimin de gerilime dayalı motivasyonu sayabileceğimiz ve bir o kadar da tabii bir kuşak çatışmasından öte iki kuşak arası bir savaşı andırıyor. Kuşak çatışması ailenin de çocuğun da hayatın içinde bir aktör olarak kabul edildiği tabii bir gerilimli sürecin ifadesidir. Kuşak savaşı ise hayatın içinde ve dışında aktörlerin, hayatta kalmak ya da hayattan düşmekle sonuçlanabilecek, şiddeti ve frekansı çok daha yüksek bir mücadelesinin ifadesi sayılabilir. Kuşaklar arası bir çatışmadan değil artık neredeyse kuşaklar arası bir savaştan söz edebiliriz. Hayatın tam da içinde ve ortasında duran çocuklarla artık hayatın dışında kalmış ailelerin savaşından bahsediyoruz. Siyasal sistem içindeki aktif özneyi etken biçimde temsil eden çocuklarla/gençlerle siyasal sistem dışında kalmış, edilgen ve nesneleşmiş aile aktörlerinin ancak kuşaklar arası bir savaşı söz konusu olabilir. Bu kuşaklar arası savaş, tabii bir kuşak farkı geriliminden öte kuşakların birbirlerinin doğrudan varlıklarına, siyasi sistemdeki aktörlüklerine, sosyal ve dini tercihlerine kast ettikleri adeta bir ölüm kalım meselesini andırıyor. Çocuklar özgürlük ve özerkliklerini ebeveynlerin baskısıyla yitiriyor, bu değerleri ailelerine karşı korumak adına çıktıkları bu yolda, mesele hayatın içinde aktörler arası bir çatışmayı aşarak hayatın içinde ya da dışında kalmaya ve hayatı kurtarmaya çalışan topyekûn bir savaşa dönüştüğünden sonuçları da büyük oluyor. Buna yeni nesillerin bazen gücü de takati de yetmeyebiliyor…  Toplum sekülerleşirken devlet modernleşemiyor Hayat memlekette son yıllarda çok hızlı değişti. Ulusal ve küresel iletişim inanılmaz arttı, metropollerde hatta taşrada dahi kamusal alan büyüdü ve sekülerleşti. Tartışma ve etkileşim sosyal medyada devasa boyutlara erişti. Taşıdığımız dini, etnik ve mezhebi kimlikler birer ideolojik araç olmaktan çıkarak sembolik kültürel bir enstrümana dönüştü. Kimliklerimizin diyalog ve beraber yaşama kültürünü örseleyen marjinal ve ideolojik tarafları yeni nesillerle beraber büyük ölçüde budandı. Toplum yeni nesillerle beraber gümbür gümbür sekülerleşiyor, bu sekülerleşme hem ekonomi politiği hem teoloji politiği hem de hukuk politiği içeren bir sekülerleşme olarak görünüyor. Tüm bunların tetikleyicisi, sekülerleşmeye karşı devlet eliyle ön almaya çalışan siyasi iktidarın yarattığı buhran ve siyasi tahakküm. Bütün bunlar devletin otoriter sosyal ve siyasal tahakküm şiddetine mukabil aynı şiddette tabandan yükselen bir hürriyet reaksiyonunu gösteriyor. Yaklaşık yüz elli yıldır aktif bir modernleşme kriziyle boğuşan bu ülke, geçmişte devletin modernleşme hamlesine karşı toplumsal sekülerleşme direnciyle karşılaşmıştı. Bugün yeni nesillerle gelişen toplumsal sekülerleşme eğilimine karşı da devletin modernleşme direnciyle karşılaşıyoruz. Devlet modernleşirken geçmişte bu modernleşmeyi taşıyacak toplumsal doku gerek siyasi gerek iktisadi olarak sekülerleşemiyordu; şimdi toplum sekülerleşirken bu seküler aksiyonu kurumsallaştıracak ve hukuki güvence altına alacak olan devlet modernleşemiyor. Ne yazık ki her daim bir modernleşme-sekülerleşme senkronizasyon krizi yaşıyoruz. Bu durum gelecekte yeni bir krizi de gösteriyor. Cemaatleri kapatamayız ama rollerini sınırlayabiliriz Cemaatlerin devletle vatandaş arasında yatay ve aracı ikincil sivil toplum kurumları olması gerektiğini, bunun demokrasiyi geliştireceğini ve sağlamlaştıracağını iddia eden başta Şerif Mardin’in tezleri olmak üzere tüm kültüralist tezler, geçtiğimiz on yılda sınanarak büyük bir gümbürtüyle çöktü. Cemaatler devletle birey arasında yatay ikincil kurumlar olamadıkları gibi dikey kimlik taşıyıcısı vasfı ile demokrasi içi ayrılıkları derinleştirdi. Maddi tüm kaynakları da devlet olduğu için sivil hayatın taşıyıcı bir kolonu değil, devletin toplumu istismar aracı ve aparatı pozisyonuna geldiler. Cumhuriyetin vatandaşlık tanımı üzerinden devletin birey ile aracısız ilişki kurmasına yarayan, bir mutabakat zemini olarak varılmak istenen “eşit hukuki statü” zeminini de yaraladılar. Toplum olmayı topluluklara, kamusal menfaati zümre menfaatine, kazanılmış kamusal hakları lokal imtiyazlara kurban etmenin kullanışlı araçları haline geldiler. Cumhuriyetle birlikte iyi kötü yol alınmış, “Cumhuriyet idealizasyonu ile Kemalist praksis” arasındaki makasın kapatılması adına büyük bir tecrübe biriktirmiş olan siyasal sistemin onarılması gereken her ne açığı varsa cemaatler, bunların hepsini modern öncesi geleneksel sınırsız gücün, istismarın, kayırmanın ve ayrıcalıkların kucağına geri ittiler. Onarmak şöyle dursun, cemaatler aracılığıyla egemen güçler, bu ülkede sosyal, siyasal ve hukuki yarayı modern öncesine geri döndürerek telafisi zor biçimde derinleştirdiler. Tüm bunlara rağmen sosyal hayatın içinde bir vakıa olarak duruyorlar. Mamafih vakıayı kurguya, legal olanı illegale, yer üstündekini yer altına itemeyiz. Cemaatleri ve tarikatları kapatamayız, bu onların -bugün siyasal iktidarın taviziyle denetlenemese bile- yarın denetlenebileceği ve şeffaf süreçlere bağlanabileceği meşru zemini elimizden alır. Gelecekte yapılacak ilk şey, cemaatlerin sıkı bir şekilde denetlenmesi ve eğitimle arasındaki bağın tavizsiz kesilmesidir. Devlet ve belediyeler aracılı yani kamudan cemaatlere kaynak aktarımının yasal bir düzenlemeyle önüne geçilmesidir. Böylelikle cemaatlerin maddi kaynakları kamudan tahsis edilmeyecek, sivilleşmek istiyorlarsa gerçek bir sivilleşmenin teminatı olarak kendi kaynaklarını kendilerinin yaratmasının da yolu açılmış olacaktır. Devlet imkânlarıyla iktidarların cemaatler eliyle kayırmacılık üreterek yarattıkları kendi nepotist kültürel sınıfına da büyük bir darbe vurulacaktır. Eğitimdeki cemaat ağı da büyük ölçüde kırılacak, yurt açmaları ve öğrenci desteği de son bulacaktır. İkincil aracı kurumlar olarak yerel yönetimler Demokrasinin tabana sağlıklı ve yatay bir modelle yayılması adına merkezle taşra, devletle birey arasındaki ikincil aracı kurumlar olarak yerel yönetimleri öne çıkarabiliriz. Vatandaşlık üzerinden bir sosyal mutabakata yaslanmakla beraber aracı dikey kimliklere ihtiyaç olmadan kamunun öne çıkarılması, cumhuriyetin vatandaşlık ve eşit hukuki statü hedefine yönelik yine kamu aracılığıyla aynı zeminden türeyen ve cemiyet olma halini onaran bir çözüm vadedebilir. Yerel yönetimler, eğitimde öğrencilere kamu kaynaklarıyla kayırmacılıktan arındırılmış biçimde burs ve yurt temininin güvencesi olabilir. Bu şekilde sivil toplum görünümünde ama kaynakları itibariyle sivillikle alakası olmayan cemaatlerin, nepotist kültürel sınıfları korumak adına sürekli istismar ettiği bu döngüyü kamu elinde toplamak çok daha sağlıklı olabilir. Muhalefetin rolü üzerine Muhalefet son dönemde twitter gibi nitelikli bir kamusal alanın gündelik hadiselere verdiği muhalif tepkinin gerisine düşüyor. Bu durum aslında çok doğal, zira sokak ve hayatın gerçekleri, eğitimli orta üst sınıf şehirli seçmenlerden oluşan twitter ile aynı paralel zeminde bir muhalefet ruhunu çoğu zaman yaşamıyor. Dolayısıyla sosyal medyadaki muhalefet, siyasi muhalefeti doğrudan ihtar etme vasfı taşıdığı gibi onu radikalliğe de zorluyor. Sosyal medya muhalefetinin gerisinde kalmak bu açıdan çoğu zaman avantaj aslında ancak sokaktaki toplumsal muhalefetin gerisine düşerseniz bu dezavantaj olabiliyor. Bu çizgiyi iyi tutturmak lazım, twitter muhalefetinin gerisinde olmak çoğu zaman muhalif makuliyeti, toplumsal muhalif hayatın ilerisinde olmaksa siyasi aksiyonu güçlendirebilir. Böylece makul ancak aksiyonu yüksek bir merkez muhalefet çizgisini de tutturabilirsiniz. Nepotist ve Meritist Kültürel Sınıf Memlekette son dönemde üretim ilişkilerinden bağımsız iki kültürel sınıf oluştu. İktidarın sunduğu kayırmacı kaynaklarla piyasa rekabetinin dışında hayatını kuran, çoğunlukla ekonomi dışı diyebileceğimiz nepotist bir kültürel sınıf var. Bunlar ekseriyetle doğrudan sosyal yardımlarla ayakta duran yoksul kesimlerle, haksız rant dağıtımıyla zenginleşen kesimler. Bunun karşısında duran kayırmacılıktan azade veya kayırmacılık karşıtı, piyasa içinde alt orta, orta ve üst orta gelir gruplarından müteşekkil; kendi emeği, yeteneği ve rekabetiyle ayakta durmaya çalışan eğitimli şehirli kesimlerin meritist kültürel sınıf var. Muhalefet ne yaparsa yapsın yaklaşık %25-30 bandı bu nepotist kültürel sınıf çözülmüyor, hatta ekonomik kriz dahi şu aşamada onları çözemiyor zira onların kültürel kimlik gibi görünen tüm dertleri aslında bir kayırmacılık kültürünün bir arada tuttuğu konsolidasyona dayanıyor. Muhalefet bu nepotist kültürel sınıfı merkeze alarak endişeli grupların kültürel kimlik hassasiyetine dokunmayayım derken, hem o grubun kayırmacı kaynaklarla üretilmiş imtiyazlara dayalı hassasiyetlerini tatmin edemiyor ve tercihlerini değiştiremiyor hem de meritist kültürel sınıftan itibar ve puan kaybediyor. Endişenin merkezini “nepotist kültürel sınıf”a odaklanarak kurmak yerine kamusal menfaat ve haklar üzerine kurmak; ihmal edilen ve doğal muhalif seçmen zannedilen orta gelir gruplarını temsil eden “meritist kültürel sınıfı” da siyasal endişeye dahil etmek muhalefetin de memleketin de elini rahatlatabilir.