Endişelenmelisiniz

Abone Ol
Bir insan aynı anda hem muhafazakarların hem de modernlerin endişesini sahiplenebiliyor. Bana göre, bugün “demokrat” olabilmenin temel koşulu bu: Başörtüsünü ve festivalleri aynı anda, aynı samimiyet ve kararlılıkla savunabilmek.

Loading...

AKP’nin ilk üç yılı, evrensel değerleri kendine kalkan yapıp iktidara çöreklenmiş askeri vesayeti yerinden etmeye çalışarak geçti. Bu dönemin belki de en simgesel kararı, uluslararası hukukun iç hukukun üstünde olduğunun 90. maddenin beşinci fıkrasına eklenmesiydi. İktidar, yüzünü Batı’ya çevirip “Kopenhag” dedikçe, “Maastricht” dedikçe oylarını artırıyor; Baykal CHP’si ise hiçbir surette AKP’ye karşı bir siyaset üretemiyordu. Kendini başörtüsüne hapseden ana muhalefet, gözünü de ordunun üst kademesine dikip ışıklar açık mı kapalı mı diye beklemeye başlayınca AKP’nin oylarının kartopu gibi büyüdüğünü gördük. Erdoğan, 2007’deki e-muhtıra’ya karşı dimdik dururken muhalefetin bazı sözcüleri “bu bildirinin elifi elifine arkasındayız,” minvalinde açıklamalar yapıyorlardı. “TSK da bir STK’dır,” gibi önermeler, “411 elin kaosa kalktığını” iddia eden manşetler almış başını gitmişti. Ana muhalefetin siyasetten tamamen silindiği bu ortamda, kendilerini “modern” diye tanımlayan insanlar siyasette yalnızlaştıklarını hissettiler. Ve, “endişe” başladı. İlhan Selçuk’un gazetesi “Tehlikenin farkında mısınız?” diye reklam kampanyaları yapıyor, Bayrak Mitinglerinde tuhaf pankartlar taşınıyor, hukuk bilmez hadsiz bir savcı hukuku ayaklar altına alarak AKP’ye kapatma davası açıyordu. Siyaset üreterek mücadele edemediklerinde vesayetin son temsilcilerine sarılıp onlardan gayrimeşru bir destek bekliyorlardı. İlk kez o günlerde “endişeli modernler” diye bir kavram girdi hayatımıza. Derken, bence muhalefet en ölümcül hatasını yaptı ve iktidarından bugünkü baskıcı rejime dönüşebilmesinin yoluna taşları kendi eliyle döşedi. “Özbudun anayasasını” kabul etmemekle muhalefet belki de siyaseti denetimsiz şekilde iktidara bırakmıştı. Bugün şikayetçi olduğumuz ne varsa o gün önlenebilirdi, kurumsal olarak bu mümkündü ama ucuz muhalefet en büyük fırsatları berhava etmişti. İktidar, denize dökülen yağ gibi siyasetin merkezine yayıldıkça yayılıyordu. Modernler, endişelenmekte bütünüyle haksız değillerdi çünkü onları temsil edecek bir siyaset yoktu, kalmamıştı, sadece onların ürperişleri üzerinden konumunu muhafaza etmeye çalışan sahte bir muhalefet vardı. Kelli felli adamlar ilkokul önlüğü takıp Andımızı okuyor, yetmiyor, adlarının başına “TC” ibaresini koyuyorlardı. “Endişeli modernler”, kendileri adına iktidara her gün kin kusan Sözcü’nün etrafında bir araya gelerek endişelerini paylaştılar. Bu endişe, paylaşıldığı ölçüde yatışsa da büyüdü ve edilgen ama yaşamı belirleyen bir tavra dönüştü. Her seçimde CHP’ye gözü kapalı oy verdikleri halde, işi her seçim AKP’ye oy veriyorlar diye Orta Anadolu’dan nefret etmeye kadar götürenler vardı. Ne zaman ki Kemal Kılıçdaroğlu, “dostlarımızla beraber iktidara yürüyoruz” formülünü geliştirdi, modernlerin endişesi pek duyulmaz oldu. “Endişenin” yerini “özgüven” almıştı, çözüm önerileri getirilmeye, her kesime seslenilmeye başlanmıştı, sandıklara sahip çıkılması gerekiyordu ve modernler endişelerini bir kenara bırakıp ellerinden geldiğince siyasette aktör olmaya karar verdiler. Endişe gibi özgüven de bulaşıcıdır, CHP bundan altı-yedi sene önce hayal edemeyeceği bir seçim zaferi ile hem Ankara’yı hem de İstanbul’un yönetimini kazandı. İstanbul’un kaybı, zamanın özgüvenlilerinin endişelenmesine yol açtı. Bir baktık ki belediye nimetlerini yitiren bazı gazeteler derhal kapandı. Tahterevalli on küsur yıl sonra tersine kalkıyor, muhalefet ve “modernler”  özgüvenle siyasetin merkezine yürüdükçe muhafazakarlar endişeleniyordu. Bakmayın kuru gürültücülere, yirmi senede Türkiye birçok şey kazandı. Bunların başında da darbenin bir çözüm olduğu düşüncesini artık herkesin terk etmesi geliyor. Artık darbeden medet umana deli gözüyle bakılıyor ülkede, “darbe on, şeriat elli sene geri götürür” gibi absürt söylemleri kimse dillendirmiyor. Sorunlar bitmiş değil tabii, işte bin bir sorun ve baskı içinde yaşamaya devam ediyoruz. Ama ülke belki de hiç görülmedik şekilde aşılanıyor, Altılı Masa’nın birlikteliği de bir anlamda bu aşılanmanın sonucu, farklı görüşlere sahip olsak da aynı masanın etrafında konuşabilir, birbirimizi dinleyebiliriz, diyor liderler. Muhafazakarların yirmi sene süren iktidarının sonuna gelmekte olduğumuz bugünlerde artık “endişeli muhafazakarlar” diye bir terim var siyasi hayatımızda. Yirmi senelik kazanımları kaybetmekten çekiniyorlar; başörtüsü yasaklanmasın, değerlerimizle alay edilmesin, devlet zorbalığı değerlerimiz üstünden bize çullanmasın. Özgüven böyle bir şey işte, Kılıçdaroğlu bu endişeli kesimle “helalleşme” yolculuğuna çıkmaya karar verdi. Baykal’ın “Çarşaflıya Altı Ok’lu rozet” aculluğundan Kılıçdaroğlu’nun bütün evlerin kapısını açan çağrısına geldi muhalefet. Velhasıl, zaman değişirken endişelerin de değişmemesi kaçınılmaz. Geçen hafta, Halk TV’de Ahmet Davutoğlu’nu izlerken bir sözünü not ettim. Mezunu olduğu Boğaziçi’nde yapılanları hatırlatırken “bu açıdan ben de endişeli modernim,” dedi. Oysa, bir dakika önce de “kazanımların teminatı bizzat biziz, benim olduğum yerde bir daha kimse 28 Şubat benzeri bir zulmü gerçekleştiremez,” demişti. Demek ki, endişeli muhafazakarlar ile endişeli modernler artık iktidarın istediği ölçüde birbirinden bıçakla kesilmişçesine ayrı iki kutup değil. Bir insan aynı anda hem muhafazakarların hem de modernlerin endişesini sahiplenebiliyor. Bana göre, bugün “demokrat” olabilmenin temel koşulu bu: Başörtüsünü ve festivalleri aynı anda, aynı samimiyet ve kararlılıkla savunabilmek. Davutoğlu, aynı programda iktidarın yaptığı yanlışların altını çizerken “çocuklarımızın geleceği için de endişelenmemiz gerekmiyor mu?” diye sordu. Çocukların yetersiz beslendiği, eğitim olanaklarından asla eşit derecede faydalanamadığı günlerden geçtiğimiz yetmediği gibi bir de siyasetin getirdiği ekonomik ve psikolojik sorunlar yığınının altında kalıyorlar. Yeni bir Türkiye, ne sadece endişeli muhafazakarların ne de sadece endişeli modernlerin endişelerinin giderildiği, onların mutlu olacağı bir ülke olacak. Herkesin kısa yoldan köşeyi dönmeye heves ettiği, emeğiyle, inovasyonla bir yere gelmesinin neredeyse imkansız olduğu, torpilin alıp başını gittiği, soru çalmanın vaka-yı adiyeden sayıldığı bir dönemde ebeveyn endişelenmekte haksız mı? “Endişeli ebeveyn”, bu iki kümenin kesişim alanında siyasetin onlara ulaşmasını bekliyor. Çocuklar herkesin çocuğu; iyi bir eğitim almak, yabancı dil öğrenmek, meslek sahibi olmak, dünyayı görmek, uluslararası rekabette açık olmak, sanattan zevk alabilmek herkesin çocuğunun hakkı çünkü.