En zor soru, kendine sorduğundur
Nazi ordusu, Fransa’yı işgal ettikten bir süre sonra Güney Fransa’ya ilerlemeseydi, muhtemelen Pirenelerdeki Lescun köyünde yaşayanların hayatlarında uzun boylu bir değişiklik olmayacaktı.
Şehir, kozmopolitliği temsil ederken özgürlüğü bu hercümerç içinde sunar.
Özgürsündür, çünkü kalabalıkla birlikte yaşıyorsundur, imkânlar çoktur, tercihine göre bir yaşam sürmenin önünde çok da bir engel yoktur.
Köy de sana coğrafi uçsuz bucaksızlığıyla bir özgürlük ortamı sunar.
Dağlara çıktıkça ufkun sonsuza uzar; ağaçlar, akarsular, ormanlar, ovalar, kırlar…
Kaybolursun tabiatın içinde.
Kendine minimini özgür derebeylikler kurmak ve dilediğince yaşamak için coğrafyanın enginliğine sığınırsın, coğrafya baskıyı kırabileceğin büyük bir araç olarak olanca cömertliğiyle önüne serilir.
Kasabalarsa en fenasıdır; ne kaçabilir ne de kaybolabilirsin.
Hayatını yaşanmaz kılan fikirleri bile zaman içinde benimsetebilir sana kasaba.
Anya’yı Berklerken, köyün coğrafi olarak özgürlüğü nasıl sunduğu müthiş yalınlıkla gösteren bir film.
Nazi ordusu, Fransa’yı işgal ettikten bir süre sonra Güney Fransa’ya ilerlemeseydi, muhtemelen Pirenelerdeki Lescun köyünde yaşayanların hayatlarında uzun boylu bir değişiklik olmayacaktı.
Peynirler yapılacak, şaraplar içilecek, ava çıkılacak ve kuzeydeki işgalin bitmesi beklenecekti.
Üretim ilişkileri değişmeyecek, tevarüs edildiği şekilde bir sonraki nesle aktarılacaktı.
Ama savaş, kural tanımazlığıyla gelip Lescun’un altını üstüne getirdi.
İşgalciler köye girdiklerinde onlara karşı koyabilecek yaşta bir erkek kalmamıştı.
İhtiyarlar, kadınlar ve çocuklarla doluydu köy.
Hiçbir direniş emaresi gözükmüyordu ama yine de tetikteydi Almanlar, “Yahudi avı” bütün Avrupa’da devam ediyordu, buldukları Yahudileri tutuklayıp toplama kamplarına gönderiyorlardı.
Benjamin, kendisini ölüme gönderecek trene binmekten son anda paçayı sıyırıp Anya’yı hiç tanımadığı birine emanet ederken onun bir gün büyükannesinin yanına geleceğini, orada yeniden buluşacaklarını umuyordu.
ÇOCUKLARI KURTARMAK İÇİN
Eğer başlarına bir şey gelirse orada buluşmak üzere sözleşmişlerdi.
Geçimsizliğiyle bilinen Horcada’nın evine sığındığında kayınvalidesinin kendisini saklayabilecek tek insan olduğunu biliyordu ve orada, kimselere gözükmemeye çalışarak Anya’yı beklemeye başladı.
Anya’yı Beklerken, sıradan bir köy halkının büyük bir dayanışma sonucunda bir araya gelmesini ve belki Lidice gibi haritadan silinme pahasına Yahudi çocuklarını Nazilerin elinden kaçırmasını anlatıyor.
Dağın öte yakası, savaşa girmeyen İspanya’ydı ve Lescun’dan yürüyerek o dağları aşmak mümkündü.
Benjamin, “başka Anyaların” hayatını kurtarabilmek için bu görevi edindi.
Kimsesiz çocukları ölümden kurtarmak için İspanya’daki güvenli bölgelere götürüyordu.
İşgalciler geldiğinde Horcada’nın evinde küçük çocuklar vardı, onları saklamak ve bir şekilde İspanya’ya kaçırmaktan başka düşüncesi, isteği yoktu.
Lescun, git git bir suç ortaklığını paylaşmaya başlamıştı.
Naziler dilediklerini yapıyordu, komşu köyden üç kişiyi idam etmişlerdi mesela ama Lescun’da ne direniş vardı ne de direnişçi.
Görünürde hiçbir şey yoksa da çocukları sınırın öte yakasına kaçırmak için hummalı bir faaliyet yürütülüyordu.
İlkel işaretleşmeler, ilkel planlar…
Ama köylüler birbirlerini anlıyor, bir şekilde çocuklara yiyecek, içecek götürüyor, barınacak yerler sağlıyorlardı.
Köyde bu kaçakçılığın başını çeken ise küçük bir çocuk olan Jo’ydu.
Vicdanlı bir çocuktu, yaşıtlarından farklıydı belki, birçoklarının umursamadan yanından geçip gittikleri olayların üstüne o kafa yoruyordu.
Bir ayı yavrusunun annesiz kalmasına yol açtığı için kendisini affedemedi ama o gün orada hayata bütün bakışı değişti.
Çocukları saklayan Horcada’nın alışverişini yapıyordu, ulaktı, ama daha bir sürü şeydi Jo.
Hiç bitmeyen enerjisini bir çocuğu daha kurtarabilmek için harcamaktan imtina etmiyordu.
Bu sayede, sadece Lescun’da değil elbette, yaklaşık yedibinbeşyüz çocuğun hayatı kurtulmuş.
Büyük cesaret gerektiren kahramanlık sahneleri bir yana büyük dramlara da yer verilmiş filmde: En sonda Benjamin’in yakalanması ve Anya’nın savaş bittiğinde geri döndüğü halde Benjamin’i bulamaması…
FAŞİSTİN İYİSİ OLUR MU
Bunlar bir ölçüde klişe tabii, başka film ve romanlarda da benzer temaları görürüz.
Ama bence, yine klişe olmakla birlikte, filmin en çarpıcı yeri Onbaşı’nın kartal izlemeye gittiklerinde küçük Jo’ya söyledikleriydi.
Klişeden kastım şu: Nazi ordusu kötüdür, işgalcidir ama “iyi Nazi” diye tekil bir insan vardır.
En iyi örnek de Piyanist’in sonunda, Szpilmann’ın hayatta kalmasını sağlayan Wilm Hosenfeld’di herhalde.
Onbaşı ile Hosenfeld arasında sanırım isteyerek bir bağ kurulmuş çünkü iki filmde de “iyi Nazi”yi oynayan adam Thomas Kretschmann.
Onbaşı, Anya’yı Beklerken’de kızının öldüğünü öğrenir ve büyük bir iç hesaplaşmaya girişir, yaptıklarıyla, yapmadıklarıyla yüzleşir.
Birlikte kartal izlemeye bir yamaca gittiklerinde Jo’ya içini döker.
“Kendime çok soru soruyorum ama bu işin kolay kısmı. Cevap vermek öyle değil.”
Burada ne yaptığını sorar kendisine.
“Sınırı koruyorum. Neden? Basit… Yahudilerin kaçmasını önlemek için. Peki, neden kaçmak istiyorlar? Korkuyorlar çünkü, hayatlarını tehdit altında hissediyorlar. Hayatlarını kim tehdit ediyor? Ben. Olur da yakalanırlarsa başlarına gelir? Toplama kamplarına gönderilirler. Orada ne oluyor peki? Buna nasıl cevap verirsin…”
Anya’yı Beklerken, 1942 yazında başlıyor.
Herhalde 43’ün sonlarına doğru, birçok etken, sıradan askerlerin çıldırıştan uyanmaya başlamasına yol açtı.
En aşırıya savrulanlar, Valkyrie’yi düzenleyip yaşananlara son vermek istediler.
Onbaşı onlardan biri değildi kuşkusuz, çok daha küçük bir dünyanın içinde, kendi acısıyla baş başa, geçen seneleri, müsebbibi olduğu ölümleri ve vahşeti düşünüyordu.
Onbaşı kaçırılmak üzere olan çocukları aslında yakaladı ama onları görmezden geldi, istese panjuru açabilir, içeri girebilir, onları orada öylece beklerken yakalayabilirdi.
Yapmadı.
Pirenelerde, bir küçük Lescun köyünde, sıradan insanlar kahramanlaşırken, üniformalılar da sıradanlaşmaya çalışıyordu.