Pazar Politik Gündem

En fazla ihtiyaç duyduğumuz anda diplomatik kabiliyetimiz zayıflatılıyor

Abone Ol
Türkiye’de diplomasi geleneği AKP iktidarıyla nasıl bir değişime uğradı? İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Prof. Dr. İlter Turan, AKP iktidarında diplomasi geleneğinin nasıl değiştiğini yazdı. Kısa bir süre önce yeni büyükelçiler kararnamesi yayınlandı. Dışişlerinde yakını olanlar bilirler, tayin kararnameleri büyük heyecan yaratır. Talibi çok olan, talibi olmayan postlar vardır. Acaba kim nereye gidecek diye herkes merak eder. AKP hükümetinin son on yılına kadar büyükelçiler genellikle hariciyedeki meslek memurları arasından seçilirdi. Meslek dışından gelenlerin atandığı, genellikle siyasi bakımdan ilk planda yer almayan birkaç post bulunurdu. Mesela Vatikan’a asker kökenli atmaların bile yapıldığını hatırlıyorum. Sonraları ilahiyat konularına hakim kişiler arasından atamalar yapıldı ki, herhalde doğrusu da budur.  Keza, atamanın yapıldığı dönemde Türkiye için birinci derecede önemi olmayan büyükelçiliklere de meslek dışından gelen ama yüksek bürokratik birikimi olan, çoğu asker kökenli kişilerin atandığı biliniyor. Bazen, uzmanlığı farklı olan bir kişinin büyükelçi atanması zorunlu da görülmüştür. Örneğin, Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’a verdiği maddi desteğin giderek artması üzerine harcamaların denetim altına alınmasına katkı verebileceği beklentisiyle eski Maliye Bakanlığı Müsteşarı Sayın Ertuğrul Kumcuoğlu’nun Lefkoşa’ya büyükelçi atandığını hatırlıyorum. Bir de son yıllarda kendisine büyükelçi titri verilen ama herhangi bir başkentte görev yapmayan büyükelçiler var. Bu kişilere büyükelçi sıfatı dış siyaset alanında hükümet adına iş yürütürken yetkili olduklarını göstermek için verilmiştir. Son yıllarda yapılan büyükelçi atama kararnamelerinde en bilinen vasıfları hükümete yakın olmak olan, daha önce sadece iktidar partisinde milletvekili veya benzer bir kapasitede hizmet vermiş bulunan, dış siyaset alanında hangi eğitim, birikim ve deneyimlere sahip oldukları konusunda kamuoyunun bilgi sahibi olmadığı bir kısım zevat büyükelçi yapılmışlardır. Bu kişilerin neden atandığı sorgulandığında, iki tür cevap alınmaktadır. İlkin, meslek memurları dışından büyükelçi atamasının Türkiye’ye özgü olmadığı, mesela Amerika’da bu yönteme sık başvurulduğu belirtilmektedir. İkinci olarak, dışardan atanan büyükelçilerin çok başarılı oldukları ileri sürülmektedir. İsterseniz, bu iki iddiaya da kısaca bakalım. Özellikle Birleşik Devletler’de meslek dışından büyükelçi atanması nispeten yaygındır. Özel nedenlerle büyükelçi yapılanlar bir yana bırakılacak olursa, Başkanlık seçimine cömertçe katkıda bulunan bazı varlıklı kesim mensuplarının büyükelçi atanması adeta geleneğe dönüşmüştür., Başkan seçilen kişi bu türden atamalar yoluyla bir yandan siyasi borçlarını öderken, diğer yandan da atadığı kişilerin şahsi imkanlarını ülkesinin temsiline tahsis etmesini beklemektedir.
İktidar ilk göreve başladığında yüzyıldır başarılı dış politika yürüten bir örgütü beğenmedi. Orta çapta bir gücün ihtiyatlı bir politika gütmesi gerektiğinin idraki içinde değildi. İhtiyatı cesaretsizlik sandı.
Fakat gözden kaçmaması gereken önemli bir husus var. Amerikan diplomatik temsilciliklerinin personel kadrosu geniştir. Dolayısıyla, sosyal temsil görevini büyükelçi üstlenirken, onun altında başta siyasi, tüm işleri yürütecek sağlam bir kadro bulunmaktadır. Türkiye büyükelçiliklerinin kadroları ise dardır. Büyükelçiden sonra gelen kişi genellikle siyasi işleri yönetecek rütbede ve birikimde değildir. Tek işi sosyal ilişkileri yürütmek olan büyükelçi modelinin böyle bir çerçevede işlemesi zordur. Büyükelçinin işinin ehli bir kişi olması gerekmektedir. Kaldı ki, bizim meslek dışı büyükelçilerin sosyal ilişkileri yürütecek imkan ve donanımlara sahip oldukları da tartışmalıdır. Dışardan atanan büyükelçilerin çok başarılı oldukları değerlendirmesinin ise hangi kıstaslara dayandırıldığını ise bilemiyorum. Bir ara, Dışişleri Bakanımız en başarılı büyükelçilerin dışardan atananlar olduğunu beyan buyurmuşlardı. Bu değerlendirmesinin inandırıcı bir gerekçesini ben bulamadım. Ama bu sözlerin işlerini başarıyla yapmaya çalışan meslek memurlarının şevkini kıran, itinasız bir değerlendirme olduğunu hemen söyleyebilirim. Halbuki Sayın Bakan, kendi örgütünün iyi çalışmasını, bunun için de personelin moralinin yüksek olmasını, yapılan işe değer verilmesini sağlamakla mükellef kişidir. Sırf kendi yaptığı atamaları savunmak için, meslek memurlarını istihfaf etmesi kötü bir yönetici olduğunu göstermekten öteye anlam taşımaz. Türkiye’nin şu anda karşılaştığı dış siyaset sorunları karşısında ezilmemesi için çok güçlü bir diplomasiye ve bunu uygulayacak ehil bir diplomatik kadroya ihtiyacı var. İmparatorluk döneminde kurulan ve bir bölümünü cumhuriyetin miras aldığı diplomat kadrosu her zaman ülkemiz siyasetinin temel direklerinden birini oluşturmuştur.  Bu kadro uzun vadeli dış politika planlaması yapabilmiş, elindeki dar imkanlarla ülkeyi çatışmalara bulaşmaktan korumuş, ülkemizi uluslararası camiada önemli yer işgal eden bir konuma konuşlandırmayı ve orada tutmayı başarmıştır. Türkiye sık sık iktisadi sıkıntılar yaşayan, dolayısıyla bünyesel zaafları olan orta güçte bir ülkedir. Bu durumda olan ülkelerin dış politikada yaptıkları hataları telafi etme imkânları sınırlıdır. Güçlü bir diplomasi kadrosu hatalarını asgari düzeyde tutmanın güvencesidir. Büyük güçler hata yapmakta daha özgürdürler; güçleri kayıplarını telafi etmelerini sağlar. Şu anda yaşadığımız değişkin uluslararası ortam hata yapmaya müsaittir. Her tarafımız ateş içindedir. Birbiri ile geçinemeyen, savaşan, canhıraş rekabet içinde olan aktörlerin hepsiyle iyi ilişkiler yürütmemiz gerekmektedir.  İktisadi imkânlarımız sınırlı olduğundan, dış siyaset hedeflerimizin yaygın maddi kaynak kullanılmadan yürütülmesi zorunludur. Uyuyan düşmanlarımızı uyandırmamak, saldırganları yatıştırmak, kimseyi kızdırmamak lazımdır. Bütün bunların yürütülmesinde titiz davranmaya ihtiyaç vardır.
Şu anda girdiğimiz karmaşık dış siyaset ortamı yetkinlikleri kendinden menkul zevatın yönetebileceği nitelikte değildir. Dışişleri’ne profesyonelliği geri getirmemiz gerekiyor.
Maalesef, yapılanlar bu söylenenlerin tersidir. İktidara mensup ama yetkinliği sorgulanabilir muhtelif merciler farklı demeçler vermekte, bazen bir tarafı bazen de herkesi kızdırmaktadırlar.  Türkiye halen kısa vadeli çıkar kovalayan, perakendeci ilişkiler yürüten bir ülke konumundadır.  Ülkemize güven duyulmamaktadır. Bir iki örnek verelim. İlkin hatırlayalım, kısa bir süre önce Tunus’ta cumhurbaşkanı parlamentoyu feshetme kararı alınca Türkiye kararı sert bir dille protesto etmiştir. Sonuçta Tunus’un dostları ülkemizi Tunus’un iç işlerine karışmakla suçlamışlardır. Tunus hükümetinin dostluğu yitirilmiştir. Buna karşılık, Türkiye’nin çıkışı doğrudan Müslüman Kardeşler Tunus şubesi olan EnNahda’ya destek olarak yorumlanmıştır. Türkiye bölgede yalnızlığa itilmesini Müslüman Kardeşleri desteklemesine borçludur. Son zamanlarda gerek Suudi Arabistan dahil Körfez ülkeleri gerek Mısır ile ilişkilerimizi düzeltmeye çalışırken artık Ihvancılıktan vazgeçtiğimizi kanıtlamaya çalışıyorduk. Davranışımıza bakanlar, hükümetin Ihvancılıktan vazgeçmediğini, yalan söyleyerek işlerini yürütmeye çalıştığına hükmedeceklerdir. Yeniden inşa etmeye çalıştığımız güveni kendi elimizle bozuyoruz. İkinci örneğimiz şu sıralarda pek sahip çıktığımız Lozan ve Montrö ile ilgili. Ukrayna Savaşı patlamadan önce hükümetimiz Türkiye’nin varlık belgeleri niteliğinde olan bu anlaşmaların vadesinin dolduğunu, değiştirilebileceklerini söylüyordu. Bilindiği gibi, bizim Yunanistan’la Ege ve Akdeniz’de muhtelif anlaşmazlıklarımız var.  “Müttefiklerimiz” ve “güçlü dostlarımız” bunları gidermemizi istiyorlar. Yapılacak müzakerelerde Türkiye’den özveri beklenecek ve korkarım ki, Lozan ve Möntrö’deki kazanımlarımızdan fedakarlık istenecektir. Üstelik, bu anlaşmaları siz zaten değiştirmek istiyordunuz diye karşımıza gelirlerse şaşırmaya hakkımız yoktur. İktidar ilk göreve başladığında yüzyıldır başarılı dış politika yürüten bir örgütü beğenmedi. Orta çapta bir gücün ihtiyatlı bir politika gütmesi gerektiğinin idrakı içinde değildi. İhtiyatı cesaretsizlik sandı. Diplomatlarımızın uluslararası görevin gerektirdiği yaşam ve ifade tarzlarını onlara “monşerler” diyerek aşağıladı. Bu tepkide iktidar mensuplarının dil ve yordam bilmemelerinin yarattığı kompleksin etkisini de sezmemek mümkün değildir. Ancak, şu anda girdiğimiz karmaşık dış siyaset ortamı yetkinlikleri kendinden menkul zevatın yönetebileceği nitelikte değildir. Dış İşleri’ne profesyonelliği geri getirmemiz gerekiyor. Başlangıç noktası, iç siyasetten devşirilen kadroları görevlendirmemek, görevlendirilenleri tedricen geri almak, işi liyakati esas alarak profesyonellere teslim etmektir. Yapabileceğimiz hataları düzeltme olanaklarımız ise giderek azalıyor. Ve maalesef en fazla ihtiyaç duyduğumuz anda diplomatik kabiliyetimiz zayıflatılıyor.