Empati çare değil tutsaklık

Abone Ol

Kendi mücadelesini veremeyen ve bu mücadeleyle kendine bir denge ve özgürlük alanı yaratamayanlar, kaçınılmaz olarak "empati" adı verilen bir aşağılama biçimine muhtaç bırakılırlar... 

Empati çağrısı "yüksek bir ahlaki olgunluğa" işaretmiş gibi görünse de, gerçekte hakkı yenilenleri, hak yiyenlerin bir gün kendilerini anlayabileceği ve böylece sorunun çözülebileceği rüyasına daldırır. 

Ve aslında temel amacı statükoyu korumak olan bir çağrıdır. Ebeveynleri ise neo-liberalizm ve post modernizm ikilisidir. 

Zira empati yapmak durumunda kalanlar  kural olarak toplumun en güçsüz, ezilen, mağdur edilen kesimleridir. Bir patronun işçiyle, bir erkeğin kadınla, bir beyazın zenciyle "empati" yapıp karşıdakini kendinle eşitlemesi  istisnanın da ötesinde zayıf bir olasılıktır. Ama tersinden  bir işçi patronuyla, bir kadın kocasıyla bol bol empati yapar..."Fabrika batarsa hepimiz batarız." Niye böyle... Çünkü karşıdaki güçlüdür. Çünkü empati yapmayıp dirense, başı olmadık belaya girecektir. 

Marks çok güzel söylemiş... 

"İnsan düşündüğü gibi yaşayamaz, yaşadığı gibi düşünür." diye. İşin özü bu. Ama şunu da eklemek gerek. Güçsüzler,  ezilenler çok uzun süre "yaşamadıkları gibi düşünürler". Ta ki bu durumu değiştirecek güce sahip olana/olduklarını fark edene kadar. 

Cioran'ın hoşgörüyle ilgili söyledikleri, empati için de aynen geçerlidir. Bu haller, bir gücün değil, tam aksine " sönmüş bir ateşin, bir dengesizliğin, enerji fazlalığının değil de noksanlığının sonucu"dur. 

Gücü elinde bulunduranlar asla empati yapmaz, empati güçsüze yönelik imal edilmiş bir teselli, bir telkin, hatta bir tutsaklık aracıdır. 

Empati olanaksız, helak edici bir reçete... 

Örneğin beyazlık kökleri derinde ırkçılığın şekillendirdiği  imtiyazlarla donatılmış bir varoluş halidir. Beyazlığı eleştirmek çevrenizdeki beyazların sizi dışlamasına yol açar. Bunu yapmaya yeltenen birçok beyazın başına geldiği gibi işinizi, mülkünüzü, ailenizi, arkadaşlarınızı hatta özgürlüğünüzü ve hayatınızı kaybedebilirsiniz. Bu nedenle, ABD’de kendilerine Irk Haini (Race Traitor. Neo-Abolitionist de deniyor) diyen bir grup radikal beyaz entelektüel, nihai hedefin beyazlığı tümden yıkmak ve ortadan kaldırmak olması gerektiğini savunuyorlar. 

Beyazlık henüz yıkılamadı ama geriletildi. Bu da karşılıklı empatiyle değil, "beyazlığının haini" beyaz tenlilerin de kısmen desteğiyle ama temelde siyahların kendi varlık ve eşitlik mücadeleleriyle. 

Yani... 

Empatinin yapmaya çalışan için de, yapılan için de olumlu sonuç üretme şansı yoktur. Çok daha önemlisi, herkesi, özellikle de güçsüzleri kendisi olmaktan uzaklaştıran bir etmene dönüşür. 

Anlamak ile onaylamak arasındaki çizgiyi silikleştirmemek lazım. Oysa empati bizi karşıdakini anlamaktan öte olduğu gibi kabul etmeye çağırıyor...O zaman da bu yöntemin pek bir başarı şansı olmuyor. Başarısız bir yöntemde ısrar etmek ise aksine umutsuzluğu, hayal kırıklığını, öfkeyi ve düşmanlaşmayı besliyor. 

Dolayısıyla empati, -yani yerine koyma/karşıdaki gibi düşünmeye çalışma- anlamayı çok aşan, hem bir yanılsamaya dayanan, hem de ilişkileri hastalıklı ve dengesiz kılan bir yöntemdir.. 

Oysa kendi olmak ve kendisi için mücadele etmektir aslolan. Ve bu mücadele, sonuçta  bir dengeye götürür. Denge herkesin kendi gücünün farkına varması ve kullanması ama karşıdakinin gücü nedeniyle de başat olamaması demek. En önemlisi de karşıdakinin etik çaba ve rızasına muhtaç olmamak demek. Bu ise mülkiyet, etniklik, din,cinsellik vb alanlarındaki mevcut güç temerküzlerinin ve hiyerarşik ilişkilerin ilgasıyla mümkün. 

İşte o zaman herkes kendi şarkısını özgürce, kimsenin empatisine muhtaç olmadan söyleyecektir. 

Sonuçta herkesin kendi şarkısını söyleyeceği ama karşıdakinin şarkısını da boğmayacağı -hatta keyifle  işiteceği bir durum- empatiyle değil,.herkesin kendisi için yürüttüğü örgütlü mücadeleyle mümkündür.