Loading...
İktidarın Suriye politikası Rus uçağının düşürülmesinden sonraki süreçte değişmeye başlamıştı zaten. Sahaya yansıması bazı dini cemaatlerle ilişkilerinin bozulması ihtimali nedeniyle ertelenmişti.Ankara ayrıca Moskova’yla iyi ilişikler kurarsa Suriye’de onu bazı konulara ikna edeceğini, iyi ilişkileri sayesinde istediklerinin bir kısmını yaptırabileceğini düşünmüş olmalı. Ama bu hayallerin hiçbiri olmadı tabii. Putin, hiç acele etmedi, Ankara’nın Batı ile ilişkilerinde 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Batı ile arasına kara kedi girdiğini ve Batı’nın darbe karşısındaki tutumundan duyduğu rahatsızlıkların farkındaydı. O yüzden hiç acele etmedi, istediklerini adım adım iktidara dikte etti. En nihayet Soçi’de yapılan iki görüşmede bizzat Erdoğan’ın aktarımıyla “Suriye’deki bazı sorunları Şam’la görüşmemizi istedi” şeklindeki ifade taraflar arasında neler geçtiğini bizlere gayet güzel bir şekilde anlatıyor. Gerçi Türkiye Şam’la üst düzey ilişki kurma adımını atma noktasında geciktiği bile söylenebilir, zira Türkiye’nin Astana, Soçi süreçlerinde altına imza attığı anlaşmalar, Ankara’nın şu an zaten “Esad’la muhalefet arasında uzlaşma” ekseninde dile getirdiği şeyleri içeriyordu. Erdoğan Astana’ya dağ havası almaya Soçi’ye kayak turizmi yapmaya gitmemişlerdi. Suriye muhalefeti ateş püskürüyor şu an, ama ikinci Astana toplantısında anayasal süreçleri görüşmek ve Cenevre süreçlerinin bir tamamlayıcısı olarak buraya katılmasalar da Türkiye’ye vekâlet verip kendilerini orada temsil etmesini istememişler miydi? Suriye için yeni bir anayasanın yapılması ve bunun için bir komisyon oluşturulması, son tahlilde tarafların uzlaşması ve silahlı grupların yeni kurulacak yönetime katma amacını taşımıyor muydu? Şimdi dışişleri bakanının ağzından bunu duyunca muhaliflerin öfkelenmesi çok ilginç. Asıl sorulması gereken, şimdiye kadar Türkiye Astana ve Soçi toplantılarından döndükten sonra neden tarafların uzlaşması için bir adım atılmasına yeteri kadar katkıda bulunmadığını sormak gerekiyor. Türkiye aslında muhalifleri fiziken değil belki ama ruhen, muhalifler Halep’te Suriye ordusu ve müttefikleriyle girdiği ölüm kalım mücadelesinde yüzüstü bıraktığında terk etmişti. Muhalifler bunu o zaman idrak edememişler bu onların sorunu. Türkiye ordusu el Bab’da IŞİD’a karşı savaşım verirken, ce 35 km. uzaklıktaki Haleb’de “rejim güçleri”yle savaşan muhalifleri yardımsız bıraktığında ve kaderiyle baş başa bıraktığında zaten Türkiye’nin amacı ortaya çıkmıştı. Komşularla iyi geçinmek, bütün aktörlerle ilişki kurabilmek elbette yıllardır barışa susamış Orta Doğu’da özlenen bir tablo ancak yıllardır herkesle kavgalı olan AKP yönetiminin neden altı ay gibi kısa bir sürede bölgede hasım olarak gördüğü aktörlerle birdenbire bal kaymak olduğunun da bir açıklaması olmalı öyle değil mi? Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik felaketin (felaket diyoruz çünkü artık bu, kriz nitelemesinin yeterince karşılayamadığı bir olgu) Türkiye’yi dış politikada, rüzgârın önünde savrulan bir yaprak gibi önünde sürüklediğini ve bütün angajmanlarını paramparça ettiğini görüyoruz. “Mavi vatan” gibi çok orijinal bir şeymiş gibi böbürlenerek sahiplenilen kavramları bile artık eskisi kadar duyamıyoruz. Akdeniz’de neredeyse bütün aktörlere meydan okuyan Ankara’nın yerinde yeller esiyor. Bütün bunlar içerde enflasyon ve pahalılık nedeniyle büyük bir yıkım yaşayan halkın iktidara duyduğu husumeti bir nebze olsun dindirme saikiyle yapılıyor. Ancak AKP yönetiminin içine düşülen bu girdaptan kurtulması, ciddi bir zihniyet dönüşümü yaşanmadığı taktirde imkansız.
Suriye’deki ayaklanmayı finanse eden ve destekleyen Körfez ülkeleri bile pozisyonlarını bütünüyle değiştirip, Şam’la diplomatik bağlar kurmuştu. Dolayısıyla Şam’la ilgili Ankara’nın tutumu, sürdürülebilir olmaktan çıkmıştı.Ankara’yı Şam’la ilişki kurma noktasında kaçınılmaz noktaya getiren unsur, dışarda uluslararası konjonktürün 2011’den bu yana radikal ölçüde değişmesi, içerde ekonomik krizin Suriyeli mültecilerle ilgili sorunları tetiklemesi oldu. Suriye’deki ayaklanmayı finanse eden ve destekleyen Körfez ülkeleri bile pozisyonlarını bütünüyle değiştirip, Şam’la diplomatik bağlar kurmuştu. Dolayısıyla Şam’la ilgili Ankara’nın tutumu, sürdürülebilir olmaktan çıkmıştı. Ayrıca ABD’nin YPG’ye koşulsuz desteği ve Ankara’nın ABD üzerinde kurmaya çalıştığı baskıların bu desteği azaltma yönünde bir etki yaratmaması, 2016’daki darbe girişiminden sonra Ankara’daki siyasi ve bürokratik elitin Avrasyacı bir zemine kayması da bunda önemli bir rol oynadı. AKP içindeki “İslamcı” damar Şam’la ilişki kurmama yönünde baskı yaparken devletçi damarın ise ters yönde bir ivme uyguladığını görüyoruz. Ancak yukarıda saydığımız bütün faktörlere ve Türkiyeli yetkililerin açıklamalarına rağmen AKP yönetimi, yeniden bir manevra yaparak Şam yönetimiyle en üst düzeyde görüşmekten vazgeçebilir, böyle bir ihtimal hala mevcut. Daha bugün Türkiye’nin Kobani’yi muhtemelen SİHA’larla vurduğu ve her ne kadar teyit edilmese de çok sayıda Suriye askerinin hayatını kaybettiği (unutmayalım Şam güçleri buraya geçtiğimiz haftalarda girmiş ve yönetimi Kürtlerden devr almıştı) yönünde gelen haberler ve Suriye Savunma Bakanı Ali Muhammed Abbas’ın Moskova ziyareti sırasında Türkiye’ye yaptığı aleni eleştiriler, bu görüşmelerin bir süre daha erteleneceği şeklinde okunabilir. Ama ne kadar manevra yaparsa yapsın, süreci ne kadar geciktirirse geciktirsin bölgesel denklemde çok radikal bir değişim olmadığı sürece Ankara’nın yolu Şam’la kesişecek gibi görünüyor, iktidarın içine girdiği ekonomi-politik kriz de Rusya’yla girdiği angajman da bölgesel siyasetin aktığı mecra da bu yönde çünkü. Sonuçta Erdoğan, yıllar önce söz verdiği gibi Emevi Camiinde namaz kılacak kılmasına da o namazda yalnız olmayacak, yanında Beşşar Esad da olacak ve kendisine “Suriye Cumhurbaşkanı” diye hitap edecek muhtemelen.