Ekonomiden iyi haberler gelmiyor

Abone Ol
İktidarın ülkedeki enflasyonun bu seviyelerde seyrettiği bir durumda, dışarıdan ciddi bir kaynak girişi olmadan faiz artırımına gitmesi ekonomide “ani bir durma” tehlikesi yaratıp, büyümenin tehlikeye girmesine neden olabilecektir.

Loading...

Nedendir bilinmez, TCMB’nin en bu ayki faiz kararı kamuoyunda ciddi bir merak uyandırdı. Oysa bir önceki faiz kararı neredeyse doğru düzgün haber bile olmamıştı. Sanırım birden ortaya çıkan bu ilginin nedeni son günlerde döviz kurunda görülmeye başlayan artışlar. Çok uzun zamandır doları 15TL’in altında tutmaya çalışan yetkililer, sanki kurun 16 TL’leri aşmasına izin vermiş gibiler. Doğal olarak kamuoyu da merkez bankasının bu artışı daha ne kadar tolere edeceğini merak konusu oldu. Yeterli döviz rezervi de olmayınca, kamuoyu merakını alınacak faiz kararına yönlendirdi. Aslında TL talebinde ortaya çıkan istikrarın TCMB tarafından faiz politikasını kullanarak mı, yoksa daha önce de yapıldığı gibi hazinenin çıkartacağı “enflasyona endeksli” tahvillerle mi temin edeceği geçen hafta kamuoyundaki merak konusuydu. TCMB kaideyi bozmadı. Her zamanki gibi gelişmelere seyirci kalmayı tercih ederek, TL talebindeki istikrarı yine maliyeti yüksek diğer araçlarla ve başka aktörlerin yardımıyla sağlamayı tercih etti. Siyasi iktidar ise büyük bir risk alarak, kurlardaki istikrar şansa bıraktı. İktidarın tam da kendisi ve ülke açısından son derecede kritik bir seçim öncesi böyle bir tercihte bulunması gerçekten ilginç. Ama anlaşılır. İktidarın faiz-enflasyon ilişkisi konusundaki tartışma yaratan görüşleri bir yana, ülkedeki enflasyonun bu seviyelerde seyrettiği bir durumda, dışarıdan ciddi bir kaynak girişi olmadan faiz artırımına gitmesi ekonomide “ani bir durma” tehlikesi yaratıp, büyümenin tehlikeye girmesine neden olabilecektir. Böyle kırılgan bir ekonomik konjonktürde, böyle bir tercihte bulunmak siyasi bir iktidar için ne kadar gerçekçi olabilir ki? Elbette biz akademik iktisatçılar bakımından tercih edilen bu yolun toplumun geneli ve ülke için yarar getirmeyeceği açıktır. Ama siyasetin kuralları her zaman bizlerin pür bilimsel beklentilerimizi karşılayacak nitelikte olmayabiliyor. Grafik 1’e bu bakımdan çok bilgilendirici. Türkiye ekonomisindeki gelişmeleri değerlendirebilme için zaman zaman başvururum bu grafiğe ve içerdiği değişkenlerin gösterdiği seyre. Bir ülkenin ekonomik sisteminde iki temel iktisadi faaliyet vardır genelde. Bunlardan biri dış ticarete konu olur (T) ve ülkeye döviz kazandırması mümkün olan faaliyetlerdir. Örneğin imalat sanayi faaliyetleri gibi. Uluslararası rekabetin varlığı bu tür iktisadi faaliyetlerin önündeki en önemli kısıtlamayı oluşturur ve bu rekabet sorununu çözecek ekonomik politikaları oluşturmaları iktidarlardan beklenir. Ülke döviz kazanma kapasitesini arttırmak isterse, bu tarz faaliyetlere önem vermek zorundadır.  Malum olduğu üzere iktidar yirmi yıllık dönemde bu faaliyetleri büyük oranda ihmal etti, önemsemedi.
Elbette biz akademik iktisatçılar bakımından tercih edilen bu yolun toplumun geneli ve ülke için yarar getirmeyeceği açıktır. Ama siyasetin kuralları her zaman bizlerin pür bilimsel beklentilerimizi karşılayacak nitelikte olmayabiliyor.
Öte yandan diğer iktisadi faaliyetlerin dış ticarete konu olması mümkün değildir (NT). Döviz kazandırma kabiliyetleri ise son derecede sınırlıdır. Bazlarında ise yoktur. Örneğin ticaret-hizmet-ve-inşaat sektörlerindeki faaliyetler bunlardandır. İktidarlar açısından bu tarz faaliyetlerin en önemli avantajı ise uluslararası rekabete maruz kalmamalarıdır. O yüzden iktidarlar kendi bildikleri gibi, arzu ettikleri siyasi amaçlar doğrultusunda bu tarz faaliyetleri kullanarak, ekonomiye yön vermeyi arzularlar. Yani siyasi ajandalarını gerçekleştirmeye en elverişli faaliyetler bunlardır. Tıpkı yirmi yıldır AKP iktidarının yaptığı gibi. AKP iktidarda olduğu dönem zarfında bu tür faaliyetlere önem verdiği için, elden geldiğince bu faaliyetlerden gelir elde edenlerin gelirlerini, göreli olarak diğer faaliyetlerden elde edilen gelirlere göre yüksek tutmaya gayret sarf etti. Bu sebeple ekonomideki göreli fiyatlar dış ticarete konu olmayan faaliyetler (NT) lehine oluşturdu. Grafik 1’de mavi ile gösterilen grafik dış ticarete-konu-olmayan ortalama gelirlerin dış ticarete-konu-olan ortalama gelirlere oranı görülmektedir. 2003 yılından itibaren bahsimize konu olan ticaret-hizmet-ve-inşaat gibi faaliyetlerden elde edilen ortalama gelirlerde yaşanan ciddi artışlar görülmektedir. Sonrasındaki yatay seyir ise dikkat çekicidir. Ancak asıl ilginç olanı, bu gelişmeler ile ekonomideki göreli fiyatlardaki gelişme arasında yaşanan uyumsuzluktur. Bir göreli fiyat göstergesi olarak reel efektif döviz kurunu alırsak, dış ticarete-konu-olmayan faaliyetlerden elde edilen ortalama gelirlerdeki artışın TL’nin reel olarak değer kazandığı dönemde (yani endeks değerinin 100’ün üstünde) ortaya çıkması beklenir.  Çok daha önemlisi, reel kur endeks değerinin 100’ün altına düşmesi göreli fiyat yapısında ciddi bir değişime işaret ederken, dış-ticarete-konu-olmayan faaliyetlerinden elde edilen gelirlerin de düşüşünü beraberinde getirir. Tabii tüm bu beklentiler, ekonomiye ve göreli fiyatlara kamu müdahalesinin olmadığı bir durumda gerçekleşecektir.
Yeterli dövizin olmaması, ister istemez beraberinde kurlarda artışı ve enflasyonu getirmektedir. Bu da mevcut iktidarın bu günlerdeki temel açmazını oluşturmaktadır.
Grafik 1’e baktığımızda, göreli fiyatlarda 2015 yılından itibaren çok ciddi bir değişim görülmektedir. TL’nin reel olarak değer kaybetmeye başlaması, endeks değerinin “eşik” değeri olan 100’ün altına düşmesi ile açık bir şekilde görülmektedir. Ancak göreli fiyatlarda bu değişim yaşanırken, dış ticarete-konu-olmayan faaliyetlerden elde edilen gelirlerde benzer yönde bir eğilim görülmemektedir.  Aksine bu faaliyetlerden elde edilen gelirlerin göreli olarak dış ticarete-konu olan faaliyetlerden elde edilen gelirlerle olan nispetinin çok fazla bozulmamasına özen gösterildiği anlaşılmaktadır. Bu aslında açık bir şekilde piyasalara kamunun doğrudan müdahalesinin bir sonucudur. Ancak böyle bir müdahale ciddi bir iç talebin varlığını gerekli kılarken, bu iç talebin finansmanı için de büyük oranda dövize ihtiyaç duymaktadır. Ne yazık ki, bu tarz faaliyetlerden döviz geliri elde edilemediğinden, ihtiyaç duyulan döviz ya dış ticaretten (net ihracattan), ya da dışarıdan borçlanarak elde edilecektir. Yeterli dövizin olmaması, ister istemez beraberinde kurlarda artışı ve enflasyonu getirmektedir. Tıpkı bu günlerde yaşadığımız gibi. Bu da mevcut iktidarın bu günlerdeki temel açmazını oluşturmaktadır. Ya ekonomideki göreli gelirlerin oranını reel nispi fiyatlardaki gelişmelerle uyumlu yapacak, ya da göreli gelirlerdeki mevcut oranı koruyabilmek için TL’nin reel olarak değer kazanması sağlanacaktır. Bunlardan ikincisini gerçekleştirmek neredeyse imkânsız bugünlerde. Ama birincisi de ekonominin çok büyük bir kesiminin gelir elde ettiği faaliyetleri iktidarın desteklemeyi bırakması ve bu faaliyetlerde önemli oranda gelir düşüşlerine müsaade edilmesi anlamına gelmektedir. Önümüzdeki dönemde hem iktidarın hem de muhalefetin ekonomide karşı karşıya kaldığı temel açmaz budur.  Siyasetin taraftarları Grafik 1’de görülen mavi grafiğin ne kadar düşmesine müsaade edilecekler? Bu husustaki gelişmeler aynı zamanda büyük ölçüde kırmızı fonksiyonun da gelecekte ne boyutta yukarıya çıkabileceğine bağlıdır. Bu da büyük ölçüde TL talebi yaratacak döviz girişine bağlıdır. "Bu açıklamalar siyasetin konusu değil; iktisadı konusudur ve verilecek cevaplar itibariyle yol açacağı sonuçlar her kesimi bağlar."