Hükümet elleriyle yarattığı girdabın içinde kaybolmuş, en acısı tüm Türkiye kaybeden tarafta yer almıştır. Mevcut yönetimin içine düştüğü girdap, kademeli geçişi tercih etmesi hâlinde yeni yönetimin de kuvvetle muhtemel içine düşeceği tuzaktır.

Saygın uluslararası iktisatçılardan olan ve ekonomi alanında zihinsel ve pratik uğraş içinde bulunanları eserleriyle aydınlatan Korkut Boratav Hocamızın seçim sonrasında izlenmesi gereken ekonomi politikalarına yönelik açıklamaları bu hafta basına yansıdı. Boratav Hocamız, kimileri için bir rehber, bazıları için ufuk açan bir düşünür, ideolojik konumlanmada en zıt tarafta yer alanlar için ise alternatif pencere açan bir bilim adamı kimliğine sahiptir.

Son üç yazımda seçim sonrasına dönük muhtemel Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı politikalarına dönük değerlendirmelerde bulunmam nedeniyle Boratav Hocamızın açıklamaları dikkatimi çekti. ‘Kademeli bir geçişin’ ya da bir ‘geçiş sürecinin’ tatbik edilerek normalleşmeye dönülmesi yönünde ağırlık kazanan görüşler Hocamızla birlikte, liberal ve sol dâhil olmak üzere her kesimden uzmanlarca dile getirilmektedir. Kurulu ekonomik sistemin (aksaklıklarına rağmen piyasa ekonomisi) ve Millet İttifakı’nın halka beyan ettiği ekonomik programın sınırları içinde kalarak, izlenmesi gereken politikalara dair önerilerim ise ağırlık kazanan kademeli geçiş fikrinden oldukça farklıdır.

KADEMELİ GEÇİŞ ÖNERİSİ

Boratav Hocamız, finansal piyasalarda normalleşmeye yönelik olarak Millet İttifakı’nın izlemesi gereken kısa vadeli politikalar hakkında Sözcü Gazetesi’ne (2 Mayıs 2023) yaptığı açıklamalarda özetle; ani bir serbestleşmenin kurlarda hızlı tırmanmaya, bunun ise ekonomik daralmaya ve yeni bir enflasyon dalgasına neden olacağını, emekçi kesimin daha da ezileceğini, hızlı bir yabancı sermaye girişinin beklenmemesi gerektiğini, bu nedenle bir yıllık geçiş sürecinin tatbik edilerek uçuk bir liberal modelin uygulanmamasını, faizlerin ise serbest bırakılabileceğini önermektedir.

Bu açıklamaların benzerleri (faizin de kademeli geçişe konu edilmesi gibi ilavelerle), ekonomik-politik düzlemin farklı noktalarında konumlanan uzmanlar tarafından sıklıkla dile getirilmektedir. Reel sektörün ve dar-orta gelirli kesimlerin bir döviz kuru ve faiz şoku karşısında korunması argümanı, kademeli geçişle normalleşme fikrine destek olarak sunulmaktadır.

Değerli Hocamız Fatih Özatay ise, iktidar değişimi ile standart ve güven sağlayıcı politikalara dönüleceği için azalacak risk primi nedeniyle ülkeye sermaye girişinin hızlı şekilde gerçekleşebileceğini, TL üzerindeki değerlenme baskısının enflasyonu da frenleyebileceğini, yatırım ufkundaki düzelme ve genişlemenin ise büyümeye katkı sunacağını beyan etmiştir. (Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi, 11 Nisan 2023)

Millet İttifakı’nın iktidara gelmesi hâlinde kısa vade için Korkut Boratav’da mevcut olan ihtiyatlı yaklaşım, Fatih Özatay nezdinde oldukça iyimser bir yaklaşıma dönüşmektedir. Yabancı sermayenin giriş hızı konusundaki görüşlerde ise belirgin bir farklılaşma mevcuttur.

Her sınırlama ya da kademelendirme piyasanın uzmanı olduğu ve çok sevdiği test etme sürecine kapı aralayacak ve her test zayıf ekonomi yönetiminin rezerv ve itibar kaybıyla sonuçlanacaktır.
EKONOMİ POLİTİKASININ SINIRLARI

Öncelikle izlenen politikaları sınırlayan iki çerçeveye kısaca değinmekte fayda bulunmaktadır. Hangi hükümet ya da siyasi akım yürütme erkine sahip olursa olsun, göz önünde bulundurulması gereken ilk husus sahip olunan ekonomik sistem ya da modelin çizdiği sınırlardır. Son dönemde artan müdahalelere karşın netice itibarıyla, tarafların kendi iradeleriyle kabul ettikleri fiyat ve oranlar üzerinden para-mal hareketlerinin gerçekleştirildiği bir serbest piyasa sistemi mevcuttur. Kurumsal düzen ve kurallar manzumesi bu doğrultuda tesis edilmiştir.

Mevcut iktidar, piyasa denilen yapıyı tam olarak kavrayamadığı gibi, parasal aktarım mekanizmasına işlerlik kazandıran TCMB dışındaki aktörleri (ticari banka ve reel sektörün davranış ve tepkileri) ve faktörleri (beklentiler ve yatırım ufku gibi) göz ardı ederek süreci faize ve para politikasının geleneksel olmayan araçlarına indirgemiş, serbest piyasa sisteminde TCMB’nin gücünün ekonomik gerçeklere uygun politikaları izleme düzeyi ile orantılı olduğunu görememiştir.

Sahip olunan tedrisat ve müktesebatın dar, sabit ve sınırlı alanından hareket eden hükümet ekonomik sistemin işleyişini bozan yüzeysel dokunuşlarda bulunmuş ve tepki olarak sistem kendisine dokunanı cezalandırmıştır. Yeterli aracı ve yönlendirme gücü bulunmadığı hâlde, bir politika seti ve tutarlı kurguya dayanmayan hedeflerine ulaşmak için ekonominin temellerine ve ihtiyaçlarına aykırı müdahaleleri inatla sürdüren hükümetin piyasadaki bazı aktörlere kestiği ceza, sistemin kendisine kestiği cezadan çok daha küçüktür. Nihayetinde hükümet elleriyle yarattığı girdabın içinde kaybolmuş, en acısı tüm Türkiye kaybeden tarafta yer almıştır. Mevcut yönetimin içine düştüğü girdap, kademeli geçişi tercih etmesi hâlinde yeni yönetimin de kuvvetle muhtemel içine düşeceği tuzaktır.

İzlenecek politikaları sınırlayan ikinci çerçeve ise; Millet İttifakı’nın halka duyurduğu ekonomi programıdır. Göreve gelmesi hâlinde piyasa dostu olarak tanımlanabilecek geleneksel politikalarla normalleşmeyi sağlayacağını beyan eden Millet İttifakı elini açmıştır. Her hâlükârda bugüne göre sınırlamaların azalacağı kesindir. Yani yeni yönetimin istikameti nettir. Öngörülebilirlik ve beklenti yönetimi bakımından olumlu olarak değerlendirilebilecek bu durum, başka bir açıdan ise seçilmesi hâlinde yeni hükümetin kademeli geçişi tatbik etmesini zorlaştırmaktadır.

Peki iktidar değişiminin yaratacağı umut ve iyimserliğin kısa vadede etkisinin çok güçlü olmayacağını iddia etmemiz gerçekçi midir? Beklentilerin seçimle pozitife dönüşmesi ayrı, bu beklentilere göre iktisadi aktörlerin davranışlarını şekillendirmesi ayrı konulardır.
KADEMELİ GEÇİŞİN UYGULANMA POTANSİYELİ

Kademeli geçiş, döviz kuru ve faiz oranlarının piyasada yeniden serbestçe belirlenmesini zamana yaymak ve bu süreçte izlenecek politikalar, tesis edilecek güven ve sermaye girişleri yoluyla piyasa aktörlerinin davranışlarını ve beklentilerini yönetmektir. Beklenen sermaye girişleri döviz kuru üzerindeki, enflasyon beklentilerinin düşürülmesi ise faiz oranları üzerindeki yukarı yönlü baskıyı kaldıracaktır. Böylece halkın geniş kesimleri ve reel sektör kur ve faiz kıskacında mağdur edilmeyecek veya mümkün olduğunca korunacaktır.

Bu şekilde özetlenebilecek kademeli geçişin temel varsayımı, piyasa dostu politikalar eşliğinde, serbest piyasa sistemi içinde kamu otoritesinin bu geçiş sürecini yönetebileceğidir. Kademeli geçişi önerisinin bizce temel yanılgısı bu ilk noktada/temel varsayımda başlamaktadır. Çünkü ekonomi yönetiminin, seçim sonrasında kısa vadede (tarafımızca 3 ay olarak tanımlanmaktadır) finansal piyasaları yönetebilme ve hatta yönlendirebilme kabiliyetinin bulunmadığı düşünülmektedir. Bu görüşümüzü destekleyen temel argümanlar şu şekildedir.

Öncelikle rezervler, bütçe olanakları, enflasyonun seyri, iç borçlanmanın dahi döviz cinsinden ya da TÜFE/değişken faizli tahvillerle yapılması, cari açığın boyutu, üretimin evrildiği aşama, iç ve dış talebe dönük beklentiler gibi alanlar ekonomi yönetiminin hareket alanını daraltmakta, elinde herhangi bir birikim ya da araç bulunmadığına işaret etmektedir.

Serbest piyasa sisteminin geçerli olduğu ve piyasa dostu bir yönetimin bulunduğu ortamda, eğer finansal piyasa fiyatları baskılanmışsa ve denge fiyatından sapılmışsa, olağan beklenti piyasanın kendi öngörüleri ve hesaplamaları doğrultusunda ihtiyaçlarını karşılaması ve fiyatlamaları yapmasıdır. Dengeden uzaklaşmış fiyatlar piyasada denge noktasına gelecektir. Elini açık etmiş zayıf bir piyasa dostu yönetimin bu duruma karşı geliştirebileceği bir aksiyon bulunmamaktadır.

Diğer yandan, beklenti yönetimi ve iktisadi davranışları yönlendirebilme kabiliyeti üzerinden piyasa fiyatlarında denge oluşumunu sağlayabilmeye dönük inanç ise tartışmalıdır. Hacimli yabancı sermaye girişi, döviz krizinden uzaklaşılacağı için döviz talebinin azalması ve enflasyonun düşeceği beklentisi üzerinden mal-hizmet fiyatlamalarının yapılması gibi iktisadi davranışları sadece iktidar değişikliğine bağlamak gibi bir beklenti naiflik olacağı gibi, yeni yönetim adına kendine gereğinden fazla önem atfetmek, kendinde olmayan güce sahipmiş yanılsamasına kapılmak anlamına gelecektir.

Kademeli geçişi tercih etmesi hâlinde, yeni yönetiminin geçiş sürecini yönetemeyeceğine dönük birkaç örnek verilebilir. Örneğin, yeni yönetim örtülü olarak kurların belirli bir düzeyi geçmesini istemiyorsa ve bu düzey piyasa okumasıyla denge noktasından düşükse, piyasa kesinlikle bu sınırları zorlayacak, bu durumda yönetim ya elindeki sınırlı rezervleri satarak kura müdahale edecek ya da sınırların aşılmasından sonra kendince yeni sınırlar koyacaktır. Yeni sınırlar da benzer şekilde test edilecektir. Ülkeye ciddi bir döviz girişinin ilk günden itibaren gerçekleşmesi belki bu sürecin akışını değiştirebilecektir; ancak bu tür bir gelişme tarafımızca gerçekçi bulunmamaktadır.

Diğer bir örnek ise, rezerv bulunmaması nedeniyle döviz piyasasına müdahalenin kaldırılması ya da azaltılması ancak faiz oranının bir şekilde sınırlandırılmaya çalışılması hâlinde, kur artışı ve buna bağlı enflasyon artışı beklentisinden dolayı bir süre sonra artacağı bilinen faiz oranları, bankaları kredi vermemeye yönlendirecek ve tahvil piyasasında da talep düşük kalacaktır. Böylece piyasada kendiliğinden faizler artacaktır. Hâlihazırda da bankalar en fazla 3 ay vadeli ticari kredi vererek, ileride artacağı bilinen faizlere karşı pozisyonlarını ayarlamaktadır. Faize sınır koymakla, kaybeden taraf kredi kullanan reel kesim olacaktır.

Her sınırlama ya da kademelendirme piyasanın uzmanı olduğu ve çok sevdiği test etme sürecine kapı aralayacak ve her test zayıf ekonomi yönetiminin rezerv ve itibar kaybıyla sonuçlanacaktır. Sunulan bu örneklerde (ve sunulabilecek diğer tüm örneklerde) ortak nokta, kademeli geçişte, iktisadi birimlerin ‘atılan kademeli adıma’ göre değil, ‘atılacak adımlara’ ve piyasa beklentilerine göre fiyatlama/işlem yapacak olmasıdır. Piyasanın adımları ekonomi yönetimin adımlarından daha büyük olacaktır. Bir süre sonra, piyasanın hızlı ve büyük adımları karşısında ekonomi yönetimi geride kalacak ve piyasayı izlemeye başlayacaktır.

Müdahaleleri kaldırma yönünde ilerleyeceğini beyan eden ekonomi yönetiminin zayıf olduğu bir ortamda, kademeli geçiş hâlinde, piyasa bu zayıflığı istismar edecek ve kademeli geçişin gerekçelerinden biri olan manipülasyonun engellenmesi yerine manipülasyona alan açılması gündeme gelecektir.

Peki iktidar değişiminin yaratacağı umut ve iyimserliğin kısa vadede etkisinin çok güçlü olmayacağını iddia etmemiz gerçekçi midir? Beklentilerin seçimle pozitife dönüşmesi ayrı, bu beklentilere göre iktisadi aktörlerin davranışlarını şekillendirmesi ayrı konulardır. Seçim sonucuyla beklentiler pozitife dönüşecektir; davranış değişikliği için ise takriben 3 aylık bir sürenin bulunduğu düşünülmektedir. Ekonomideki mevcut sıkışmışlık, faizlerin belirlenmesinde kısa ve orta-uzun vadenin referans aldığı değer ve kriterleri birbirinden kopuk hâle getirmiştir. 3 aylık sürenin başarılı geçirilmesi hâlinde kısa ve orta vade arasında bağ kurulmaya başlanacak, bu şekilde yeni yönetimin etki doğurma gücü açığa çıkacaktır.

KADEMELİ GEÇİŞ KİM İÇİN FAYDALI?

Diğer bir soru ise, geçiş sürecinde döviz kuru ve/veya faiz artışının sınırlandırılmasının kime fayda sağlayacağıdır. Öncelikle kurun baskılanması, ihracatçının aleyhine işlemekte, ithalatı teşvik etmektedir. Diğer yandan, baskılanan kurlar tasarrufu olan sınırlı bir kesime ucuz döviz alma fırsatı vermektedir.

Yüksek enflasyon karşısında faizlerin baskılanması ise, sınırlı miktardaki krediye erişim imkânına sahip bir kesime görünürde avantaj sağlarken, tetiklenen tüketim üzerinden yükselen enflasyon nedeniyle meydana gelen satın alma gücündeki kayıp ve sermayedeki erime karşısında son kertede kayıp hanesine yazılan meblağ daha yüksek olmaktadır.

Kademeli geçişin reel üretimi ve dar-orta gelirlileri koruyacağı sürekli vurgulansa da, gündeme getirilmeyen finansal kurumların bu sürecin esas kazananı olacağı gözden kaçmaktadır. Bankalar faiz riski ve sorunlu kredi riskine karşı kendilerini korumak amacıyla hararetle kademeli geçişi savunmakta, ancak ‘reel sektörü korumak ve finansal istikrar yoluyla büyümeyi desteklemek’ türünde argümanları kullanmaktadır. Oysa kademeli geçiş olsa dahi, kredi fiyatlamalarını hızlı geçişe uygun şekilde yapacaklar; bir yandan kademeli geçişle risklerine karşı tampon oluştururken, diğer yandan kârlarından feragat etmeyeceklerdir.

Yönetimin mesafeli yaklaşması ve muhtemel taleplerine karşı dikkatli olması gereken taraf, üstün lobi gücüne sahip finans sektörüdür. Bürokrasinin geniş bir kesiminin gelişmeleri piyasa gözlüğünden okuması da finansın gücünü artırmaktadır. Bakış açısı ve programı itibarıyla Millet İttifakı’nın hiçbir gereği ve faydası olmadığı hâlde finans sektörü lehine atabileceği bazı adımlar yakın vadeli risktir.(Bir önceki yazıda bu konuya değinilmiştir.)

Kademeli geçişin sınırlı da olsa enflasyonu baskılayacağı ve üretim çarkındaki yavaşlamayı sınırlandırabileceği yönündeki akıl yürütme ise yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü sürdürülebilir bir kurguya dayanmamaktadır.

KADEMELİ GEÇİŞİN RİSKİ

Hâlihazırda geçilmekte olunan krizin üçüncü ve son aşaması, kitabi anlamda ekonomik krizi (üretimde daralma) ve daha derin bir yoksulluğu içermekte; sanayi kesimi ve finans sektörünü tahrip etme potansiyeli taşımaktadır. Dolayısıyla yeni ekonomi yönetimi dibe vurmuş, başka bir ifadeyle daha kötüye gidemeyecek bir krizi değil, dipten uzak ve çok daha kötüye gitmekte olan bir krizi devralmaktadır. Böylesine bir kriz ortamında, yönetimin kredibilitesini zarara uğratacak adımlardan kaçınılması ve bazı finansal piyasa aktörlerine haksız kazanç sağlanmasına fırsat verilmemesi kritik değerdedir.

Müdahaleleri kaldırma yönünde ilerleyeceğini beyan eden ekonomi yönetiminin zayıf olduğu bir ortamda, kademeli geçiş hâlinde, piyasa bu zayıflığı istismar edecek ve kademeli geçişin gerekçelerinden biri olan manipülasyonun engellenmesi yerine manipülasyona alan açılması gündeme gelecektir. Yeni yönetimin amaçlarına ve kamuoyu önündeki açıklamalarına aksi istikamette gelişmeler meydana geldikçe de yönetimin kredibilitesi hasar görecektir. Bu ise orta vadeli politikalara da zarar verecektir.

Yeni ekonomi yönetimi gerçekten kademeli geçiş ile istikamet çizme gücüne sahip midir, yoksa ekonomiyi tahrip etmiş önceki yönetimin politikaları ve tüketilen araçlar nedeniyle bu güce sahip değil midir? Kritik soru budur. Eğer bu soruya olumlu yanıt veriliyorsa kademeli geçiş mümkündür, ancak böyle bir güç yoksa (ki yoktur) kademeli geçiş neyi sağlayacaktır?

HIZLI GEÇİŞ

Savunduğumuz hızlı geçiş; politika faizinin aşamalı olarak yükseltilmesi ve yarattığı etkilere göre ilave artışların saptanması, KKM’nin yıl sonuna kadar sürdürülmesi ve koşulların oluşması hâlinde sonlandırılması, bireyleri korumak adına kredi kartı-KMH hesaplarına ait faizlerin bir yıl süresince politika faizinin bir miktar üzerindeki oranlarla sınırlandırılması, dövize spekülatif talebi azaltmak için finans kurumlarının taşıyabilecekleri döviz uzun pozisyonlarının kısıtlanması, yabancı para zorunlu karşılıkların duruma göre ayarlanması gibi az sayıdaki sınırlamayı içermektedir. Döviz kuru ve kredi-mevduat-tahvil faizinin piyasada oluşumu üzerindeki tüm sınırlamalar ve şarta bağlı oranlar yeni yönetim tarafından tamamen ve süratle kaldırılmalıdır.

Önceki yazılarımızda hızlı geçişte döviz kuru, faiz ve enflasyonda meydana gelecek artışlar ve bu artışların zaman içinde sönümlenmesine dair sayısal tahminlerimiz sunulmuştur.  Atılacak güven doğurucu adımlar ve kur seviyesindeki yükseliş sermaye girişi beklentisini artıracak; mevduat faizlerinin de yükselmesiyle zaten dövize karşı TL önemli bir alternatif olacaktır. Böylece bir noktada kendiliğinden denge sağlanacak ve döviz kuru bagajından kurtulunmuş olunacaktır. Kurların çok yükselmesi hâlinde ise zaten piyasaya döviz arzı olabileceği ve denge fiyatın aşılmış olunabileceği kaygısıyla talep kendiliğinden sönümlenecektir.

KIRILGAN KESİMLERİN DESTEKLENMESİ

Birikimi ve kaynakları oldukça azalmış kamu kesiminin üzerinde titremesi gereken kesimler dar-orta gelirli sınıf ve sanayi sektörüdür. Kaçınılmaz bir finansman maliyeti artışı karşısında sanayi sektörü için ne yapılabilir?

İlk bir yıl süresince, çalışma sermayesi niteliğinde olan kısa vadeli rotatif/BCH nitelikli kredilere konu faiz ödemelerinin üçte biri (azami 20 puanı) kamu tarafından karşılanmalı, imalat sanayi için verilen teşvik ve desteklerin konu edildiği mevcut (ve başarılı) programlar geliştirilerek ve işleyişleri hızlandırılarak devam ettirilmelidir.

BDDK’nın Şubat 2023 verilerine göre imalat sanayinin kısa vadeli kredileri 1 trilyon TL düzeyindedir. Bireysel krediler, hizmet sektörü, finans sektörü hariç, imalat dâhil tüm sektörlerin kısa vadeli kredileri ise 1,5 trilyon TL düzeyindedir. Bu kredilerin finansmanı için azami %20’lik faiz desteği ile sağlanacak 200-300 milyar TL’lik bir tutar bütçe büyüklükleri ve GSYH dikkate alındığında makul bir tutardır. Verilecek destek herhangi bir başvuruya istinaden değil, doğrudan bankaların sektör sınıflandırmasından hareketle doğrudan ödenmelidir.

Belirtilen 200-300 milyar TL'lik yük; finans ve turizm sektörlerindeki kuruluşların kurumlar vergisinin %40’a yükseltilmesi, gelir vergisine tabi tutulmayan faiz geliri, borsa işlem kazançları gibi gelirlerin vergilendirilmesi, gayrimenkullerin malik bazında sayısı ve kullanılma durumuna (kiraya verilmesi) göre artan oranda vergilendirilmesi gibi kolay ve anlaşılabilir yöntemlerle sağlanacak gelirlerden karşılanmalıdır. Bu önerilere karşı bazı argümanlar dile getirilebilecek olsa dahi, ödenmesi gereken fatura ve ödünleşim zorunluluğu açıktır.

Diğer bir kritik nokta ise, dar ve orta gelirli kesimlerin korunmasıdır. Reel sektörün daralmaya gittiği bir ortamda kayıt dışılığın teşvik edilmemesi, üretim ve ticaretin sekteye uğramaması ve toplumsal huzurun muhafazası atılacak adımların belirleyicileri olacaktır. Yoksulluktan sefalete sürüklenme riski bulunan dar-orta gelirli kesimlerin daha fazla taviz veremeyeceği gerçeğini içselleştirecek bir bakış açısıyla bütçe ve teşvik mekanizması işletilmelidir.

Çocukların derinleşen beslenememe ve derslere aç girme probleminin ciddi boyuta ulaşması bu ülke adına, sadece toplumsal değil, tarihsel bir utanç olduğu gibi, inatla sürdürülen yanlış politikaların Türkiye’yi sürüklediği bataklığı açıklayan en net göstergedir. İki çocuğunun okul masrafını karşılayamadığı için tek çocuğunu okula gönderen aileler, çocukların %42’sinin peynir ve yoğurt gibi süt ürünlerini her gün tüketememesi, 3 çocuktan 2’sinin karnını ekmek ya da makarna gibi tahıl ürünleriyle doyurması ekonomi bültenlerinde 3-5 satırlık/dakikalık yer bulan sıradan haberlere dönüşmüştür.

Bu göstergeler, sayfalar dolusu ekonomik analizin ulaşamayacağı bir derinliğe sahip olduğu gibi, fiyakalı uzman analizlerini çöp kategorisine indirgemektedir. Böylesi bir ortamda, finansal piyasaları anlatmak için bunca zaman ve yer işgal edilmesi de kolektif bir ayıptır. En az 3 yıl yüksek bütçe açığı (GSYH’nın %6-8’sı) kabullenilmeli; ancak bu açık lobi faaliyeti yürüten etkili birilerine fayda/rant sağlamak için değil, yeni nesilleri kucaklamak amacıyla kullanılmalıdır. Aksi hâlde, zaten sarsılmakta olan ve fay hatları üzerine kurulu bulunan mevcut politik ve ekonomik sistem sahip çıkılmayan bu çocukların darbeleriyle çökecek ve bugünün kazananları/yönetenleri harabelerin altında kalacaktır.