Ekonomide depremi yaşamamak için

Abone Ol
Deprem gibi felaketlerin sonunda kader kavramı öne sürülüyor. Kader Allah tarafından belirlendiğinden başa gelenin kabullenilmesi gerektiği belirtiliyor. Peki, ekonomide yaşanacak olası depremin sorumlusu kim? O da kaderimizde mi yazılı yoksa dış güçlerin eseri mi?

Loading...

Kahramanmaraş merkezli depremler başta Kahramanmaraş, Hatay, Malatya, Adana, Gaziantep, Kilis, Adıyaman, Diyarbakır, Şanlıurfa, Osmaniye ve Elâzığ olmak üzere Türkiye'de yaşayan herkesi derinden etkiledi. Bir çoğumuz eşini, dostunu, akrabasını, arkadaşını, tanıdığını, canını, ciğerini yitirdi. Çok sayıda yaralı mevcut. Kayıplarımız için bağ sağlığı, yaralılarımız için acil şifalar dilerim. KADER KAVRAMI Deprem bir doğa olayı. Hayatımızın da bir gerçeği. Peki depremde evlerimizin yıkılması kader mi? Bilinen o ki kader tanımı yaşanan her durumu kapsıyor. Sağlam inşa edilmemiş olan eviniz yıkılıp hayatınızı o esnada kaybederseniz de kader, yıkılan evinizin enkazı altında günlerce kurtarılamayıp hayatınızı kaybederseniz de kader, enkazdan canlı kurtarılırsanız da kader, eviniz sağlam inşa edildiğinden depremi hasar almadan atlatırsanız da kader. Madem her durum bizim kaderimiz, o halde neden evleri sağlam inşa etmiyoruz? KADER ÇARESİZLİĞİN VE KABULLENİŞİN İFADESİDİR Kader kavramı aslında insanların doğa olaylarına karşı çaresizliğinden türemiştir ve mevcut durumu kabullenişinin bir ifadesidir. Daha çok bireysel nitelikteki durumlar için kabul gören kader, daha geniş kitleleri etkileyen olaylarda ve durumlarda sorgulanabilir hâle geliyor. Bu nasıl bir kaderdir ki bizim ülkemizde 40 binin üzerinde vatandaşımızın hayatını kaybetmesine neden olan bir deprem, Japonya’da parmakla sayılabilecek kadar az kişinin ölümü ile sonuçlanıyor.
Benzer şekilde ekonomide yaşanan sıkıntıların ekonomik bir depreme neden olabileceğini söyleyen bilim insanlarının haklılığını görmek için de ekonomik bir deprem yaşanması gerekmiyor. Bilime kulak vermek yeterli.
YAŞADIKLARININ NEDENİ BİLİMDEN UZAK OLMAK Cevabın özünün bilimde olduğu açık. Eğer ülkemizin bir gerçeği olan depremlere dayanıklı binalar inşa edebilseydik, bugün sadece yaralıları ve tamir görmesi gereken binaları, yolları, köprüleri konuşuyor olurduk. Eğer bilimi referans alıp kurumsal düzenlemeleri zamanında yapsaydık ve kurumsal düzenlemelerin hayata geçirilmesini sağlayacak denetim mekanizmalarını sağlıklı oluşturabilseydik, bugün sadece daha sağlam binalar ve altyapının iyileştirilmesi için neler yapmamız gerektiğini konuşuyor olacaktık. Ne yazık ki bilimden uzak bir şekilde şehirleşmemizi ve inşamızı gerçekleştirdiğimiz için bugün acılarımızdan başka bir şey konuşamıyoruz. EKONOMİDE DE BİLİMSEL ANLAYIŞ HAKİM OLMALI Bilimden uzaklığımız sadece deprem için geçerli değil, ekonomi için de geçerli. Bilimsel anlayıştan uzak bir şekilde belirlenen iktisadi politikalar, ekonomideki kırılganlığı artırıyor. Tıpkı deprem öncesinde inşa edilen güçsüz yapılar gibi güçsüz ekonomik kurumlar yaratıyor. Her bir kurum, güçsüz bir binaya yapılan göstermelik güçlendirme çalışması gibi makro ihtiyati tedbirlerle ayakta tutulmaya çalışılıyor. Denetim mekanizması yok, analiz yok, mevcut duruma dair en ufak bir açıklama yok. Bütün televizyon kanalları deprem konusunda uzman akademisyenleri gösteriyor; geçmişte yapılan açıklamalara yer veriyor. Zamanında yeterince kulak kabartılmayan bilim insanlarının ne kadar haklı oldukları bugün net bir şekilde görülmekte. Bu kişilerin haklılığını anlamak için takdir edersiniz ki depremin yaşanması gerekmiyordu. Benzer şekilde ekonomide yaşanan sıkıntıların ekonomik bir depreme neden olabileceğini söyleyen bilim insanlarının haklılığını görmek için de ekonomik bir deprem yaşanması gerekmiyor. Bilime kulak vermek yeterli. YAŞANACAK OLASI BİR EKONOMİK DEPREMİN SORUMLUSU KİM? Deprem gibi felaketlerin sonunda kader kavramı öne sürülüyor. Kader Allah tarafından belirlendiğinden başa gelenin kabullenilmesi gerektiği belirtiliyor. Peki, ekonomide yaşanacak olası depremin sorumlusu kim? O da kaderimizde mi yazılı yoksa dış güçlerin eseri mi? Yoksa izlenen irrasyonel politikaların bir sonucu mu?