Ekonomi iyi gitmiyor

Abone Ol
İktidarın yaptığı uygulamalardan görülen o ki, iktidar şimdilik seçim sonrası oluşacak ekonomik sorunları düşünmeyi ertelemiş, tüm gücünü ne pahasına olursa olsun seçimleri kazanmaya vermiştir.

Loading...

İktidar için 2022 yılı iyi başlamıştı, kendi koyduğu hedefler bakımından iyi de gidiyordu. Bu hedeflerin ne olduğunu kamuoyunun bilmesi zor. Ama tahmin edebiliriz. Kur istikrarı ve büyüme bunların başında geliyor. Bir de buna Sayın Cumhurbaşkanının kamuoyuna verdiği tek haneli, düşük faiz eklenebilir. Fakat hatırlatmakta yarar var.  Sayın Cumhurbaşkanımızın vermiş olduğu bu söz o düşük faizlerden krediye erişimi kapsamıyor. Aralık 2021’de yaşanan kur krizi, yüksek maliyetlerine rağmen dalgalanmanın oluşturduğu risklerin hazineye yüklenmesiyle kontrol altına alınabilmişti. Yılın iki çeyreğinde büyüme oranları arzulandığı gibi yüksek çıkmış, ekonomik sıkıntıların görünürlüğü en azından büyüme ve yeni istihdam imkânlarının oluşturulmasıyla o dönem giderilmişti. Ekonomi birinci çeyrekte yüzde 7,5, ikinci çeyrekte ise yüzde 7,4 büyüyerek iktidara moral pompalamıştı. Diğer performans ölçülerinde istenilen hedeflere ulaşılmamış olsa da, en azında büyüme iktidarın kamuoyu nezdinde iyimser bir öykü yazabileceği bir bahane yaratmıştı. Bu büyüme çok büyük maliyetlerle elde edilmiş bir büyümeydi ve büyük ölçüde tüketim ve ihracatın sağladığı katkılarla sağlanmıştı. Maliyet kaynağı ise, bu büyüme için izlenen para politikasının ekonomide yarattığı riskler ve bu risklerin kamu kaynakları kullanılarak telafi edilmesiydi. İktidarın tek inisiyatif sahibi ve karar mercii olan Cumhurbaşkanının “yüksek faizleri enflasyonun sebebi” olarak görmesi ve bu görüş uyarınca, TCMB’nin politika faizlerini düşürmeyi tercih etmesi, Türkiye ekonomisinin ve izlenilen para politikasının dünyadan ayrışmasına neden oldu. Bu ayrışmanın maliyeti ise, iktisadi birimlerin TL’den kaçmasına ve bunun TL’nin değer kaybetmesine neden olan bir talep baskısına yol açması oldu.  İktidar, kendi yanlış tercihlerinin sonucu olan TL’deki bu oynaklığı kontrol etmek için, sahip olduğu ve/veya olmadığı dövizleri satmak zorunda kaldı. Hem de çok ucuza. Bu durum ülkemizin mali sistemindeki kırılganlığın artmasına neden oldu. Ama çok daha önemlisi, bu politika gelecekte finanse edilmesi gerekecek çok büyük bir kamu zararının oluşmasıyla sonuçlandı. Maalesef bu uygulama doğurduğu bu olumsuz sonuçlarıyla rağmen hâlâ devam etmektedir. Muhtemelen seçime kadar da iktidarın bundan geri atması beklenmemektedir. Bugüne kadar tek teselli kaynağımız ise mevcut durumun devamında büyük katkı sağlayan ekonomik büyüme oranlarının yüksek çıkmasıydı. TCMB faiz konusuna aldığı bu radikal kararı gerekçelendirirken, dünyada baş gösteren düşük büyüme ve resesyon tehlikesine karşı düşük faiz politikası izlemesini bir ön alma gayreti olarak açıklamıştı. Dünya ile benzer bir durumla karşılaşmamak ve 2022 yılının ilk iki çeyreğinde büyümeden elde edilen ivmeyi kaybetmemek için düşük faiz politikası ile ekonominin desteklendiği söylenmişti. Neticede alınan faiz kararları sonrasında yapılan yazılı açıklamalarda kullanılan gerekçe buydu. Banka en son faiz kararını alıp faizleri yüzde 9’a düşürdükten sonra yaptığı yazılı açıklamada, indirimlerin sonuna gelindiğini kamuoyuna açıkladı. Tabii bu da kafaların karışmasına neden oldu bir kez daha. Öyle ya madem enflasyonla mücadelede düşük faiz gerekiyordu, o zaman kendi anlayışı doğrultusunda TCMB enflasyonla mücadelesine ara mı veriyordu? Her şey bir yana bu faiz politikasının enflasyonu düşürme konusunda performansı son derecede düşük gerçekleşti. Şekil 1’de bu çok açıkça görülüyor.  Geçen yılın aralık ayından itibaren enflasyonun çok hızlı artışına şahit olurken, TCMB’nin politika faizlerinde de ciddi oranlarda bir düşüş trendine girildiği anlaşılmaktadır. Ancak bu tarihten itibaren düşük faizlerin enflasyonu bırakın kontrol altına almayı, görülmemiş oranlarda arttırdığı gözlemlenmektedir. Dolayısıyla bu faiz politikasının enflasyonla mücadele bakımından olumlu görebileceğimiz herhangi bir etkisi olmamıştır. Büyüme açısından beklenilen sonuç elde edilebilmiş midir? Açıkçası en son açıklanan üçüncü çeyrek gayri safi milli gelir rakamları bu bakımdan da gelişmelerin pek parlak olmadığını göstermektedir. Böylede uygulanan faiz politikasının tek mazur görülebilecek bahanesi de elimizden kayıp gitmiştir. Açıklanan yeni rakamlara göre, yıllık düzeyde büyüme yüzde 3,9 çıkmasına rağmen, bir önceki çeyreğe göre yüzde 0,1 oranında azalma göstermektedir. Elbette bu yeni rakamlar hiçbir şekilde gelecekteki büyüme rakamları konusunda umutlu olmamızı sağlamıyor. Zaten çevresel koşullar da bu beklentiyi teyit eder nitelikte oluşuyor. Bundan sonra elde edilebilecek pozitif büyüme rakamları son derecede kalitesiz, kaynak yaratan değil, ama kaynak tüketen bir büyüme olacaktır. Bunlardan çok daha önemlisi beğenmediğimiz bu düzeydeki büyümeyi elde etmek için bile tüketim harcamaları ve ihracat önemli katkılarda bulunmuştur. Maalesef dünyada baş gösteren durgunlukla birlikte bu katkının dördüncü çeyrekte ve hatta 2023 yılının birinci çeyreğinde devam edeceğini beklemek pek mümkün görünmüyor. Zaten sanayinin bir önceki yılın aynı dönemine göre sadece yüzde 0,3 büyüdüğüne dikkat edilirse, bu konuda giderek daha karamsar olmamak için fazla bir nedenimizin kalmadığı da anlaşılıyor. Bundan sonra elde edilebilecek pozitif büyüme rakamları son derecede kalitesiz, kaynak yaratan değil, ama kaynak tüketen bir büyüme olacaktır. Topluma ve özellikle de kamuya büyük maliyetler yüklemesi muhtemel böyle bir büyüme çabasının kapsayıcılığından da bahsedebilmek mümkün değildir. Zaten en son Türk-İş’in açıkladığı yoksulluk sınırının 25 bin TL’yi aşması bunun bir göstergesi olarak düşünülebilir. Tüm bu elde edilen sonuçlar ve dahası Türkiye ekonomisini çalışır hâlde tutabilmek için gerekli kaynağı ekonominin kendi kendine üretmesinin giderek güçleşmeye başladığına işaret etmektedir. Önümüzdeki seçimlere kadar durumu bu şekilde kontrol altında tutmayı amaçladığı anlaşılan iktidarın, seçimlere kadar ekonomiyi çalışır halde tutmak için ciddi miktarda dış kaynağa ihtiyacı olacaktır. Ancak üzerine basarak ifade etmeliyim ki, bu kaynak ihtiyacı iktidarın seçim kazanması halinde çok daha fazla olacaktır. İktidarın yaptığı uygulamalardan görülen o ki, iktidar şimdilik seçim sonrası oluşacak bu sorunları düşünmeyi ertelemiş, tüm gücünü ne pahasına olursa olsun seçimleri kazanmaya vermiştir. Nasıl olsa seçimlerden sonra ödenecek olan bu bedel iktidardaki siyasilerce değil, iktidara oy veren ve vermeyen geniş halk kitleleri tarafından ödenecektir.