Loading...
Ortada patolojik tek bir bulgu, yoktur. Ancak yan yana getirilen hiperaktivite, dikkat bozukluğu ve dürtüsellik semptomları metilfenidatın ilaç olarak pazarlanması için muhteşem bir bütünlük oluşturmaktadır.Çünkü bu zamanlarda tıp dünyası bilim insanlarının çoğunlukta olduğu kimselerce kontrol edilmektedir. Gelgelelim birkaç on yıl içinde her şey değişir. Öncelikle ilacın daha “hafif” versiyonları üretilir süratle ve önce temkinli yetişkin kullanımı ortadan kaldırılır ve sonrasında çocuk ya da genç bireylerin kullanımı için de malum endüstrinin marifetleriyle gerekli izinler bir bir alınır. Bu süreç aşağı yukarı geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısının başlangıcına işaret eder ki, bu yıllarda hemen her sektöre yayılmaya başlayan endüstrileşme süreci tıp dünyasını da etkisi altına almaya başlamıştır yavaş yavaş. Ve bu durumun sonrasında önceleri bilim insanları olan doktorların belirleyici olduğu bu sektör de ilaç firmalarının kontrolüne girer. DSM’nin tam da bu yıllarda yayımlanmaya başlaması hiç de bir tesadüf olmasa gerek. Ne de olsa ilaç sektörü tarafından psikolojik sorunların nedenlerini kişinin yaşam öyküsünde ve zihinsel yaklaşımlarında arayan dönemin baskın psikoloji yaklaşımı olan psikanaliz kültürünün endüstrileşme için hiç de elverişli olmadığı kısa sürede fark edilmiştir. Ve bunun yerine zihnin beyinle ikame edildiği biyolojik psikiyatrinin endüstrileşmesinin, her yatırımcı için oldukça elverişli topraklar sunduğu da çok açıktı. Nihayetinde bu elverişli topraklar beklenen ürünleri verir: Beklenen sonuçları veren klinik çalışmalar bir bir ilaçların faydalarını doğrulamaya başlar bu tarihten itibaren. Ve günümüzde hükmü hâlen devam eden bu yaklaşım, normal olmayan her davranışın beyindeki bir takım kimyasal dengesizliklerin sonucu olduğunu ve bu dengesizliklerin ilaçlarla giderilebileceği yönündeki argümanlarıyla hemen her uzmanı ikna etmeyi başarır –ve elbette ikna olmayanlara yönelik neler yapıldığını ancak şimdilerde öğrenebiliyoruz yeni yeni. İşte DEHB de böyle hastalıklardan biridir. Ve bu durum çok ürkütücüdür. Çünkü günümüze gelindiğinde bile DEHB için uygulanan ilaç tedavilerinin uzun vadeli etkileri hakkında yapılmış çok az çalışma vardır. Yani bu ilaçları kullanan genç insanların hayatlarının devamında ne yaşadıklarına ilişkin, şu anda çok az şey biliyoruz. Dahası yapılan çalışmaların hemen hepsinde öğrencilerin okul performansında gözlemlenen ciddi hiçbir gelişmeye de rastlanmamıştır –hatta birçok çalışmada hiçbir olumlu etkiye rastlanmadığı bile açık bir şekilde raporlanmıştır. Üstelik tüm bu çalışmalar bizzat psiko-pazarlamayla bu hastalığı var eden ilaç endüstrisi tarafından finanse edilmesine rağmen bu sonuçlar ortaya çıkmıştır.
Metilfenidat endüstrisi süt endüstrisi gibi zaferini ilan etmiş ve kendini gerçeklik yerine ikame etmeyi başarmış bir hâlde yaşıyor günümüzde.Tüm bunlara rağmen tüm bu verilerin de bir anlamı yok günümüzde. Çünkü psiko-pazarlama karşılığını çoktan bulmuş ve zaferini genel kültür içinde çoktan ilan etmiştir. Bu yüzden günümüzde gerçeklerin pek çok gerçek psikiyatrist, psikolog ve bilim insanınca dile getirilmesi karşılığını çok az bulabilmektedir. Tıpkı memeli hiçbir hayvanın emzirme dönemi dışında kullanmadığı bir gıda olmasına rağmen geçmişte on yıllar boyunca yapılan tıbbi-pazarlama teknikleriyle akıl almaz bir şekilde tüketilmeye başlanan süt ve süt ürünleri gibidir durum. Her ne kadar günümüzde sütün ciddi hiçbir faydasının olmadığı ve dahası ciddi zararlarının olduğu bilinse de zaferine ulaşan ve hâkimiyetini kuran bir endüstri için dile gelen bu gerçekliğin sesi çok kısık bir şekilde işitilebilir artık. Çünkü gerçekleri dile getiren insanların ses erimleri dört bir yandan yeterince kuşatılmıştır çoktan. Evet, metilfenidat endüstrisi süt endüstrisi gibi zaferini ilan etmiş ve kendini gerçeklik yerine ikame etmeyi başarmış bir hâlde yaşıyor günümüzde. Öyle ki, internette bir arama yaptığınızda binlerce akademik makale bulabilirsiniz onun hakkında. Ya da bir kitap satış sitesine girdiğinizde altında profesörlerin, doçentlerin imzasının bulunduğu yüzlerce kitapla karşılaşabilirsiniz rahatlıkla. Dahası bu kitapları ya da makaleleri okumaya kalkarsanız vahim bir semantik üzerine kurulu şuna benzer ifadelerin karşısında bulabilirsiniz kendinizi: DEHB tanılı bir öğrenci, özel ilgiye, öğrenmesini geliştirmek için desteğe, düzenli bir ortama, kısa ve eğlenceli etkinliklere ihtiyaç duyan bir öğrencidir. Bu öğrenciler için sevildiğini ve faydalı olduğunu hissetmek çok önemlidir. Bu yüzden öğretmen sınıfı canlı ve dinamik tutmalı ve dersleri basit ve somut bir dille, öğrencinin içeriği kolaylıkla anlayacağı şekilde işlemelidir. Bu ifadelerden anlıyoruz ki, özel ilgi, düzenli bir ortam, kısa ve eğlenceli etkinlikler, yararlılık hissi vb. tüm şeyler, tüm öğrencilerin değil de DEHB tanılı öğrencilerin ihtiyacı olan şeylermiş. Öyle mi? Evet, böylesine aptal ve ahmakça açıklamalar tıp literatüründe ciddiyetle yer alıyor artık. VAR OLMAYAN BİR HASTALIĞIN VAR OLAN FATURALARI Dikkatimiz dağılabilir ve bu yüzden dikkat eksikliği denen şey bir olgu olarak var olan bir şeydir. Ancak bu durumu aceleci bir şekilde bir hastalık olarak nitelemek asla mümkün değildir. Özensiz bir davranışımız, yorgunluğumuz ya da olası birçok sebepten dolayı dağılması çok olağan dikkat durumumuz; özenli bir davranış, dinlenme ve olası nedenlere karşı alınan eğitsel önlemler sonrasında gösterilen çabalarla yeniden toparlanabilir de. Ve sonrasında tekrar dağılabilir –ve sonrasında yine yeniden toparlanabilir. Esas budur ve tüm bunlar tümüyle olağan ve olası durumlardır. Formel eğitim süreci öncesinde her öğrenci sevilmek, sevmek, şefkat, ilgi ve yaşamsal endişeler gibi ön öğrenilerini ilk yaşam çevresi içinde edinir. Bu yüzden bu öğrenilerde yaşanan eksikliklerin birtakım psikolojik sorunlara neden olabileceği doğrudur. Ancak bu durum çok nadir olarak –hatta vurgulamak gerek, çok çok nadir olarak bir hastalığa yol açar. Bununla birlikte formel eğitim tüm bu eksikliklere rağmen yol almak üzerine kurulu bir etkinliktir. Bu yüzdendir ki, psikolojik bir sorunun pedagojik önlemlerle çözülmesi mümkündür, ancak pedagojik bir sorunun psikolojik önlemlerle çözülmesi neredeyse hiç varolmamış bir insanlık deneyimidir! Dahası gerçekten de bir öğrencide, öğrenme sürecini bloke eden bir psikolojik sorunun bulunduğuna ilişkin sağlıklı bir tanıya varabilmek için öğrencinin dünyaya gelmeden önce anne karnında geçirdiği günlerden başlayan ve öğrencinin bugününe kadar gelen yaşantılarını derin ve titiz bir şekilde analiz eden bir irdeleme gerekir. Elbette böyle bir analizin pratik yaşamda uygulanmasının çok da kolay olmadığı açıktır ve belki de psikanalizin tümüyle hız üzerine kurulu bugünümüz dünyasında gözden düşmesinin sebeplerinden biri de budur. Ancak her ne olursa olsun, psikolojik bir sorun yaşayan bir öğrenciye yönelik en yapılmaması gereken şey onu ilaç kullanmaya yöneltmektir. Evet, ilaçlar kısa sürede bir takım kolaylıklar sunar. Sözgelimi, bir hastalık yaşadığınızda, diyelim ateşiniz çıktığında, bir ateş düşürücü ilaç alabilirsiniz ve bu ilaç ateşinizi düşürebilir. Fakat bu yaşantı deneyiminizden hareketle bedeninizde ateş düşürücü ilaç eksikliği olduğu sonucunu çıkarmazsınız –çünkü bu aptalca bir çıkarım olur. Yapacağınız ya da yapmanız gereken tek geçerli çıkarım, kullandığınız ateş düşürücü ilacın mevcut durumunuzun geçici olarak iyileşmesi için işe yaradığıdır –ama bu tekrar asla ateşinizin çıkmayacağı anlamına gelmez.
DHEB gibi bir hastalığa sahip olduğunu sanan bir öğrenci, eğitim yaşamına ilişkin sorunlarının biyolojik bir nedene dayandığını düşünmeye başlar.Çünkü pek çok ilaç gibi, ateş düşürücü ilaçlar da tedavi etmez, yalnızca mevcut anınıza ilişkin işe yarar bir sonuç verir. Bu kadar! Ve bunu her doktor da bilir. Ancak psikiyatri ilaçları söz konusu olduğunda senaryo daha farklıdır: çünkü psikiyatrik tanılar çoklukla yaşamınız boyunca sürecek bir hastalığın varlığından söz ederler size ve bu yüzden neredeyse tüm yaşamınız boyunca kullanmanız gereken ilaçlar sunulur önünüze. Metilfenidat da eğitim sorunlarını ört bas etmek için kullanıma sokulan bu ilaçlardan biridir işte. Öte yandan psikiyatrik ilaç kullanımı, yukarıda belirttiğim kirli bir endüstrinin denekleri olarak kullanılmasından çok daha büyük zararlara da yol açar öğrenciler üzerinde. Çünkü DHEB gibi bir hastalığa sahip olduğunu sanan bir öğrenci, eğitim yaşamına ilişkin sorunlarının biyolojik bir nedene dayandığını düşünmeye başlar. Bu da onu eğitimin vazgeçilmezi olan sorumluluk duygusundan uzaklaştırır. Böylece, çalışmadığı, gerekli çabayı göstermediği için değil de hasta olduğu için öğrenemediğine ikna olur. Dahası bu düşüncesini toplumsal saygınlığı oldukça yüksek olan bir tıp uzmanından edindiği için zihnindeki kuşku müessesini devreye sokmakta da çok zorlanır. Ve nihayetinde bu yaşantı deneyimi gerçek bir psikolojik açmaza sürükler onu. Çünkü mevcut durumu onu başarıya yönelik toplumsal baskıdan korur –bu yüzden derslerinde başarısız olsa da bu artık önemli bir sorun değildir; gelgelelim bunun karşılığında ondan istenen bedel çok ağırdır: Çünkü tümüyle başarısızlığa mahkûm edilmiş bir gelecekle kuşatılmıştır artık hayatı. Elbette böylesine belirlenmiş ürkütücü bir gelecek gerçek bir psikolojik soruna yol açacak ve tam bir çaresizlik ikilemi içinde bırakacaktır onu: Çalışırsa, çabalarsa yapamayacaktır, çünkü hastadır. Çalışmaz ve çabalamazsa zaten çalışıp çabalamadığı için yapamayacaktır artık… İlaç endüstrisi tarafından yoktan var edilen, verdikleri Hipokrat yeminini unutan psikiyatristlerce kutsanan, kentli sözde duyarlı velilerce eşlik edilen ve en beteri ders kitaplarında yazanları gerçeklik diye aktarmaya alışmış bir öğretmen kuşağınca onaylanan tam bir pedagojik nihilizm hali bu. Yaşamlarının henüz başlarında olan insanlara yönelik ilmek ilmek işlenmiş harikulade bir kâbus! --/-- Eğitim dünyasının esas aktörleri olan öğrencileri, öğretmenleriyle baş başa bırakınız.