Düzensiz göç bir hicret mi?

Abone Ol
Erdoğan, Müslüman olan ülkelerden yasa dışı şekillerde Türkiye’ye göç eden kitleleri, herhangi bir ön elemeye tabi tutmadan, suç geçmişlerine bakılmaksızın kabul ettiğinin ve bundan sonra da edeceğinin müjdesini, Türkiye’nin bizzat en yetkili makamından seslendirdi.

Loading...

Erdoğan 9 Mayıs akşamı MÜSİAD’ın 32. Kuruluş Yıldönümü töreninde ağzındaki baklayı çıkardı: “Ülkemize hicret eden ama Suriye, ama Afganistan, ama Irak, ama İran, fark etmiyor. Biz, muhacirlik ve ensar olma kabiliyetinin ne olduğunu en iyi bilen bir kültürün mensuplarıyız. (Alkışlar) Muhacirlik nedir? Ensar nedir? Bunu anlamayan, bunu bilmeyenlerle bizim işimiz yok. Biz, sevgili Peygamberimizin evet muhacirliğini de biliriz, ensar olduğu dönemi de biliriz. Onun için de, biz bu yolda aynı anlayışla devam ediyoruz. Suriye’den, savaştan çıkıp, ülkemize sığınan bu kardeşlerimize sonuna kadar sahip çıkacağız Bay Kemal! Siz ne derseniz deyin, biz oradayız! (Alkışlar) Biz bu konutları da onun için yapıyoruz. Kendileri arzu ettikleri zaman vatanlarına dönebilirler. Ama biz onları asla bu topraklardan kovmayız ve kovmayacağız. Bunu da bilesin. Birileri çıkmış, durmadan laf salatası yapıyorlar. Yok ya! Biz asla, kapımız açık, onlara ev sahipliğimizi yapmaya devam edeceğiz. Ve onları, katillerin eline, kucağına atmayacağız. (Alkışlar) Onun için de, bu süreç içerisinde bu yardımseverliğimizi her zaman nasıl yapıyorsak, yapmaya devam edeceğiz. Zekâttan bu millet anlar.” Erdoğan bu açıklamasıyla, Türkiye’nin, Müslüman olan ülkelerden yasa dışı şekillerde Türkiye’ye göç eden kitleleri, herhangi bir ön elemeye tabi tutmadan, suç geçmişlerine bakılmaksızın, vatandaşlık, ya da göçmenlik haklarının bulunup bulunmadığını önemsemeksizin, kimliklerinin olup olmadığını umursamaksızın kabul ettiğinin ve bundan sonra da edeceğinin müjdesini, Türkiye’nin bizzat en yetkili makamından seslendirdi.
Oysa bu ülkelerin hiçbirisinde hiçbir Müslüman, Müslüman oldukları için zulme uğramıyor, Müslüman oldukları için ölüm tehdidiyle yaşamıyor. Bu düzensiz göçün nedeni Müslümanların kendi ülkelerinde Müslümanlığı yaşamalarına çıkarılan güçlükler değil. Aksine, bu kitleler kendi ülkelerine göre daha seküler görünen bir ülkeye göçüyorlar.
Türkiye’nin bu düzensiz göçü kabul ediş nedenini de, Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicreti ile muhacir olmasına ve ona Medine’de yardım eden ensarların İslam’a katkılarına gönderme yaparak açıkladı. Klasikleşmiş ifadesiyle her şeyin “en iyisini bildiğini” her fırsatta dile getiren Erdoğan, “muhacirliğin ve ensar olma kabiliyetini” de en iyi bilen olduğunun altını çizerek, Suriye’den, Afganistan’dan, Irak’tan ve İran’dan gelen düzensiz göçmenleri hicret eden Müslümanlar olarak konumladı. Onlar, tıpkı Hz. Muhammed’in önce Müslümanları ve kendisini Mekkelilerden korumak, sonra da İslam’ı yaymak için gerçekleştirdiği Hicret gibi bir hicret gerçekleştiriyorlar. Oysa bu ülkelerin hiçbirisinde hiçbir Müslüman, Müslüman oldukları için zulme uğramıyor, Müslüman oldukları için ölüm tehdidiyle yaşamıyor. Bu düzensiz göçün nedeni Müslümanların kendi ülkelerinde Müslümanlığı yaşamalarına çıkarılan güçlükler değil. Aksine, bu kitleler kendi ülkelerine göre daha seküler görünen bir ülkeye göçüyorlar. Burada ya kendi ülkelerindeki durumdan memnun olmadıkları için Türkiye’ye geldikleri görünüyor. Ya da kendi ülkelerindeki rejimi Türkiye’ye taşımak için. Göçmenler homojen bir yapıda olmadıkları için, bu iki seçeneğe de denk gelen kitleler içeriyorlar. Fakat ilk seçenek yüzünden göç edenler sayıca çok daha fazla gibi görünüyor. Bununla birlikte ilk seçenek dolayımında Türkiye’ye göçüyor olsalar da, Erdoğan onları bir din kardeşliği çerçevesinde karşıladığını vurguluyor. Fakat Türkiye’nin büyük bir kesimi bu düzensiz göçü pek çok nedenlerden ötürü istemiyor. Göç eden kitlenin özellikle Afganistan kaynaklı tipolojisi kent yaşamına alışkın olmayan, kadınların sosyal yaşama katılmadığı, kadınlara birer nesneymişçesine bakan, sorunlarını hukuk yerine şiddetle çözme eğilimi taşıyan, demokrasi inancı bulunmayan, dini siyasi rejimlere alışık erkeklerden oluşuyor. Bu nitelikler herhangi bir ırksal nedenden kaynaklanmıyor. Yani Afganistan’dan gelenler, birtakım ırkçıların ileri sürdüğü gibi Afgan olmaları sebebiyle, taşıdıkları kan yüzünden daha düşük birer insani form falan değiller. İcat edilmiş bir ideoloji olan ırkçılığın, dünyaya acıdan başka hiçbir şey katmadığını berbat deneyimlerden biliyoruz. Irklar arasında kişilik, ahlak, beceri, yetenek, zekâ gibi özellikler açısından hiçbir fark yok. Fakat kültürel açıdan, yaşam alışkanlıkları, toplumsal varsayımlar ve beklentiler ile siyasi rejimler açısından özellikle Afgan göçmenlerle Türkiye arasında büyük farklar var. Türkiye, kendi demokrasisi de son derece topallayan, ekonomik olarak her geçen yıl gücünü daha da yitiren, başta kadınların güvenliği olmak üzere, toplumsal pek çok sorununu halledememiş bir ülke. Tek yönlü medyası, içi boşaltılmış akademisi, kutuplaşmış toplumu, aşırı değer yitirmiş para birimi, şahlanmış enflasyonu, yoksullaşmış insanlarıyla 2010 yılından beri aralarında darbe girişimi dahi bulunan pek çok sıra dışı sınavla sınanan bir ülke. Böylesine fırtınalarla boğuşan bir ülkeye yasa dışı olan bir göç alma serbestisinin keyfi olarak bir ya da birkaç siyasetçi tarafından tüm dünyaya ilan edilmesi ve böylelikle yeni göçlerin de alabildiğine özendirilmesi Türkiye’yi altından kalkmasının aşırı zor olacağı bir başka yükle zorlamaktan başka nedir? Türkiye’de İslami rejim deneyimi olan insan stokunu kontrolsüzce arttırmanın ve bunu geniş kitlelerin arzusu aleyhinde sürdürmenin ve daha da sürdürecek olmanın siyaseten ne gibi bir getirisi olabilir? Bunu insan haklarıyla meşrulaştırmaya çalışmak, Türkiye’nin insan hakları endekslerindeki aşırı geri konumu anımsandığında pek işe yaramaz görünüyor. Bu insanların yasa dışı şekilde Türkiye’ye gelmeleri neden özendiriliyor?
İnsan hakları adına düzensiz göçe verilen destek, Türkiye’nin zaten berbat olan insan hakları seviyesini birkaç yıl içinde çok daha berbat bir seviyeye düşürecek çünkü düzensiz göçle gelen kişiler, toplumsal yapıda pek çok seküler insanımızı birçok konuda otokontrollere zorlayacak.
İşte bu noktada, iktidar eski bir müttefikini yeniden yanında buldu. Türkiye’deki rejimin “ileri demokrasi” için söküldüğüne, siyasal İslam’ın “otoriter Kemalizm”e karşı demokrasi getireceğine gönülden inan bir grup entelektüel – ki temel görüşlerini ve ilkelerini son derece muteber bulduğum, Türkiye’nin önünde sonunda o kimliğe kavuşmasını istediğim görüşleri ve ilkeleri savunan kişiler – “ileri demokrasi”ye pek yanlış bir yoldan gitmek için ikna olmuşlardı. Bu görüş temel olarak, “sistem ve kurumlar kâğıt üzerinde bile bir kez demokratikleşse ve ordu ile bürokrasinin Kemalist yapısı kırılsa, halk bir kez gerçek demokrasinin tadını alsa, bir daha onu bırakmaz, bu yüzden de ne siyasal İslam, ne otoriter yapılar artık bu ülkeye sahip çıkamaz” diye düşünüyorlardı. Kemalizm’in otoriter bir yapı olduğunu, Türkiye’nin demokratikleşmek için bu eşiği atlaması gerektiğini, bu eşiğin ancak oy toplama kapasitesinde olan bir siyasal partiyle aşılabileceğini bu yüzden de AKP ile işbirliğinin mantıklı olduğunu ileri süren bu grup, “Yetmez ama Evet” sloganlarıyla karikatürleştirilerek nitelendiler. İleri demokrasiye gitmek için oldukça yanlış bir yöntem seçtiler ve dahası Kemalizm’i de alabildiğine karikatürleştirdiler. Kemalizm’in var olan sorunlarına dev büyüteçler tuttular, Erdoğan’ın önünü uluslararası ve ulusal her bağlamda sonuna değin açtılar. Bu kesim şimdi de Erdoğan’ın bambaşka bir siyaset için Türkiye’ye davet ettiği göçmenleri ve düzensiz göç siyasetini, insan hakları çerçevesinde ele alarak destekliyorlar. Bir kez daha ilkenin doğru olduğu fakat ilkeye ulaşma yolunun son derece yanlış olduğu bir konumdalar. İlkeler, Kant’ın ahlak felsefesinde ortaya koyduğu sertlikte uygulanamazlar. Kant’a göre yalan söylemek doğru değildir. Kant’ın verdiği örneğe göre eğer kapınıza eli bıçaklı bir saldırgandan kaçan birisi gelir ve yardım isterse, onu içeriye almanızın ardından kapı yeniden çaldığında ve eli bıçaklı saldırgan takip ettiği kişinin içeride olup olmadığını sorduğunda, ilkesel olarak saldırgana doğru söylemeniz ve takip ettiği kişinin içeride olduğunu bildirmeniz gerekir. Dünya ilkelerin hiçbir uzlaşı gösterilmeden her koşulda doğrudan uygulanabileceği bir yer değildir, uzlaşmalar gerekir. Aksi takdirde ahlaken çok daha büyük sorunlara yol açılır. Takip edilen kişinin öldürülmesi gibi. İnsan hakları adına düzensiz göçe verilen destek, Türkiye’nin zaten berbat olan insan hakları seviyesini birkaç yıl içinde çok daha berbat bir seviyeye düşürecek çünkü düzensiz göçle gelen kişiler, toplumsal yapıda pek çok seküler insanımızı birçok konuda otokontrollere zorlayacak. Afganistan’ın 40 milyonluk bir nüfusu var. Yani bu göçün duraklayacağı bir mantıklı nokta da yok. Çözüm yasaların uygulanmasında ve öyle sanıyorum ki, siyasi iktidarın değiştirilmesinde yatıyor.