Avrupa’nın Rusya’ya enerji bağımlılığını azaltabilecek olan; İsrail, Azerbaycan veya Irak’taki kaynaklardan Avrupa’ya uzanacak alternatif rota arayışları Türkiye’yle işbirliğini gerektiriyor.Avrupa’nın Rusya’ya enerji bağımlılığını azaltabilecek olan ve İsrail, Azerbaycan veya Irak’taki kaynaklardan Avrupa’ya uzanacak alternatif rota arayışları Türkiye’yle işbirliğini gerektiriyor. Ambargolar nedeniyle Rusya’yla kesilen ticaretin bir bölümü Türkiye’ye kayabilir.[2]Hiç kuşkusuz bunlar Türkiye’ye ekonomik kazanım ve rahatlama sağlayabilir. Öte yandan Türkiye Paris İklim Şartı’nı geçen yıl onaylamak yanında Rusya ile Ukrayna arasındaki barış görüşmelerinde aktif bir rol oynayarak “şahin” ve askeri çözüm odaklı ülke imajını düzeltme yönünde önemli adımlar attı. Peki burada sorun ne? Türkiye bu döneme demokrasi ve hukuka sırtını dönmüş ve bu konularda farklı bir rotaya dönmesi birikmiş hukuksuzlukları nedeniyle mümkün olmayan bir yönetimle giriyor. Nitekim aynı dönemde iktidar, seçim kurallarında “otoriter iktidarların el kitabından”ndan çıkmışa benzeyen değişiklikleri meclise sundu. Bu değişiklikler açıkça, seçimlerde çoğunluk desteğini yitrse de seçim mühendisliği ve seçim sürecine ve güvenliğine antidemokratik müdahaleler sayesinde iktidarda kalabilme çabasını yansıtıyor. Sandık ve seçim kurullarında istediği değişiklikleri başka türlü yorumlama olanağı yok. Demokratik olmayan bir iktidarın dış ilişkilerde Türkiye’nin gerçek potansiyelini gerçekleştirmesi mümkün değil. Yargının bağımsız ve tarafsız olmadığı, yolsuzlukları, akıl dışı, zikzak çizen, dini ve milli hassasiyetleri istismar eden siyasetleri engelleyip denetleyecek kurumların olmadığı bir siyasal sistemle yönetilen bir ülkeye uzun vadeli üretken dış yatırımcılar güven duyamaz. Dış ülkeler de kalıcı ilişkiler kurulacak değil kısa vadeli kullanılacak, pohpohlanacak ve yönetici elite sağlanan çıkarlar karşılığında sömürülecek bir ülke gözüyle bakar. Nitekim Maliye Bakanı’nın “siz gelin, biz bürokrasiyi alaşağı ederiz, arkamızda Cumhurbaşkanı var” demesi tam da bu modele hitap etmiyor mu? ”Biz ikinci sınıf bir ülkeyiz, gelin sizin paranıza ihtiyacımız var, önünüzde kurallara dayalı bir düzen, kamu yararını koruyan, tüketiciyi, emeği koruyan, ülkenin uzun vadeli çıkarlarını, çevreyi koruyan bir devlet olmayacak, istediğiniz gibi kısa vadelikârınızı elde edin, bu arada bize yakın kesimler de kazansın, ondan sonra çıkın gidin, bürokrasi önünüzde engel olmayacak” demek değil mi? OTOKRATİK DIŞ İLİŞKİLER MODELİ Dolayısıyla mevcut iktidarla dış ilişkilerdeki gelişmelerin Türkiye’de otoriter iktidarı güçlendirmesi ve Batı ülkeleriyle ilişkilerini “otokratik ikinci sınıf ülke” modeline yerleştirmesi tehlikesi var. Bu modelde ülkeyi yönetenlerle dış ülkeler bir tür alışveriş içine giriyor. Gerek güvenlik gerekse ekonomik ilişkilerde dış ülkelere sunulan cömert “faydalar” karşılığında demokratik dünya da o ülkeyi yönetenlerin insan hakları ihlalleri, hukuksuzluk, yolsuzluk ve antidemokratik uygulamalarına ses çıkarmıyor. Eleştirse de bir şeyleri değiştirmek içinde değil kural savmak için eleştiriyor. Aslında her iki taraf açısından da etik olmayan bir ilişki. Tarih ve günümüz dünyası dış ülkelerin, güvenlik güçlerinin ve dar bir toplumsal kesimin desteğiyle ve seçimlere rağmen ayakta kalan otoriter rejimlerle dolu. TÜRİYE’NİN DEMOKRATİK POTANSİYELİ VE REFLEKSİ Ama Türkiye’deki durum biraz farklı. Türkiye geçmiş yazılarımda da vurguladığım üzere demokrasi ve belli bir partiden bağımsız devlet geleneği oldukça güçlü bir ülke. Muhalefet ve halk bir demokrasi refleksiyle hareket ederse ülkeyi düze çıkaracak bir siyasal değişimi yaratabilir. Yani muhalefet partileri parti değil demokrasiyi yeniden inşa etmek siyasetinde kenetlenirse ve halk da bu siyasete destek olursa. O zaman örneğin iktidarın seçim kanununda yapmak istediği değişiklikler de ters teper. Cumhur İttifakı’na ekstra sandalye sağlamaya yönelik seçim mühendislikleri eğer muhalefet tek bir parti gibi dayanışırsa ve seçmenlerden destek görürse tam tersine muhalefetin meclis hakimiyetini güçlendirebilir. Keza seçim ve sandık kurullarında seçim güvenliğini tehlikeye atan düzenlemeler muhalefet partilerinin ve sivil toplumun dayanışmasıyla aşılabilir. Ama dünyaya örnek de olabilecek bu geçiş sürecini başarıyla tamamlayabilmek için ekonomi yanında ekonomiyle çok yakından ilişkili dış politikada da çok sağlam bir yol planının oluşturulması elzem. Demokratik potansiyelin her konuda hazırlıklı bir muhalefeti de içerdiği unutulmamalı ve bu konuda muhalefetin adımları desteklenmeli. Cumhuriyetin kurulmasını sağlayan bağımsızlık mücadelesinin Sovyetler’den ABD’ye, Hindistan’a ve Fransa’ya çok akıllıca ve dengeli bir diplomasi ve halkla ilişkiler siyaseti güderek kazandığımızı biliyoruz. Demokrasi mücadelesi de ancak böyle kazanılabilir. Yeni Dış Politikada belki en büyük yanlışlardan biri AKP döneminde yapılan her şeyin yanlış olduğunu düşünmek olur. Örneğin Afrika ülkeleriyle yoğun ticari ve sosyal-kültürel ilişkiler kurulmaya çalışılması değil bu yapılırken kullanılan yöntemler ve aktörler yanlış. Türkiye dış politikadaki potansiyelini ancak sabit ayağını en sağlam şekilde laik ve demokratik hukuk devleti kimliğinde ve Batı ittifaklarında tutarak ve diğer ayağıyla uzanabileceği bütün ülkelerle karşılıklı kamu yararına dayalı ve kurumsal ilişkiler kurarak gerçekleştirebilir. Türkiye’de bu bilincin olduğunu düşünüyorum ve umuyorum. --- [1]İsrail’le ilişkileri düzeltmek Filistinlileri yüz üstü bırakmak ve bu konudaki eleştirilerini terk etmek anlamına gelmiyor. Tam tersine Türkiye İsrail ile de konuşabilir ve karşılıklı çıkara dayalı ilişkiler içinde olduğu oranda Filistinlilere de yardım ve barışa katkı sunabilmek için daha güçlü bir konumda olabilir. [2]Hukuki ve kurumsal altyapısı kurulmazsa yeni Rıza Sarraf olaylarına yol açabilecek olan: ambargo nedeniyle Rusya’ya ihracat yapamayan Avrupalı üreticilerın mallarını Rusya’ya Türkiye üzerinden reeksport yöntemiyle satmasının da tartışıldığı anlaşılıyor.
Düzelen dış ilişkiler otoriterliği tahkim eder mi?
Türkiye’nin Avrasya’nın merkezindeki jeostratejik konumu, devlet yapısı, askeri gücü ve imalat ekonomisi önemli. Dolayısıyla dış ilişkilerde uzun zamandır heba edilmekte olan gerçek potansiyeli öne çıktı. Ancak…
Son zamanlarda Türkiye’ye özellikle iktidarın uzun zamandır şeytanlaştırdığı Batı dünyasından üst düzey ziyaretler ve övgüler arttı. İsrail Cumhurbaşkanı Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, Yunanistan Başbakanı Mitçotakis, yeni Almanya Başbakanı Scholz. ABD’den de ılımlı da olsa olumlu sinyaller var. Masada Ukrayna’dan mültecilere ve enerjiye birçok işbirliği konusu var. Ziyaretlere ve ilgiye Orta Doğu, Kafkasya ve Balkan ülkeleri de dahil. İktidar bir süredir, ABD, AB ve NATO ülkeleri yanında Mısır ve İsrail[1] gibi ülkelerle son yıllarda son derece yanlış ve iç siyasete yönelik politika ve söylemlerle bozduğu ilişkileri düzeltmek, ayağını yorganına göre uzatmak ve temiz bir sayfa açmak çabasındaydı. Zaten buhranda olan ekonomiye nefes aldırmak için Körfez ülkelerinden Londra’ya her yerde – kendi bürokrasisini dış yatırımcılara düşman gösterecek ve her şeyi satışa sunacak kadar –telaşlı ve şuursuz bir dış kaynak arayışında.
TÜRKİYE’NİN GERÇEK DIŞ POLİTİKA POTANSİYELİ
Ama bu artan trafiği açıklayacak daha temel unsur dünyadaki gelişmeler ve Türkiye’nin gerçek dış politika potansiyeli. Ukrayna’nın işgali ve Yeni Soğuk Savaş endişeleri bir yandan böyle bir savaşa hazırlık ve ittifakları netleştirme ve tahkim etme çabalarını arttırdı. Ama bir o kadar önemlisi, ekonomik ve bilişsel olarak iç içe geçmiş ve yıkım istemeyen bir dünyada herkesin zararına olacak böyle bir savaşı engelleme gayretlerine de hız verdi. Nitekim Çin ve ABD başkanları Jinping ve Biden da konuda görüştü.
Türkiye’nin Avrasya’nın merkezindeki jeostratejik konumu ve görece gelişmiş devlet yapısı, askeri gücü ve imalat ekonomisi her iki senaryo için de önemli. Dolayısıyla dış ilişkilerdeki iktidar tarafından uzun zamandır heba edilmekte olan gerçek potansiyeli öne çıktı.