Rusya’nın Ukrayna işgali, dünyayı giderek Sovyetler dönemi çift-kutuplu bir sisteme doğru sürüklüyor. Siyaset bilimci Nuray Mert, neden her iki seçeneğin de (NATO-Rusya) yanlış olduğunu yazdı. Dünyayı ak ve kara ikiliği etrafında yorumlayanlar, şimdi de Putin-Ukrayna ikiliği üzerinden herkesi saflaştırmaya ve en önemlisi herkesi bu saflaşmaya mahkum etmeye çalışıyor.  Neden, Putin/Rusya ve Ukrayna diye iki seçenek arasında kalalım, neden ötesini düşünmeyelim? ‘Düşünce polisliği’ sadece otoriter rejimlerin özgür düşünceye karşı uyguladığı baskılar demek değildir.  Polis gibi görünmeyen polisler de vardır; baskıların tek aracı sadece coplar değildir. En etkili baskılar görünmez kılınan baskılardır. Şimdilerde, Rusya’nın Ukrayna’ya yaptığı askeri müdahale karşısında tek seçenek olarak, ‘Putin karşısında kılıç kuşanmayan, Putin’den beterdir’ baskısı bir kez daha düşünce polisliğine soyunmuş vaziyette.  Putin’in canı cehenneme, ama neden bu vesile ile bir kez daha öncelikle durup düşünmeyelim, ‘nasıl bir dünyada yaşıyoruz ve neden’ diye sormayalım? 2003’de ABD Irak’ı işgal ederken ‘canı Bağdat’ta olmak isteyen dahil, o dönemin  tüm ABD işgali savunucuları herkese akıl öğretmeye kalkışmış vaziyette.  Yok, ‘madem ABD Irak’ı işgal etti, bırakın Rusya’da Ukrayna’yı işgal etsin’ demeye getirmiyorum, böyle bir mantık olabilir mi? Tam tersine, ‘işgallere, askeri müdahalelere karşı duruş ilkesel bir tavır olmalıdır. Ben ‘bu tavrı, taraftarı oldukları güçlü ülkeler söz konusu olunca işgalden yana, değilse işgale karşı duran ilkesizlerden mi öğreneceğiz’ diyorum.  Irak’ı işgale eden ABD’nin de, Ukrayna’yı işgale girişen Rusya’nın da kendi jeopolitik hesapları doğrultusunda pek çok nedeni vardı. Bu nedenlerden söz eden analizler yapmak başka bu güçleri haklı, meşru, doğru bulmak başka şey. Ama bazı işgallere, ‘demokrasi getirmek’ gibi kılıflar bulmaya meyyal olanlar için durum başka tabi. Onların derdi, olayları kestirmeden ‘demokrasi ve diktatörlük’ ikilemi çerçevesinde takdim etmek suretiyle bir yandan jeopolitik hesapları, diğer yandan nasıl bir dünyada yaşadığımıza ilişkin sorgulamaları karartmak. Oysa en önemlisi, dünyanın neden hala kanlı bir küresel iktidar/ rekabet sahası olmaya devam ettiğini sorgulamak.
Putin’e bak, Rus tanklarına bak, mazlum Ukraynalılara bak! Sadece bunlara bak, gerisini kurcalama ki birileri dünyanın kötüsü, diğerleri ‘iyi’si olsun. Sonuçta ‘Putin kötü, Ukrayna’yı destekleyen ABD/Batı ittifakı iyi.’
‘Dünya barışı’ uzak ihtimal de, artık hiç olmazsa bu çağda kanlı savaş ve çatışmaların son bulması gerektiği fikri yüzyıl boyunca  çok dillendirildi. Birinci Dünya Savaşı sonrası Milletler Cemiyeti bu amacın kurumsallaşması olacaktı, olmadı. İkinci Dünya Savaşı’nda daha da kanlı bir süreç yaşandı, ertesinde Birleşmiş Milletler bu amaçla kuruldu. Gene olmadı. Soğuk Savaş sürecinde tek değişen kanlı çatışmaların vekâlet savaşları ile bölgeselleşmesi oldu. Soğuk Savaş’ın en gergin yaşandığı ellili ve altmışlı yılların ardından, bu tür arayışlar çerçevesinde Brejnev ve Nixon görüşmeleri, 1975 yılında Helsinki Deklarasyonu’nun ilanı ile sonuçlanmıştı. En son, seksenli yıllarda Gorbaçov döneminde yine aynı çerçeve içinde Soğuk Savaş’ın sona ermesini hedefleyen görüşme ve anlaşmalar ile Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı sona erdi. Ama dalaş dövüş bitmedi, Sovyetler’in denklemden çıkmasının sonucu ABD’nin tek kutuplu hegemonya savaşları başladı. Uzatıp başınızı ayırtmak istemem, sadece nasıl bir dünyada yaşadığımızı hatırlatmış olalım. Daha önemlisi, bu dünya sadece jeo-politik didişmeler ile şekillenmiş değil, aynı zamanda, kapitalist ekonomi modelin galibiyeti olarak tanımlanan ve ‘tarihin sonunun’ ilan edilmiş olduğu bir dünya.  Bu koşullar altında, yeni çatışmaların kalkış noktası neo-liberal düzenin küresel boyutta hâkimiyeti oldu. Yanlış anlaşılmasın, neo-liberal modele itirazı olan yoktu, tam tersine, Rusya ve Çin başta, çevre ülkeler dâhil tüm ülkeler hızla kapitalist ekonomi modelini benimseyerek güçlenme yolunu tuttular. Çin’de, Rusya’da, Ortadoğu’da dünyanın her yerinde otoriter iktidarlar, güçlerini bu kez kapitalistleşme çerçevesinde pekiştirdiler. Öncelikle bu konuda yanılgıya düşmeyelim. Bu süreç içinde, Rusya ve Çin gibi büyük ölçekli güçler, bu yeni sistem üzerinde güçlenip ABD’ye kafa tutmaya, bazıları başka türden sorunlar çıkarmaya başladılar.  Mesele, Mısır’da Mübarek rejimi özelleştirme siyasetlerini dar bir çevre ile sınırladı, diğer taraftan neo-liberal ekonominin yarattığı muazzam eşitsizlik, yoksulluk dolayısı ile toplumsal meşruiyetini yitirdi, vs. Kısacası, Rusya ve Çin gibi ülkelerin, bunların diktatörlerinin palazlanmasının nedeni, ‘kapitalist modelden sapmaları’, ‘bir takım kötü kişilerin iş başına gelmesi’ veya ‘toplumlarının kültürel zaafları’ değildi, tam tersine tüm bunlar başta ABD’nin temsil ettiği neo-liberal ekonomik modeli izlemelerinin sonuçlarından biriydi. ‘Kardeşim, neden Batılılar kapitalizmden demokrasi çıkarıyor da, diğerleri aynı yolu izleyemiyor?’ diye sorabilirsiniz. Nitekim, neo-liberal düşünce polislerine bakarsanız, sorunun cevabı basit: ‘demokrasi serbest piyasa ekonomisinin doğal sonucudur, hal böyleyken Batılılar bunu başardı, diğerleri sapıttı, hepsi bu!’. Bu noktada, lafı uzatmamak adına, Batı kapitalizminin tarihini okumanızı, insanlığa neye mal olduğunu hatırlamanızı tavsiye ederim. Uzatmayalım, dönelim, yeniden kafayı çıkaran ‘savaş çığırtkanlarına’. Bu cenahın en büyük silahı, her zaman olduğu gibi ‘cambaza bak’ stratejisi; Putin’e bak, Rus tanklarına bak, mazlum Ukraynalılara bak! Sadece bunlara bak, gerisini kurcalama ki, birileri dünyanın kötüsü, diğerleri ‘iyisi’ olsun, sonuçta ‘Putin kötü, Ukrayna’yı destekleyen ABD/Batı ittifakı iyi, iyinin yanında yer almayıp ne yapacaksınız?’. Mesela ‘mazlum Ukraynalılar, iyi dünyanın umurunda olsa, olay bizim gibi fanilerin Putin’e sövüp saymasına kalmaz, başka bir çare bulunabilirdi’ diye düşünülmesin. Hele hele, nasıl bir dünyada yaşadığımız hiç mevzu bahis olmasın. Dünyada sorun olarak öne çıkan ne varsa, hızla bir takım diktatörlere, kötü adamlara fatura edilsin ve sakın gerisi düşünülmesin, sorgulanmasın. Putin’in Hitler’e benzetilmesi ile işin içinden sıyrılmak mümkün, bu propagandanın söylediği şu; ‘dünyada eskiden Hitler, şimdi Putin gibi manyak diktatörler, faşistler var ve onlarla mücadele etmek gerekiyor, nokta’.  Bu propaganda dilinin gerisindeki çabanın ne olduğunu görmemiz gerekiyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı liberal tarihçiliği çerçevesinde kurgulanan bu çaba, 1917 Bolşevik İhtilali gibi bir durumla karşılaşmamak için Hitler’e razı olan Alman sermayesi, İngiltere ve tüm Avrupa’da ‘erken komünizmle mücadele politikaları hatırlanmasın, hiçbir şey fazla kurcalanmasın yeter’ çabasıydı. Şimdilerde benzeri bir çaba, her vesile ile neo-liberal dünya sorgulamasının önüne çıkarılmaya çalışılıyor ve Ukrayna savaşı bu çerçevede, hepimizi koşulsuz biçimde ABD/Batı ittifakının yanında durmaya mecbur etmeye çalışıyor. Bu kafanın negatif kopyası da Putin/Rusya taraftarlığı oluyor.
‘Ya Putin’den, diktatörlerden yanasın, ya demokratik dünyanın’  şeklindeki düşünce terörünün, Soğuk Savaş dönemindeki ‘ya totaliter komünizmden yanasın, ya da hür dünyanın’ propagandasından hiç farkı yok.
Hadi, dünyaya ABD dış politikası penceresinden bakanlar neyse; ki bunlara ‘Amerikancı’ demek son derece yanlış- ama Amerika’da dünyaya farklı pencereden bakanlar olduğu gibi, halihazırda Demokrat Parti çevresinde bile bizimkilerden farklı düşünenler var. Neyse, hadi onlar ABD dış siyaseti nereye onlar oraya. Ya kendine solcu, hatta sosyalist diyenlerin bir kısmı hala Rusya’nın mazlum güç olduğunu sanıp, onun yanında hizalanırken onlara karşı diğer bazılarının Putin’i ‘neo-faşist’ diye tanımlamanın rahatlığı içinde, neredeyse NATO’ya davetiye çıkarmasına ne demeli? ‘Aman sığ solculuk yapmayalım telaşı, sol liberalleri pek çok başka konuda olduğu gibi bu konuda ABD stratejik çıkarlarının sözcülüğünü yapan neo-liberal düşünce polislerine rehin kılıyor. Oysa ‘ya Putin’den, diktatörlerden yanasın, ya demokratik dünyanın’  şeklindeki düşünce terörünün, Soğuk Savaş dönemindeki ‘ya totaliter komünizmden yanasın, ya da hür dünyanın’ propagandasından hiç farkı yok. Malum o zaman da bir kısım solcu, koşulsuz Sovyetler yanlısı olmuştu, buna karşı, Arthur Koestler, George Orwell gibi bazı entellektüeller Soğuk Savaş propagandasında aktif rol bile aldılar. Sonuçta, dünyaya eleştirel gözle bakma iddiasında olanların hala bu kafada olduğu, şimdilerde neo-liberal düşünce hegemonyasına esir düştüğü bir dünyada, bu kör dövüşü daha çok sürer. Öyle veya böyle, sol, modern (veya post- modern) dünyanın vicdanıdır, ya da olmalıdır, tam da bu nedenle mevcut kafa bulanıklığının vebali büyük oluyor. Not. Bu arada çok daha önemli hususları gölgelemesin diye, söz konusu etmedim, ama bu karışıklıkta, ABD Başkanı Biden’ın oğlu Hunter Biden’ın Ukrayna’da iş ilişkileri etrafında yürütülen dava ve tartışma tabii ki gündem dışı kaldı, bunu da not düşmüş olalım.