Bizi kendi pozisyonumuzun doğruluğuna ikna eden, kendi siyasi fikirlerimizden dolayı ahlaklı hissetmemize sebep olan ve karşıt fikirlerimizle aramızı açan temel mekanizma; sosyal medyada karşılaştığımız karşıt fikirler.
Ayrı dünyaların insanlarız
Artık farklı partilere mensup insanların aynı dünyada ve benzer zihinlerde yaşamadığı, yaşamak istemediği bir dönemdeyiz. Farklı partileri destekleyen insanlar söz gelimi sadece eğitim veya çevre politikalarında anlaşmazlık yaşamıyor; ayrıca birbirleriyle komşu olmak da istemiyor, çocuklarının karşıt fikirli bir aileyle evlenmesini de tercih etmiyor veya zıt fikirli olduğu partinin destekçileri hakkında ahlaksız, düpedüz kötü ya da cahil diye düşünüyor.
Bu kutuplaşmanın oluşturucularından biri ideolojik farklılıklar olsa da temel sebebi birbirimize karşı hissettiğimiz duygular. Nitekim siyaset bilimcileri de bu yeni tip kutuplaşmaya duygusal kutuplaşma diyor.
Benzer fikirde olduklarımıza dair olumlu duygularımız artarken karşıt fikirde olduklarımızla duygusal mesafemiz iyice açılıyor. ABD’de hem Cumhuriyetçilerin hem de Demokratların %30’luk bir bölümü karşıt parti seçmenlerini ülkenin düşmanları olarak nitelendiriyor. Ayrılıkları fikir boyutunda da sınırlı değil artık. Demokratlar ve Cumhuriyetçilerin arasındaki ayrışma gittikleri alışveriş merkezleri, yedikleri restoranlar veya yaşadıkları mahallere kadar sirayet etmiş durumda.
TurkuazLab’ın 2020’de hazırladığı Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları araştırması benzer bir trendi Türkiye için de gösteriyor. ‘Çocuğumun o partinin taraftarlarından biriyle evlenmesini istemem’ diyenlerin oranı %75 iken, ‘o partinin taraflarından biriyle iş yapmam’ diyenlerin oranıysa %72. İnsanların %85’den fazlası kendi parti taraftarlarını vatansever, onurlu ve ülkenin yararına çalışan olarak görüyor. Karşıt fikirde olanlarıysa bağnaz, zalim ve bencil.
Bu derece duygusal kutuplaşmanın neden hızla arttığı güncel siyaset bilimi çalışmalarının en önemli sorularından biri. Ve bunun müsebbiplerinden biri sosyal medya. Herkesin her an her şekilde paylaşım yapabildiği bir medya evreni 2000’li yılların başında barışı, uzlaşmayı ve rasyonel tartışmayı getireceğine dair bir umut yaratmıştı.
Bu iyimserlik, çok geçmeden herkesin kendi fikirlerini doğrulayan, kendi gibi düşünen ve benzer değerlere sahip yankı odalarına kapandığına yönelik bir karamsarlığa dönüşü.. Benzer seslerin benzer seslere çarparak büyüdüğü ve kendisinin en haklı olduğunu düşündüren bu odalar, kutuplaşmanın sebebi olabilir mi?
DÜŞMANINIZI NASIL İSTERSİNİZ?
Aslında gerçek biraz daha kompleks. Sosyal medyada sadece kendi doğrularımızı onaylayan dar bir fanusun içinde değiliz. Fanusun öngördüğü gibi karşıt fikirlerle hiç karşılaşmıyor da değiliz. Tam tersine karşıt fikirlerle sık sık karşılaşıyoruz. Fakat hangi karşıt fikirlerle? Nasıl? Asıl sorular bunlar.
Tam olarak nasıl kutuplaştımızı analiz eden önemli bir makale, Amsterdam Üniversitesi’nde araştırmacı olan
Petter Törnberg tarafından geçtiğimiz günlerde yapıldı. Törnberg’in ortaya koyduğu mekanizmaysa sosyal medya ve grup davranışı dinamiklerini derinlikli bir şekilde açıklıyor.
TörnbergKarşıt fikirde olduklarımıza yönelik kavgacı cevaplarımız, karşıt fikirleri çoğunlukla benzer fikriyatta olduğumuz takipçilerimizin önüne atıyor.
Fakat
Törnber’in asıl çizdiği nokta burası değil. Bizi kendi pozisyonumuzun doğruluğuna ikna eden, kendi siyasi fikirlerimizden dolayı ahlaklı hissetmemize sebep olan ve karşıt fikirlerimizle aramızı açan temel mekanizma; sosyal medyada karşılaştığımız karşıt fikirler. Onların en karikatür ve radikal halleriyle karşılaşıyoruz, kendi cenahımızla o radikal fikirleri linçliyor, karşıt fikirlerin içeriğinden ziyade daha baştan yazarının bizden olmadığını anlayarak ön yargıyla yaklaşıyoruz. Bu fikirlere bir ehemmiyet vermiyoruz. Anlamak veya bilgi alış-verişi yapmak maksadıyla paylaşım yapmıyoruz, kavga etmek ve haklılığımızı ikna etmek istiyoruz.
Dün sosyal medyada patlayan ve milyonlarca izlenerek yüz binlerce kişinin tepkisini çeken boya atma hadisesi buna yönelik harika bir örnek. Londra’daki ünlü National Gallery’de gerçekleşen olayda
Just Stop Oil (Sadece Petrol’u Durdurun) isimli bir çevre grubuna üye 2 aktivist kadın, ellerindeki domates çorbasını Van Gogh’un ünlü eseri “Ayçiçekleri” isimli tabloya doğru atmış ve kendilerini duvara yapıştırmışlardı.
Aktivistlerin bu eylemi, ‘sanat eserlerine zarar verilerek mi iklim krizine çözüm bulacağız ile işte yeşil siyaset aktivistleri böyledir, IŞID’den farkları yoktur’ a kadar giden yorumlarla eleştirildi.
Bir an için duralım ve düşünelim. Yeşil siyaset aktivizmi onlarca yıldır hem ana akım siyasette hem de sokak hareketleri, yerel örgütlenmeler ya da sanat yoluyla kendine bir alan açmaya çalışıyor. Peki, aktivistlerin bu eylemi neden yeşil siyasetin karşısında duranlarca hemen yeşil siyasetin bütününü reddiyeye götüren, hatta onları aşırıcı-şiddet kullanıcı İslam örgütleriyle özdeşleştiren bir ahlaki söyleme gidiyor?
KARİKATÜRİZASYON VE MANİPÜLASYON
Çünkü rakibimize yönelik eleştirilerimizin çoğu cımbızla seçilen karikatür ve medyatik eylemlere yöneltilen tepkilerden ibaret. Resim olayında olduğu gibi bu tarz abartılı politik eylemlerin sağladığı bir konfor alanı mevcut. Siyasetin tartıştığı güncel zorlu meseleleri derinlikle konuşmak yerine hızlıca mevcut pozisyonumuzun haklılığına ikna olmamız için uygun duygu boşalması anları yaratıyor. “İklim siyaseti mi? Bir avuç heyecanlı ve dertsiz gencin gençlik hezeyanları” denilip geçiyor işte.
Bu hem insanın zihinsel işleyiş şeklinin hem de sosyal medyanın doğasında var olan, ikisinin birleşmesiyle iyice ayyuka çıkan bir mekanizma. Kendi pozisyonumuzun haklılığına kolayca ikna olmak için karşıt fikrin en kolay çürütülebileni seçiyoruz. Fakat sosyal medyanın kutuplaştırma mekanizması bununla sınırlı değil.
Karşıt fikirde olduklarımıza yönelik kavgacı cevaplarımız, karşıt fikirleri çoğunlukla benzer fikriyatta olduğumuz takipçilerimizin önüne atıyor. Bu sadece kavgaya daha fazla insan dâhil etmek veya benzer fikriyattaki daha fazla insana: ‘Bakın karşıt fikirde olanların hepsi böyle saçmalıyor’ hissiyatını aşılamıyor.
Ahlaklı ve haklı olmak üzerinden kendimizi tatmin etmeye başlıyoruz, toplumsal barış ve çözüm odaklı siyaset üzerinden değil.
Daha en baştan kullanıcıların birbirlerine karşı tonu, yaklaşımı ve cevap verirken yaptığı karikatürizasyon/manipülasyon seviyesi ardından gelenleri de etkiliyor. Çünkü değil sadece sosyal medyada, günlük hayatımızda bile karşılaştığımız birçok söyleme dair -ilk olmasa da- asıl tepkimizi başkalarının nasıl tepki verdiği oluşturuyor. İnsanların büyük bir çoğunluğu herhangi söylemle karşılaştıklarında karışık ya da belirsiz hissiyatlara kapılıyor.
Nasıl tepki vermemiz gerektiğindiyse ağırlıklı olarak çevremizde bizim gibi düşünenler üzerinden çıkarıyoruz. Bize benzerlerin yanıtları bize bir yol gösteriyor. Birileri karşıt fikrin en karikatürünü bulup önümüze atıyor. Ya da karikatürize ederek bizimle paylaşıyor. Ardından gelenler de grup davranışıyla onu linçlemeye başlıyor.
Bu linç sırasında biri yine olmadık ve radikal bir cevap üretiyor. Bu cevap bu sefer karşı grup tarafından alınıyor ve aynı döngüyü onlar yaşamaya başlıyorlar. Günün sonunda 2 grup da kendi pozisyonunun en haklı ve ahlaklı olduğunu düşünürken karşıt grubun anlayışsız, bencil ve ahlaksız olduğuna yönelik inançları pekişiyor. Tartışmanın ana amacı anlamak değil, kavga etmek ve haklılık ispat etmek oluyor.
TOPLUMA ZARARI
Törnber’in makalesi internetteki tartışma ortamının bir nevi bir teklik yarattığının altını çiziyor. Sosyal medyadaki iletişim, doğası gereği herhangi bir mimik, jest ya da günlük hayatımızda birbirimizi daha iyi anlamamızı sağlayan ya da çatışmaların büyümesini engelleyen mekanizmalara sahip değil. Birileriyle denk gelip tartışabiliyor olmamız bile aslında o insanlarla bazı ortaklıklara sahip olduğumuzu gösteriyor. Sözgelimi aynı mahallede yaşıyoruz, aynı otobüsü kullanıyoruz ya da aynı okuldayız. Bu ortalıklar çatışmaların aşırı derinleşmesini engelliyor. Hiç değilse yüz yüze iletişim, aynı zaman ve mekânda olmanın ortaklık duygusunu taşıyor.
Öte yandan sosyal medya, dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir meseleyi gözümüzün önüne getiriyor. Çok fazla ilgimiz ve bilgimiz olmadığı konular üzerinden ayrışıyoruz, tartışıyoruz. Olay, siyaseten ya o ya da bu taraftasına dönüyor. Sosyal medya tartışmaları ne birebir iletişimin birbirimizi daha iyi anlayan mekanizmalarına sahip ne de günlük hayatımızda tartıştığımız insanlarla tartışmaların büyümesini engelleyen ortaklıklara. Bu, polarizasyonu arttırıyor.
Dünyamız ve ülkemiz iklim krizi, gelir adaletsizliği, göç gibi zor ve kompleks sorunlarla boğuşurken birbirimizden nefret ediyor oluşumuz ve herhangi bir ortaklık bulamayacağımız kamplara ayrılmamız bu zor krizlere yönelik cevap üretmemizi engelliyor. Dahası, siyasetin alanı hangi kahveye içtiğimizden Twitter’da hesabımızın yanına hangi bayrağı koyduğumuza kadar genişlerken ve hayatın her alanını kaplarken aslında derinliği azalıyor. Sürekli siyaset konuşan ama siyaset üretmeyen bir topluma evriliyoruz. Ahlaklı ve haklı olmak üzerinden kendimizi tatmin etmeye başlıyoruz, toplumsal barış ve çözüm odaklı siyaset üzerinden değil. Kim bilir, belki de ortaklıklar inşa etmeye başlamanın tam sırasıdır.
---
Kaynakça:
https://www.turkuazlab.org/wp-content/uploads/2020/12/Turkiyede-Kutuplasmanin-Boyutlari-2020-Arastirmasi.pdf
- Gentzkow, J. M. Shapiro, Ideological segregation online and of"ine. Q. J. Econ. 126,1799–1839 (2011).
- Törnberg, P. (2022). How digital media drive affective polarization through partisan sorting. Proceedings of the National Academy of Sciences, 119(42), e2207159119.