Loading...
Ülkemiz ciddi bir yoksulluk ve gelir eşitsizliği problemleriyle karşı karşıyadır. Çok muhtemeldir ki 2023 yılında yapılacak seçimlerin ardından bu sorunların ulaşacağı boyut tüm toplum tarafından çok daha iyi görülebilecektir.İktisat bilimi açısından da bu dönemde önemli gelişmeler yaşanmıştır. Piyasacılığın yükselmesiyle birlikte, iktisat bilimi içinde “kalkınma” gibi bir disipline gerek olmadığı düşünülmeye başlanmıştır. Gelişmekte olan ülke ekonomileriyle gelişmiş piyasa ekonomileri arasındaki fark birtakım piyasaların eksikliğine indirgenmiştir. Bu piyasaların inşa edilmesiyle kalkınma sorununun da piyasa mekanizması çerçevesinde halledilebileceğine inanılmıştır. Daha da ileri gidilerek “kalkınma iktisadi” alanından araştırmaların sınırına gelindiği ve iktisat biliminde böyle farklılık içeren bir yaklaşıma gerek olmadığı yönündeki düşünce yaygınlık kazanmıştır. Özellikle Kuzey Amerika’daki üniversitelerde yaygınlık kazanan bu düşünceye göre, iktisat “makroiktisadi alanda istikrar” sağlayacak politika tartışmalarının yapıldığı bir bilim dalına indirgenmiştir. Bu şekilde iktisat tüm rengini kaybetmiş, tek düze bir hâl almıştır. Ta ki 1990’ların başına kadar. 1990’lı yıllar büyümenin kaynaklarının araştırılmaya başlandığı yıllardır. Büyümenin gerçekten sermaye birikiminin bir sonucu mu, yoksa bunların dışında birtakım unsurlar vasıtasıyla mı gerçekleştiği tartışılmaya başlanmıştır. Yeni büyüme teorileri ortaya çıkarken, bir yandan da uzun zamandır uygulanan piyasa yanlısı neoliberal yaklaşımın birtakım iktisadi sorunun çözümünde başarısız olduğu anlaşılmıştır. Özellikle gelir dağılımı ve yoksulluk gibi sorunları sistem dışında kaçınılmaz bir sonuç olarak gören yaklaşım terk edilmeye, onu yerine bu sorunların izlenilen politikaların sonucu olarak ortaya çıkan “içselleşmiş” sorunlar olduğu kabul görmeye başlamıştır. IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar da, gelişmekte olan ülkelere önerdikleri politikaların gelir dağılımı ve yoksulluk bakımından doğurduğu olumsuz sonuçları kabul etmiş, bunları giderecek politikalara olan ihtiyacı ilk kez 1990’lı yıllarda telaffuz etmeye başlamıştır. Bu konularda birçok akademik çalışmaya önderlik ederken, ülkelerin gelir dağılımı ve yoksulluk bakımından durumlarını gösteren birtakım istatistiki çalışmaların yapılması, verilerin üretilmesi konularından bu ülkelerin teşvik edilmesi, onlara mali destek verilmesi sağlanmıştır. Tüm bu gayretlerin amacı piyasa sisteminin yol açtığı ve gidermek konusunda başarısız olduğu gelir dağılımı ve yoksulluk sorunlarının halledilmesidir. Bu mücadeleyi kendine hedef edinen ve ekonomide daha aktif görev alan bir kamu otoritesine olan ihtiyaç yine bu dönemde dillendirilmeye başlanmıştır. Bu ülkelere sadece yüksek büyüme hızlarının değil, aynı zamanda büyümenin kapsayıcılığını sağlamanın marifet olduğu telkin edilmeye başlanmıştır. İşte Yoksullukla Mücadele günü, iktisadi düşüncede ve iktisat politikalarında görülen bu başarısızlıklara kamuoyunun dikkatini çekmeyi amaçlamaktadır. Ülkemiz ciddi bir yoksulluk ve gelir eşitsizliği problemleriyle karşı karşıyadır. Çok muhtemeldir ki 2023 yılında yapılacak seçimlerin ardından bu sorunların ulaşacağı boyut tüm toplum tarafından çok daha iyi görülebilecektir. Bugün bu konudaki durumumuzu sağlıklı bir şekilde görebilmemiz yapılan karartmalardan dolayı mümkün görünmese de, en son Amasra’da yaşadığımız maden kazası ülkemizdeki yoksullukla bağlantılı çaresizliklerin yol açtığı bir sonuçtur. Ülkemizde yaşadığımız bu ve benzeri faciaların 1987 yılında Paris’te yoksulluk ve açlıktan ölenlerden farkı olmasa da, yoksulluğun çok boyutlu bir sorun olduğu gerçeğinin farkına varılmasına neden olmaktadır. Yoksulluk sadece yetersiz gelir düzeyi meselesi değildir. Bunun yanında yoksulluk insanların zenginliğe erişim imkânlarının yetersizliği olarak da görülmesi gerekir. Zira en son maden kazasında kaybettiğimiz canlar, o insanların işgücü piyasası aracılığıyla başka iş imkânlarına erişme imkânı bulamamalarının sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Yoksullukla mücadeleyi salt insanların gelirlerini belli bir düzeyin üzerine çıkarmak olarak gören bir yaklaşım doğru değildir. Aynı zamanda onların birçok kamu hizmetine ve piyasaya erişim imkânlarının geliştirilmesi olarak ele alınması gerekmektedir. Şu an için ülkemiz böyle bir bakışın çok uzağındadır.