Dünya çocuklar için bir cehennemdir

Abone Ol
Nihan Kaya’nın kitapta dayanak olarak aldığı temel kavramlardan birisi, ‘saygı’. Kaya, özellikle çocuk eğitiminde ‘saygı’ kavramının sıklıkla ‘itaat’ ile karıştırıldığını ileri sürüyor.

Loading...

Dünyada her ülkede -özellikle kapalı ve muhafazakar toplumlarda- belli konular kutsal ve tabu olarak nitelendirilip dokunulmaz olarak görünüyor. Örneğin bugün ülkemizde din, devlet, Atatürk, şehit, bayrak, Ermeni, Kürt, Alevi, eşcinsel, vb. hakkında konuşan bir insan henüz kendini çok rahat hissetmiyor. Ben, kutsal kabul edilen her türlü varlığın ve dolayısıyla her türlü tabunun rahatça tartışılabilmesi gerektiğine inanan birisi olarak tabuların sayısı ile toplumların gelişmişlik düzeyi arasında ters bir orantı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca özgür bir şekilde tartışılmayan konularla ilgili sağlıklı bir düşüncenin gelişmesinin de mümkün olmadığına inanıyorum. Nihan Kaya’nın kitabı, “İyi Aile Yoktur”* da, bir tabu olarak aile ve özellikle ebeveynlik konusunu tartışmaya açması açısından oldukça ilginç. Son dönemlerde okuduğum en cesur kitaplardan birisi olduğunu söyleyebilirim. Bugün sizlerle bu kitap üzerinden ebeveyn-çocuk ilişkisi ile çocuk olma halleri konularını tartışmak istiyorum. Adından da anlaşılacağı üzere kitapta çok temel bir iddia ortaya atılıyor (“İyi aile yoktur”) ve kitap boyunca da çeşitli başlıklar üzerinden bu tez tartışılıyor. Yazar, en genelde, her bir anne-babanın da birileri tarafından yetiştirildiğini, onların da öncekiler tarafından yetiştirildiğini anımsatarak çocuğun yetiştirilmesinde önceki süreçlerden kalan bütün zaafların kendini gösterdiğini iddia ediyor. Dolayısıyla ebeveynlerin mükemmel olmadıklarını, çeşitli konularda eksikliklerinin olduğunu kabul ederek çocuklarını yetiştirmeleri gerektiğine işaret ediyor ve özellikle şu noktanın altını çiziyor: “İyi aile yoktur. Ya da paradoks şu ki, iyi aile, ‘İyi aile yoktur’ düsturuyla hareket edebilen aile olabilir ancak.” Bu görüşü savunurken Nihan Kaya’nın kitapta dayanak olarak aldığı temel kavramlardan birisi, ‘saygı’. Kaya, özellikle çocuk eğitiminde ‘saygı’ kavramının sıklıkla ‘itaat’ ile karıştırıldığını ileri sürüyor. Bizim çoğunlukla ‘saygısızlık’ olarak ifade ettiğimiz davranışların (büyüklerden önce sofraya oturmak, büyükler varken konuşmak, büyüklerin yanında ayaklarını uzatmak vb.) aslında gerçek anlamda ‘saygı’ ile ilişkili olmadığını, olsa olsa ‘itaat’ ile ilişkilendirilebileceğini söylüyor: “Saygı, itaat değildir. Karşılıklı olmayan, hiyerarşiye dayalı bir şeye saygı adını vermek çok zor. ‘Anne-babaya saygı’, ‘büyüklere saygı’, ‘devlete saygı’ gibi kalıplar, kültürümüz içinde öz anlamından koparılıyor ve aslında saygısızlığı meşrulaştırmak için kullanılıyor. Bugün ‘anne-babaya saygı’ adı altında rastladığınız söylemlere bakın, bunların aslında alttan alta çocuğa saygısızlığı savunduğunu ve anne-babaya yahut herhangi birine saygıyla da ilgisi olmadığını göreceksiniz.” Burada Kaya, ‘saygı’ ifadesi altında ilgili muhatapla çocuk arasında bir hiyerarşi yaratıldığını ve çocuğun ‘üst’e itaat etmeye zorlandığını, bunun da çocuğun kendini değersiz hissederek özgür bir şekilde kişiliğini geliştirmesini engellediğini belirtiyor. Ayrıca çocuklarda görülen hayvanlara eziyet, oyunda mızıkçılık, yalan söyleme gibi hareketlerin, bu çarpık ‘saygı’ anlayışından kaynaklandığını iddia ediyor.
Yazar Nihan Kaya, çocuklarda görülen hayvanlara eziyet, oyunda mızıkçılık, yalan söyleme gibi hareketlerin, bu çarpık ‘saygı’ anlayışından kaynaklandığını iddia ediyor.
Kitapta altı çizilen en önemli konulardan birisi de çocuklardan beklenen fedakarlıklar. Buna göre -tartışmaya çok açık bir konu olduğunu bilmesine karşın- örneğin 23 Nisan, 19 Mayıs gibi özel törenlerde çocukların ayakta, soğukta bekletilmesi veya sırf ebeveynler istediği için misafirlikte sessizce oturmaları gibi birçok davranışın, çocuklar için bir anlamı olmadığı halde yalnızca büyükler için yaptıkları birer fedakarlık olduğunu belirterek çocukların bunlara zorlanamayacağını savunuyor: “Çocuk herhangi bir fedakarlıkta bulunmak istediğinde bunu kendi rızasıyla yapmalıdır, başka türlü bir zorlama, bize fedakar değil, otorite karşısında korkak, içten pazarlıklı ve düzenbaz bireyler olarak dönecektir.” Ayrıca toplumda çocuklarla ilgili genellikle iyi niyetlerle dile getirilen “Çocuklar zayıf, masum, korunmasız yaratıklar. Çocukları incitmeyin!” gibi söylemlerin de çocukların yararına olmadığını belirterek şu önerilerde bulunuyor: “Bunun yerine, çocuğunuzun zayıf değil, eleştirel düşünebilen, iradesi güçlü, özgür iradesiyle karar alabilen, karşı çıkabilen, kendisini ifade edebilen, düşünce ve hisleriyle bağ kurabilen, kendisiyle, anne-babasıyla, dünyayla gerçek anlamda iletişim kurabilen bağımsız bir birey haline getirmeye çalışın. Bir çocuğun mutlu bir yetişkine evrilebilmesi için anne-baba olarak yapabileceğimiz tek ama tek bir şey vardır: Çocuğun kendisini değerli hissetmesini sağlamak.” Çoğu ebeveyn-çocuk ilişkisinde, anne-babanın onlar için çok fedakarlıklar yaptığı bu nedenle çocukların da onların değerini bilmeleri ve nankör olmamaları gerektiği ifade edilir. Bu konuyla ilgili de yazar, farklı düşünüyor: “Çocuk hiç kimseye borçlu doğmaz. Birinden istediğimiz bir iyilik karşısında borçlu olabiliriz sadece. Doğurulmayı sizden çocuğunuz talep etmedi, onu kendi istek ve iradesi dışında siz dünyaya getirdiniz. Bu nedenle ben senin için şunları şunları yaptım, bana borçlusun demeye hakları yoktur.” Nihan Kaya, çocukların toplum tarafından borçlu hale getirilmesinin en önemli araçlarından birisinin de dinler olduğunu iddia ediyor. Bunu bir örnek üzerinden tartışan Kaya, Kurban Bayramı’nın çıkış noktası olan İbrahim Peygamber’in çocuğunu kurban edeceği sırada koç indirilmesi konusuyla ilgili olarak şunları söylüyor: “İbrahim’den çocuğu istendi, çünkü ‘çocuğu en değerli varlığıydı’ şeklinde bir görüş var. Ne var ki çocuk, bizim sahip olduğumuz bir şey değildir. Çocuk, bizden ayrı, tek başına, özel, özerk bir varlıktır. Bir çocuğu ‘feda etmek’, öldürmek, nasıl bizim tasarrufumuzda olabilir? Hiçbir yanlışı olmayan, günahsız çocuğa, ne kadar fedakar olduğumuzu ispat edebilmemiz için onu kesmemiz gerektiğini söylemek, henüz çok hassas, egosu zayıf çocukta derin bir suçluluk duygusuna, onarılmaz şekilde yaralanacak bir psikolojiye neden olur. Yetişkinsiniz, güçlüsünüz, eğer istiyorsanız, size ait bir şeyi feda edebilirsiniz.” Kitapta geniş bir şekilde tartışılan konulardan birisi de, çocuğun otorite karşısındaki durumudur. Bununla ilgili olarak da yazar şu iddiada bulunuyor: “Otoritenin beyanını doğru bulma temayülü, çocukken bağımsız ve eleştirel düşünebilme yeteneğimizin yeterince geliştirilememiş olmasından kaynaklanır. Konu ister vatan olsun, ister aile/toplum, ister kişisel konular, iyi bir şeyler için birilerinin ya da bir şeylerin ‘feda edilmesi’ gerektiği düşüncesi, kötülüğün en yaygın kaynağıdır.” Nihan Kaya, ayrıca, çocukların kırılgan ve olaylara karşı duyarlı olduğunun altını çiziyor. Aynı olayın büyüklere etkisiyle çocuklara etkisinin son derece farklı olabileceğinin her an akılda tutulması ve davranışların da buna göre şekillenmesi gerektiğini belirtiyor. Bu çerçevede korunmaya ihtiyacı olanın anne-baba değil, çocuk olduğunu vurguluyor. Yazar, genel olarak ilişkilerdeki özgürlük kavramının da önemini belirterek bir ilişkinin ancak özgür olduğu ve insanlara mutluluk verdiği sürece devam etmesi gerektiğini iddia ediyor: “Yalnızlığımız değerlidir; bir başkasını da hayatımıza yalnızlığımızdan değerli olduğu ölçüde ve hak ettiği sınırlarda alabiliriz. Bize bitirme özgürlüğü tanınmayan ilişki, gerçek bir ilişki değildir. Buna anne-babamızla ilişkimiz de dahil.” Kitapta sözü edilen belki de en çarpıcı görüş, annelerle ilgili olanı. Özellikle annelerin çocuklarının iyiliği için yapmayacakları fedakarlığın olmadığına inanılır. Ancak bu noktada Kaya, -kendi deyimiyle linç edilebilme ihtimalini de göze alarak- oldukça cesur olan şu yaklaşımı getiriyor: “Anne tabusu, dünyada var olan en büyük tabudur. Tabuları olmadığını iddia eden insanlar bile ne kadar liberal, tanrıtanımaz, şu, bu olurlarsa olsunlar, konu anne olduğu zaman dururlar, anneyi eleştirebilmekle birlikte belli bir sınırın ötesine geçemezler. ‘Ne de olsa o senin annen/baban’, ‘anneye karşı gelirsen taş olursun’, hemen hepimizin Demokles’in kılıcı gibi boynumuzu her an altında duyduğumuz kutsal çizgidir.” Bu nedenle Kaya, “İyi anne yoktur” söylemini kabul edemeyen, kendi sorunlarını anneliğine muhakkak yansıtacağını öngöremeyen, problemi önce kendinde aramayan annenin “iyi anne” olamayacağını iddia ediyor. Buna göre çocuğun bizim bir parçamız olmadığı, onun bir ‘başkası’ olduğu, yani bu anlamda onun bizden ‘başka’ bir varlık olduğu ve tam da bu yüzden değerli olduğu görüşünü dile getiriyor: “Ne kadar iyi anne-baba olduğunuzun en önemli göstergesi, çocuğunuza ne kadar çok şey öğretebildiğiniz değil, çocuğunuzdan ne kadar çok şey öğrenebildiğinizdir.” Görüldüğü gibi bolca tartışma içeren, şaşırtıcı hatta yer yer şok edici ifadelerle karşılaşma ihtimalinin olduğu bir kitap, “İyi Aile Yoktur.” Okuduğunuzda muhtemelen katılmayacağınız bazı noktalar da olacaktır ancak benim genel anlamda kitaptan oldukça yararlandığımı belirtebilirim. Yazarın izniyle belki kitabın da özeti olmayı hak ettiğini düşündüğüm bir cümlesiyle sözlerimi tamamlayayım: “Sevgi, sevdiğimiz insanın iyiliğini değil, mutluluğunu istemektir.” --- *İyi Aile Yoktur, Nihan Kaya, İthaki Yayınları, 2018