Loading...
Amerika - Litvanya ortak yapımı “Hayat Üzerine Bir Film”, bir cenaze organize etmek üzerine tuhaf durumlara maruz kalan Dovile’nin hikayesine odaklanıyor. Canından sevdiğin birine gururlu bir ‘elveda’ diyebilmek üzerine iyi bir anlatıma sahip.Amerika ve Litvanya ortak yapımı olan “Hayat Üzerine Bir Film”, bir cenaze organize etmek üzerine tuhaf durumlara maruz kalan Dovile’nin hikayesine odaklanıyor. Hayatın eğlenceli anlarıyla başlayıp, ölüm denen gerçekle yüzleştiren tüm anlarına odaklanıyor film. Belki süresi bir tık uzun hissi alsanız da odaklandığı durumlar düşündürücü. Film, cenaze sürecinde bir insanın başına gelebilecek tüm absürtlükleri bir araya getirerek ağızda acı bir kahkaha bırakıyor. Hayatın getirdiği ekonomik zorluklar ve canından sevdiğin birine gururlu bir ‘elveda’ diyebilmek üzerine iyi bir anlatıma sahip. Başrol oyuncusu Agné Misiünaité, oldukça başarılı bir performansla filme artısını koyuyor. ZORBALIĞA KARŞI KENDİNİ NASIL SAVUNURSUN? Natalya Kudryashova’nın yönettiği Rus yapımı “Gerda”; hayatında iş, aile ve özel yaşamda bölünmüş genç bir kız olan Lera’nın yaşadıklarına odaklanıyor. Sosyoloji okuyan, gündüz anket yapan ve gece striptiz kulübünde çalışan Lera, Rusya’da geçmiş ve günümüzden de kader sorgulaması yaşatarak aslında lider bir kadın karakter haline geliyor. Hayatın zorluklarına karşı barikatını almış genç bir kıza odaklanan film, yönetmenin güçlü kamera kullanımı ve açılarıyla da dikkat çekiyor. Mekan kullanımı, ışıklar ve oyunculuk performansları muhteşemdi. Belki süre açısından senaryosu bir tık daha toparlanabilirdi. Lera’ya hayat veren Anastasia Krakovskaya’nın karakteriyle olağanüstü bir uyum yakaladığına şahit oluyoruz. Locarno’dan 2021 yılında ödülle dönen Krakovskaya, film boyunca kendisine hayran kalmamız için elinden geleni yapmış.
Natalya Kudryashova’nın yönettiği Rus yapımı “Gerda”; sosyoloji okuyan, gündüz anket yapan ve gece striptiz kulübünde çalışan Lera’nın hikayesi… Lera, kader sorgulaması yaşatarak aslında lider bir kadın karakter haline geliyor.Festivaldeki belki de en sert filmlerden bir tanesi olan “Oyun Alanı”, Belçika yapımı bir okul zorbalığı hikayesi olarak dikkat çekiyor. Laura Wandel’in yönettiği film, aynı okula giden iki kardeş olan Nora ve Abel’e odaklanıyor. Yetişkin dünyaya adın atmanın temellerinin öğrenildiği okuldaki zorbalık, atlatılması zor ve en hassas konulardan bir tanesidir. Sabretmesi zor, elinizi dişinizi sıkmadan zor izleyebileceğiniz bir film bu açıdan. Okul dönemlerine götürüyor film ve kendini savunmak için o gücü hissetme hissiyle beraber çocuklukla bağ kuruyor. Sağlam detaylarla beraber çekimleri iyi yapılmış bir film olduğunu hissedebiliyoruz. Çocuk oyuncuların muazzam performansları da dikkat çekici. Festivalde belki de en çok hayranlıkla izlediğim ve belli bir süre sonra hayal kırıklığı yaşatan bir filmi yorumlamakta sıra… Leyla Bouzid’in yönettiği “Bir Aşk ve Arzu Hikayesi”, Paris’te yaşayan ama Cezayir asıllı Fransız bir genç olan Ahmed’e odaklanıyor. Edebiyat, şiir, aşk, yolculuk ve kendini keşfetme üzerine filmleri çok seviyorum. Bu filmde de harika temalar bir arada muazzam bir şekilde işlenmiş. Arap Edebiyatını ana temasına alarak yeni bir aşk filizlenmesine izleyiciyi şahit eden filmde Ahmed’in okula yeni gelen Farah ile yaşadığı aşk keşfi, çok tatlıydı. Duyguları dizginlemek ama ona engel olamamak, filmde çok güzel anlatılmış. Ancak duygulara teslim olma durumları filmde çok yapay ve hızlı işlenmiş filmde. Zevk alarak izlemeye başladığım film, finaliyle ufak bir hayal kırıklığına neden oldu. Ama ona rağmen Arap edebiyatı üzerinden aşk işleme şekli harikaydı, keşke basitliklere kaçılmayan bir final yapılsaydı. Daha önce Sex Education dizisinde izlediğim Sami Outalbali, bir kez daha muazzam ve bir öncekine hiç benzemeyen bir performansla kalbimi kazandı. Ayrıca Farah rolündeki Zbedia Belhajamor da karakterinin hissini çok güzel yansıttı. Fransız yapımı “Anais’in Aşkları” festivalde belki de en eğlendiğim filmlerden bir tanesiydi. Sevmeyi ve sevgiyi açık ilişkilerden öğrenmiş vurdumduymaz bir kadına odaklanan film, bu yolda kadının aslında gerçek sevgiyi bulması hikayesine bizi götürüyor. Hayatı deli dolu vurdumduymaz bir şekilde yaşayan Anais’in, tutkularının peşinden gitme sürecini anlatırken aslında bu davranışlarının temelini ve duygularını da içten bir dil yakalayarak anlatmanın peşinde. ‘Sevmekten korkuyor muyuz?’ ya da ‘Aşk bu kadar imkansız mı?’ gibi soruları kafada döndüren film, kimi zaman güldüren kimi zaman düşündüren noktalarıyla dikkat çekiyor. Yönetmen Charline Bourgeouis-Tacquet’in yakaladığı açılarla zenginleşen film, görüntü diliyle de güzel bir uyum filmi izlememizi sağlıyor. Anais Demoustier'in renkli performansı filme ekstra lezzet katarken, Valeria Bruni Tedeschi'nin nefes aldıran varlığı da gözden kaçmıyor... BİR KATİLLE YÜZLEŞMEK Avusturya yapımı ama dili Almanca ile Kürtçenin bir araya geldiği bir halde sunulan “Sonne”, Viyana’da yaşayan ama Müslüman bir Kürt olan Yesmin’e odaklanıyor. 72. Berlin Film Festivali’nden ‘En İyi İlk Film’ ödülüyle dönen Sonne, Yesmin’in iki yakın ama farklı etnik kökene sahip arkadaşıyla çektikleri müzikli bir video ile başlıyor. Bu videoyla beraber üne kavuşan kızlar, engelleyemeyecekleri bir sürecin içinde tuhaf zamanlar yaşıyorlar. İslami bir ailede yaşayan genç bir kadının yaşadığı toplum baskısı ve büyüme süreci, ayrıntılı bir şekilde gözler önüne seriliyor. Sosyal medyanın ve mesajlaşma uygulamalarının gündemi de bir hayli detaylı işleniyor filmde. İyi ya da kötü fark edemediğimiz her şeyi sosyal medyada yer alması üzerine ciddi bir eleştiri getiren filmde, genç oyuncu Melina Benli'nin eşsiz performansı da göz dolduruyor. Suikaste kurban giden Juan Maira Jauregui’nin eşi Maixabel Lasa’nın gerçek hayat hikayesinden uyarlanan “Maixabel” sarsıcı ve bir o kadar duygusu yoğun izlemesi zor bir filmdi. Öldürenlerle ölenin mağdur yakını arasındaki yüzleşmelere odaklanan film, acı bir hikâyenin ekseninde döndürüyor izleyeni. Terör saldırısına kurban giden kocasının katilleriyle yüz yüze görüşe giden bir kadının psikolojisi, ruhsal anlamda çok başarılı bir anlatıma sahip. Herkes yeni bir şansı hak eder belki, ama geçmiş unutulur mu ve gençlik hatası bir hayatı bitirirse yeni umut doğar mı? gibi soruları, film boyunca düşündürüyor. Bu düşünme seansı bir süre sonra uzun gelse de, düşünme fikri güzeldi. Ayrıca Blanca Portillo ve Luis Tosar 'ın güçlü performansları, filme artı katan en büyük neden olarak karşımıza çıkıyor.
“Cadı Üçlemesi 15+”, şiddet mağduru olan ve bu mağduriyet yüzünden kocalarını öldürmek zorunda kalmış Aylin ve Havva’nın gerçek hikayelerine odaklanıyor. Film, sevgi ve öfke duygularının bir araya geldiği sarsıcı bir anlatımla karşımıza çıkıyor.Ceylan Özgün Özçelik’in bir kısa filmle başladığı ve ikinci halkası bir dokü-drama tadında sunulan ‘Cadı Üçlemesi’ hikayesinin ikincisini de izleme şansı buldum. “Cadı Üçlemesi 15+”, şiddet mağduru olan ve bu mağduriyet yüzünden kocalarını öldürmek zorunda kalmış Aylin ve Havva’nın gerçek hikayelerine odaklanıyor. Çeşitli görüntüler eşliğinde iki kadının yazdığı mektuplarla bir anlatı sunan film; sevgi ve öfke duygularının bir araya geldiği sarsıcı bir anlatımla karşımıza çıkıyor. Gerçek hikayelerin bir araya gelmesiyle aile içi şiddetin sarsıcı anlatımı, filmde zor ama başarılı bir şekilde gerçekleşiyor. Havva ve Aylin'in hikayelerine, film boyunca yüzlerini görmeden görüntülerle fokuslanmak ilginç bir deneyimdi. Işık, kamera hareketleri, ses - müzik, doğa, anılar harika bir kurgu içindeydi. Filmdeki cümleler can yakıcı ve acıtıcı... Belgesel fikriyle yola çıkan filmin doku-drama tadına yaklaşması da güzel. Ayrıca sesleriyle filmde karakterlere hayat veren Hare Sürel ve Gülçin Kültür Şahin de, karakterlere daha yaklaştıran ses performanslarıyla o şiddeti iliklere kadar hissettiriyor. “Ana Yurdu” filmiyle kalplerimizi çalan Senem Tüzen’in, Adam Isenberg ve Noah Amir Arjomand ile beraber gerçekleştirdikleri “Eat Your Catfish” belgeselini izleme şansı buldum festivalde. ALS hastası olan Kathryn’e odaklanan belgesel film, bu hastalığın hayatlara soktuğu zorluklar, sinir bozuklukları ve hayat mücadelesi üzerine gerçek bir hikaye bütünü sunuyor. 74 dakika boyunca tek bir açıdan bütün hikayeyi izlemek bekli de çok zordu. Ama umutsuzluk, çaresizlik ve acının birleştiği bu yol üzerine gurur duyulası bir anlatısı var filmin…