Dünya çapından filmler, çeyrek asırlık Uçan Süpürge’de buluştu

Abone Ol
Dili Almanca ile Kürtçenin bir araya geldiği bir halde sunulan “Sonne”, Viyana’da yaşayan Müslüman bir Kürt olan Yesmin’e odaklanıyor. Berlin Film Festivali’nden ‘En İyi İlk Film’ ödülüyle dönen Sonne, müzikli bir video ile başlıyor. 

Loading...

Sinemadaki kadın dayanışmasının en önemli örneklerinden bir tanesi olan “Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali”, çeyrek asra dayandı. 25. yılında Ankaralı sinemaseverlerle buluşan festivale şöyle geri dönüp baktığımda, çok gelişen bir hal aldığını hissedebiliyorum. Dile kolay, 8 yıl olmuş ve 8 yıldır bir gazeteci olarak takip ettiğim Uçan Süpürge, tüm etkinliklerine ve konuklarına değer veren bir hal almaya devam ediyor. Yıllardır kadın yönetmenlerin dünya çapındaki festivallerde gösterilmiş filmlerini bünyesinde toplayan festival, bu yıl da dikkat çekici bir seçkiyle izleyici karşısındaydı. Açılış törenini çimli bir açık hava alanında gerçekleştiren festival, konserli ve bol sanatçının katılımıyla coşkulu bir şekilde başladı. Ödül alan sanatçıların her biri o kadar mutluydu ki, hepsiyle gurur duydum her konuşmalarında. Özellikle sinema mücadelesini değerli bulduğum, oyuncu olarak yer aldığı projelerde fark yaratan ve yapımcı kimliğini de bünyesinden bulunduran Nazlı Bulum’un oyunculuğa başladığı ilk yılları hatırlatarak geldiği yoldan bahsettiği anlar ve mücadele içerisindeki kadın sinemacıları unutmaması dikkat çekiciydi. FIBRESCI ÖDÜLÜ “MAFİFA” YA Karnaval havasında başlayan açılış, ertesi gün Büyülü Fener Sineması’ndaki gösterimlerle devam etti. Buram buram yaz sıcaklarında büyük heyecanla filmleri izlemeye gittim. Tamı tamına 19 filmi takip ettiğim festivaldeki tüm filmlere baktığımda; hayata karşı umudun hiçbir zaman unutulmaması gereken bir şey olduğunu, büyürken nasıl yollardan geçtiğimizi ve yaşadığımız acılardan nasıl bir ‘biz’ ortaya çıkabileceğini gördüğüm iyi filmler gördüm. Tabii film aralarında ve yemek zamanlarında filmleri tartışmak, festival katılımcılarıyla tanışıp bir araya gelmek ve film üreticileriyle tanışmak da ayrı bir zevkti. Festivalin son günündeki ödül töreninde ise, Uluslararası Film Eleştirmeleri Federasyonu (FIPRESCI) tarafından “Mafifa” belgeseline ödül verildi. Harika organizasyonun ardından coşkulu bir törenle sona eren festival, geride güzel anılar bırakarak bir sonraki yıl için bizleri heyecanlandırmaya başladı bile. Festival boyunca benimle ilgilenen ve sorunsuz bir festival geçirmemi sağlayan Ceren Kurt’a, 10 günlük festival serüveninde inanılmaz filmlerle buluşmamızı sağlayan Nil Kural’a, 25 yıllık bir festivali dimdik ayakta tutan mücadeleci kadın Halime Güner ve diğer tüm ekip çalışanlarıyla gönüllülere sonsuz teşekkürler… HANGİ FİLMLERİ İZLEDİM? Ukrayna yapımı ve yönetmenliğini Kateryna Gornostai’nin üstlendiği “Dursun Dünya” yani “Stop Zemlia” filmi, içine kapanık Masha adlı genç bir kızı odağına alıyor. Hevesli, umutlu ve heyecanı yüksek büyüme hikayelerini çok seviyorum. Dursun Dünya, iyi bir dramaturjiye ve anlatıya sahip bu tarz filmlerin arasında. Öğrencilerle yapılmış röportaj bölümleri, filme ayrı bir dinamik katmış. Bir erkek ve kızın sadece arkadaş olması üzerine de güzel bir anlatısı var. Gençlikte hayatın zorlukları üzerine anlatısı, filme bağlanmanıza ve böylece kendi okul yıllarınızdan da anılarınızın depreşmesine alan sağlıyor. Genç oyuncu Maria Fedorchenko'nun büyüleyici performansı, hayranlık duyulasıydı. Karakteri adeta yaşıyor ve içinde kendine güzel bir alan kurduğu hissedebiliyoruz. 2021 Berlin Film Festivali’nin Generation12+ bölümünde “En İyi Film” ödülünü kazanan film, büyük bir tavsiyedir. Tavsiye üzerine takip ettiğim Arjantin yapımı “Kerata” filmi de merakla takip ettiğim ve sevdiğim filmler arasında. Soylu ve işçi sınıfı arasına çizilmiş çizgi hakkında iyi bir anlatıya sahip olan film, Silvina Schnicer ve Ulises Porra’nın yönetmenliğinde ortaya çıkıyor. Naif ve dokunaklı bir aile hikayesi olarak başlayan film, bir anda gerilimli bir kovalamaca hikayesine dönüşüyor. Filmdeki bu dönüşümü çok sevmekle beraber, yaptığı vicdan anlatısı da dikkat çekiciydi. Keçi imgesinin verdiği anlamı sevmekle beraber, paranın keskin bir sınır koyan bir şey olduğu konusunda da güçlü bir anlatımı var filmim. Cecille Van Weille’nin sarsan performansı filme en büyük artıyı koyuyor. 72.Berlin Film Festivali’nden Altın Ayı ödülüyle dönen “Alcarras” da merakla beklediğim filmlerdendi. Carla Simon’un yönettiği filmde, her yazı beraber geçiren kalabalık bir ailenin, anlaşmazlıklar yüzünden yaşadığı problemleri anlatılıyor. Ailenin en küçükleri olan çocukların gözünden bir aile draması anlatım şeklini çok sevdim filmin. Bir yandan 3-4 yaşındaki çocuklar bir yandan da 65 yaş üstünü bir araya getirerek kuşak ve nesil çatışması havası yaratan film; daha fazla kazanma hırsı ve bu yüzden sevdiklerinle karşı karşıya gelebilme ve alışkanlıkların bozulması gibi detayları da beraberinde getiriyor. Naiflik üzerinden samimi bir anlatım yakalamış olması hoşuma giderken, ayrıca alışkanlıkları kaybetmek üzerine güzel cümleleri var filmin.
Amerika - Litvanya ortak yapımı “Hayat Üzerine Bir Film”, bir cenaze organize etmek üzerine tuhaf durumlara maruz kalan Dovile’nin hikayesine odaklanıyor. Canından sevdiğin birine gururlu bir ‘elveda’ diyebilmek üzerine iyi bir anlatıma sahip.
Amerika ve Litvanya ortak yapımı olan “Hayat Üzerine Bir Film”, bir cenaze organize etmek üzerine tuhaf durumlara maruz kalan Dovile’nin hikayesine odaklanıyor. Hayatın eğlenceli anlarıyla başlayıp, ölüm denen gerçekle yüzleştiren tüm anlarına odaklanıyor film. Belki süresi bir tık uzun hissi alsanız da odaklandığı durumlar düşündürücü. Film, cenaze sürecinde bir insanın başına gelebilecek tüm absürtlükleri bir araya getirerek ağızda acı bir kahkaha bırakıyor. Hayatın getirdiği ekonomik zorluklar ve canından sevdiğin birine gururlu bir ‘elveda’ diyebilmek üzerine iyi bir anlatıma sahip. Başrol oyuncusu Agné Misiünaité, oldukça başarılı bir performansla filme artısını koyuyor. ZORBALIĞA KARŞI KENDİNİ NASIL SAVUNURSUN? Natalya Kudryashova’nın yönettiği Rus yapımı “Gerda”; hayatında iş, aile ve özel yaşamda bölünmüş genç bir kız olan Lera’nın yaşadıklarına odaklanıyor. Sosyoloji okuyan, gündüz anket yapan ve gece striptiz kulübünde çalışan Lera, Rusya’da geçmiş ve günümüzden de kader sorgulaması yaşatarak aslında lider bir kadın karakter haline geliyor. Hayatın zorluklarına karşı barikatını almış genç bir kıza odaklanan film, yönetmenin güçlü kamera kullanımı ve açılarıyla da dikkat çekiyor. Mekan kullanımı, ışıklar ve oyunculuk performansları muhteşemdi. Belki süre açısından senaryosu bir tık daha toparlanabilirdi. Lera’ya hayat veren Anastasia Krakovskaya’nın karakteriyle olağanüstü bir uyum yakaladığına şahit oluyoruz. Locarno’dan 2021 yılında ödülle dönen Krakovskaya, film boyunca kendisine hayran kalmamız için elinden geleni yapmış.
Natalya Kudryashova’nın yönettiği Rus yapımı “Gerda”; sosyoloji okuyan, gündüz anket yapan ve gece striptiz kulübünde çalışan Lera’nın hikayesi… Lera, kader sorgulaması yaşatarak aslında lider bir kadın karakter haline geliyor.
Festivaldeki belki de en sert filmlerden bir tanesi olan “Oyun Alanı”, Belçika yapımı bir okul zorbalığı hikayesi olarak dikkat çekiyor. Laura Wandel’in yönettiği film, aynı okula giden iki kardeş olan Nora ve Abel’e odaklanıyor. Yetişkin dünyaya adın atmanın temellerinin öğrenildiği okuldaki zorbalık, atlatılması zor ve en hassas konulardan bir tanesidir. Sabretmesi zor, elinizi dişinizi sıkmadan zor izleyebileceğiniz bir film bu açıdan. Okul dönemlerine götürüyor film ve kendini savunmak için o gücü hissetme hissiyle beraber çocuklukla bağ kuruyor. Sağlam detaylarla beraber çekimleri iyi yapılmış bir film olduğunu hissedebiliyoruz. Çocuk oyuncuların muazzam performansları da dikkat çekici. Festivalde belki de en çok hayranlıkla izlediğim ve belli bir süre sonra hayal kırıklığı yaşatan bir filmi yorumlamakta sıra… Leyla Bouzid’in yönettiği “Bir Aşk ve Arzu Hikayesi”, Paris’te yaşayan ama Cezayir asıllı Fransız bir genç olan Ahmed’e odaklanıyor. Edebiyat, şiir, aşk, yolculuk ve kendini keşfetme üzerine filmleri çok seviyorum. Bu filmde de harika temalar bir arada muazzam bir şekilde işlenmiş. Arap Edebiyatını ana temasına alarak yeni bir aşk filizlenmesine izleyiciyi şahit eden filmde Ahmed’in okula yeni gelen Farah ile yaşadığı aşk keşfi, çok tatlıydı. Duyguları dizginlemek ama ona engel olamamak, filmde çok güzel anlatılmış. Ancak duygulara teslim olma durumları filmde çok yapay ve hızlı işlenmiş filmde. Zevk alarak izlemeye başladığım film, finaliyle ufak bir hayal kırıklığına neden oldu. Ama ona rağmen Arap edebiyatı üzerinden aşk işleme şekli harikaydı, keşke basitliklere kaçılmayan bir final yapılsaydı. Daha önce Sex Education dizisinde izlediğim Sami Outalbali, bir kez daha muazzam ve bir öncekine hiç benzemeyen bir performansla kalbimi kazandı. Ayrıca Farah rolündeki Zbedia Belhajamor da karakterinin hissini çok güzel yansıttı. Fransız yapımı “Anais’in Aşkları” festivalde belki de en eğlendiğim filmlerden bir tanesiydi. Sevmeyi ve sevgiyi açık ilişkilerden öğrenmiş vurdumduymaz bir kadına odaklanan film, bu yolda kadının aslında gerçek sevgiyi bulması hikayesine bizi götürüyor. Hayatı deli dolu vurdumduymaz bir şekilde yaşayan Anais’in, tutkularının peşinden gitme sürecini anlatırken aslında bu davranışlarının temelini ve duygularını da içten bir dil yakalayarak anlatmanın peşinde. ‘Sevmekten korkuyor muyuz?’ ya da ‘Aşk bu kadar imkansız mı?’ gibi soruları kafada döndüren film, kimi zaman güldüren kimi zaman düşündüren noktalarıyla dikkat çekiyor. Yönetmen Charline Bourgeouis-Tacquet’in yakaladığı açılarla zenginleşen film, görüntü diliyle de güzel bir uyum filmi izlememizi sağlıyor. Anais Demoustier'in renkli performansı filme ekstra lezzet katarken, Valeria Bruni Tedeschi'nin nefes aldıran varlığı da gözden kaçmıyor... BİR KATİLLE YÜZLEŞMEK Avusturya yapımı ama dili Almanca ile Kürtçenin bir araya geldiği bir halde sunulan “Sonne”, Viyana’da yaşayan ama Müslüman bir Kürt olan Yesmin’e odaklanıyor. 72. Berlin Film Festivali’nden ‘En İyi İlk Film’ ödülüyle dönen Sonne, Yesmin’in iki yakın ama farklı etnik kökene sahip arkadaşıyla çektikleri müzikli bir video ile başlıyor.  Bu videoyla beraber üne kavuşan kızlar, engelleyemeyecekleri bir sürecin içinde tuhaf zamanlar yaşıyorlar. İslami bir ailede yaşayan genç bir kadının yaşadığı toplum baskısı ve büyüme süreci, ayrıntılı bir şekilde gözler önüne seriliyor. Sosyal medyanın ve mesajlaşma uygulamalarının gündemi de bir hayli detaylı işleniyor filmde. İyi ya da kötü fark edemediğimiz her şeyi sosyal medyada yer alması üzerine ciddi bir eleştiri getiren filmde, genç oyuncu Melina Benli'nin eşsiz performansı da göz dolduruyor. Suikaste kurban giden Juan Maira Jauregui’nin eşi Maixabel Lasa’nın gerçek hayat hikayesinden uyarlanan “Maixabel” sarsıcı ve bir o kadar duygusu yoğun izlemesi zor bir filmdi. Öldürenlerle ölenin mağdur yakını arasındaki yüzleşmelere odaklanan film, acı bir hikâyenin ekseninde döndürüyor izleyeni. Terör saldırısına kurban giden kocasının katilleriyle yüz yüze görüşe giden bir kadının psikolojisi, ruhsal anlamda çok başarılı bir anlatıma sahip. Herkes yeni bir şansı hak eder belki, ama geçmiş unutulur mu ve gençlik hatası bir hayatı bitirirse yeni umut doğar mı? gibi soruları, film boyunca düşündürüyor. Bu düşünme seansı bir süre sonra uzun gelse de, düşünme fikri güzeldi. Ayrıca Blanca Portillo ve Luis Tosar 'ın güçlü performansları, filme artı katan en büyük neden olarak karşımıza çıkıyor.
“Cadı Üçlemesi 15+”, şiddet mağduru olan ve bu mağduriyet yüzünden kocalarını öldürmek zorunda kalmış Aylin ve Havva’nın gerçek hikayelerine odaklanıyor. Film, sevgi ve öfke duygularının bir araya geldiği sarsıcı bir anlatımla karşımıza çıkıyor.
Ceylan Özgün Özçelik’in bir kısa filmle başladığı ve ikinci halkası bir dokü-drama tadında sunulan ‘Cadı Üçlemesi’ hikayesinin ikincisini de izleme şansı buldum. “Cadı Üçlemesi 15+”, şiddet mağduru olan ve bu mağduriyet yüzünden kocalarını öldürmek zorunda kalmış Aylin ve Havva’nın gerçek hikayelerine odaklanıyor. Çeşitli görüntüler eşliğinde iki kadının yazdığı mektuplarla bir anlatı sunan film; sevgi ve öfke duygularının bir araya geldiği sarsıcı bir anlatımla karşımıza çıkıyor. Gerçek hikayelerin bir araya gelmesiyle aile içi şiddetin sarsıcı anlatımı, filmde zor ama başarılı bir şekilde gerçekleşiyor. Havva ve Aylin'in hikayelerine, film boyunca yüzlerini görmeden görüntülerle fokuslanmak ilginç bir deneyimdi. Işık, kamera hareketleri, ses - müzik, doğa, anılar harika bir kurgu içindeydi. Filmdeki cümleler can yakıcı ve acıtıcı... Belgesel fikriyle yola çıkan filmin doku-drama tadına yaklaşması da güzel. Ayrıca sesleriyle filmde karakterlere hayat veren Hare Sürel ve Gülçin Kültür Şahin de, karakterlere daha yaklaştıran ses performanslarıyla o şiddeti iliklere kadar hissettiriyor. “Ana Yurdu” filmiyle kalplerimizi çalan Senem Tüzen’in, Adam Isenberg ve Noah Amir Arjomand ile beraber gerçekleştirdikleri “Eat Your Catfish” belgeselini izleme şansı buldum festivalde. ALS hastası olan Kathryn’e odaklanan belgesel film, bu hastalığın hayatlara soktuğu zorluklar, sinir bozuklukları ve hayat mücadelesi üzerine gerçek bir hikaye bütünü sunuyor. 74 dakika boyunca tek bir açıdan bütün hikayeyi izlemek bekli de çok zordu. Ama umutsuzluk, çaresizlik ve acının birleştiği bu yol üzerine gurur duyulası bir anlatısı var filmin…