Cumhur İttifakı’nın ayakta kalmasının temel sebebi tarafların birbirine güvenmemesi; tam manasıyla bir “dehşet dengesinde” yürütüyorlar işlerini. Herkes bir diğerinin kendisini yok etmesinden korktuğu için terk edemiyor odayı.Rejim, sistematik ve bilinçli olarak topluma zulmü ve sefaleti kanıksatmaya çalışıyor. Bu zehirli dilin yegâne panzehri helalleşme, yüzleşme ve dayanışmadır. Kaldı ki elimizde bundan başka herhangi bir alternatif siyasi söylem de çıkış da yok. Muhalefetin yegâne gücü millet. Milletin desteğinin göstergesi ise niceliksel olarak göze büyük görünen homojen mitingler değil. Mühim olan beş benzemezin bir araya gelebileceği mitingler yapabilmek. Bu iklimi tahkim edecek dili siyasete hâkim kılmak. İttifaklar meselesini aşan bir siyasi dayanışmaya ihtiyacımız var. Bir miting hayal edin. Yenikapı’da milyonlar toplanmış. Herkes orada. İYİ Parti’ye oy veren yurttaş ile HDP’ye oy veren yurttaş, dindar ile seküler, Alevi ile Sünni, solcu ile sağcı, omuz omuza özgürlük, eşitlik, adalet diyerek haykırıyor. Ben miting diye buna derim. Bu güneşe kar mı dayanır! Hal bu iken Akşener’in “Helalleşmenin önünde duvarlar var deyip” bundan yakınması ama akabinde duvarın dili ile siyaset yapması olacak iş değil. Akşener ekonomik krizden dem vuruyor ama krizin esas kaynağı olan sisteme, zihniyete dair tek kelime etmiyor. Rejimin devlet destekli bileşenlerini, paramiliter yapılarını kaybedecekleri bir seçime ikna etmenin tek yolu, devr-i sabık dilini ya da endişesini hâkim kılmaktan değil, milletin desteğini kuvvetli şekilde almaktan geçiyor. Mevcut iktidarın da toplumsal tabanını içine alacak şekilde büyük bir müzakere zemininden ve uzlaşıdan bahsetmemiz gerekiyor. Bunun için de beş benzemezin mutlak surette hiç değilse bir süre için aynı istikamete yürümesi lazım. İYİ, DEVA ve GELECEK partileri mevcut siyasetleriyle memlekete iyilik yapmıyorlar. Bu üç parti de içlerinden kopup geldikleri siyasi cenderenin söylemlerini aşan bir dil kurmayı beceremiyorlar. Aksine o cenderenin kelimeleriyle konuşup hepimizi içine çeken bir fasit daire inşa ediyorlar. İYİ Parti’nin elinden ekonomik krizi aldığımızda, MHP’den ne farkı kalıyor? Peki ya DEVA ve GELECEK partileri? Özeleştiri yapmadıkları her gün iktidarı tahkim ediyorlar. Her üç partinin lideri de öteki mahallelere karşı cesur. Lakin iş kendi mahallelerine geldiğinde vasatı aşamıyorlar. Böyle olmaz. Böyle olursa gelen gideni aratır. Rutin bir iktidar değişikliği değil bizi bekleyen. Eğer amaçları buysa, yani “ben devletle daha iyi anlaşırım” mesajı vermekse, emin olsunlar rejim buna müsaade etmez. Rejimi zayıflatmanın yegâne yolu onun zehrine karşı panzehir üretmek. Toplumsal ayrışmanın azaltıldığı, siyasi dayanışmanın güçlendiği bir atmosfer yaratmak ve bunun mümkün olduğunu hem halka hem de devlete göstermek. Rejimin, eski defterleri siyasette kutuplaştırma malzemesi olarak kullanmasının önüne geçmek için o defterlerle yüzleşmekten, önce kendimizle sonra diğer kesimlerle helalleşmekten başka çaremiz yok. Yaraları olmayanların attıkları naralara prim vermemek lazım. Hamaset yaparak artırılan oyların faturası ağır olur. Coşkun mitinglerin aldatıcılığı hepimizi yakar. Elbette demokratik tüm haklar ve imkânlar kullanılmalı. Ama daha da mühimi ayaklarımız yere sağlam basmalı. Daha yolun başındayız. Mühim olan iktidarı değiştirmek değil, zihniyeti dönüştürmek. Toplumsal kesimler arasında büyük barış olmadan, sadece iktidar değişir ve emin olun çok kısa bir zaman içerisinde, gelen de tıpkı bugünküler gibi çürür. Tüm bu zorbalara, zorbalıklara ve konfor düşkünü muhaliflere rağmen umudumuz hiç olmadığı kadar yüksek. Toplum siyasi dayanışma arzusunu, 2019 seçimlerinde tüm ayrıştırma çabalarına rağmen güçlü şekilde dile getirdi. Bu arzunun ve teveccühün hakkını vermeyen lider, gün gelir hesabını verir.
Düdüklünün sesi
Düdüklü tencere gibidir böyle rejimler. Yaptıkları tazyik ve tahakkümün infiale yol açmaması, “kontrollü zulüm” şeklinde sürebilmesi için arada bir içeride biriken basıncın dışarıya çıkmasına ihtiyaç duyarlar. Bunun bizi aldatmaması lazım.
Rejim otoriterliğin ötesine geçip totaliter bir ton almaya başladı. AKP ne zamandır bir tabela partisinden ibaret. MHP 1970’leri aratmayan bir “sokak şiddeti” jargonuna alıştırmaya çalışıyor hepimizi. Tahterevallinin Bahçeli-Perinçek ucu öte yandaki Akar-Fidan ile dengeleniyor. İktidar, devletin silahlı güçlerine dayanmaksızın tek bir siyasi cümle bile kuramaz halde.
Cumhur İttifakı’nın ayakta kalmasının temel sebebi tarafların birbirine güvenmemesi; tam manasıyla bir “dehşet dengesinde” yürütüyorlar işlerini. Aralarındaki ilişki ne dostluk ne yoldaşlık ne de kardeşlik hukukuyla açıklanabilir. Herkes bir diğerinin kendisini yok etmesinden korktuğu için terk edemiyor odayı. Kaideleri olan bir koalisyondan değil, kuralsız bir ittifaktan söz ediyoruz.
Birkaç kötü adam kişisel çıkarları uğruna bir araya geldiler ve devletin asırları aşan rotasını değiştirme gayreti içerisindeler. Ne yargının Kavala, Demirtaş ve benzeri dosyalarda takındığı tavır ne büyükelçiler krizi ne harici politikalarda ki savruluş ne de son olarak dile getirilen ekonomi politikası bundan bağımsız.
Kritik bir eşik aşıldı geçen hafta. Rejim siyasi tıkanıklığına, içe kapanıklığına uygun şekilde memleketin emeğini sömürgeleştiren bir politikanın fitilini ateşledi. Halktan ve muhalefetten yükselecek tepkilerin önünü de kararı MGK’ya tahkim ettirerek, yani devletin sopasını göstererek kesmeye çalıştı.
TÜİK’in Kemal Kılıçdaroğlu’na randevu vermemesi, kapıya dayandığında içeri almaması MGK bildirisinin ortaya çıkarttığı sonuçlardan biriydi. 28 Şubat MGK bildirisi nasıl ki iktidarı tıraşlamak için kaleme alındıysa, bu bildiri de muhalefeti tıraşlamak için imzalandı. Her ikisi de demokrasiye vurulan darbe niteliğindedir.
Tayyip Erdoğan rejimin paratoneri gibi. Halk nazarında fatura direkt ona kesiliyor. Halbuki rejim Erdoğan’dan ibaret değil. Bahçeli’ye laf edemeyenler onu rahatlıkla eleştirebiliyor. Özellikle Berat Albayrak’ın çekilmesinden sonra Erdoğan’ın paratonerlik misyonu daha da arttı. Süleyman Soylu da hakeza farklı açıdan rejim adına tepkileri çeken bir sünger işlevi görüyor. MGK bildirisini hazırlayan sebepler bunlar. Erdoğan rejimin diğer bileşenlerine taşın altına elinizi koyun dedi, onlar da koydular.
Düdüklü tencere gibidir böyle rejimler. Yaptıkları tazyik ve tahakkümün infiale yol açmaması, “kontrollü zulüm” şeklinde sürebilmesi için arada bir içeride biriken basıncın dışarıya çıkmasına ihtiyaç duyarlar. Bunun bizi aldatmaması, “işlem tamam, gidiyorlar” psikolojisine sokmaması lazım. Büyük hata olur. Türkiye elbette Suriye değil ama İsviçre hiç değil.