Kılıçdaroğlu’nun “helâlleşme” diye çıktığı yolculukta yaptıkları çok değerli, ahlaki, aynı zamanda da doğru. Aynı şekilde Ahmet Davutoğlu’nun mücadelesi de. Biri, masayı kurdu; diğeri Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Modeli ile masanın ruhunu üfledi.
Loading...
Farkındaysanız bir “en doğru aday” kampanyasını gidiyor ülkemizde.
Şu olsun, ama en çok da bu olmasın, bu asla olmaz, bakın bu olursa kaybedersiniz, bunu yaparsanız başınıza bu gelir…
Herkes meşrebince şiddetlendirerek aday hakkındaki görüşlerini serdediyor.
Tabii birçoklarının aklında “fiili iklim” yaratma çabasının olduğu da bir hakikat.
Orada aslında “doğru aday” derken, “bizim aday” da demiş oluyorsunuz.
Uçuşan adaylar gırla, siz de okuyorsunuzdur mutlaka, unutulmuş siyasetçilerden defteri çoktan kapanmışlara dair herkesin bir umudu var.
Bunları geçelim, isteyen “aday-toto” oynamaya devam etsin, anlatmak istediğim konu farklı.
Türkiye’de muhalefetin iki odağı var şu anda: Birincisi, Altılı Masa; ikincisi de HDP.
Cumhurbaşkanı’nı ise Altılı Masa belirleyecek, o aday muhtemelen HDP’nin başını çektiği ittifakın da rızasını alacak ve seçime böyle girilecek.
Eğer kırmızı kar yağmazsa, sandıktan da o isim çıkacak.
Devamını biliyoruz, o kişi yetkilerini devredecek, ülkeyi bir bakanlar kurulu varmışçasına yönetecek, KHK devri sona erecek, kararlar bir kişinin imzasıyla verilmeyecek…
Bu yolun sonunda da Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Modeli’ne geçilecek.
Buraya kadar her şeyde mutabıksak, aday meselesine bakalım.
Bu yeni sistemde adayın kim olduğu sizce gerçekten belirleyici mi?
Bence değil çünkü her kim seçilirse seçilsin Türkiye’nin yönetimi Altılı Masa’nın etrafında şekillenecek.
Temel meselelerin çözümü için Altılı Masa’nın iradesi ve HDP’nin rızası gerekecek.
Anketlerin yaptığı en büyük hata bu zaten, soruyu nasıl sorarsan cevabı da ona göre alırsın.
Oysa, seçime soruyu senin sorduğun şekilde gidilmeyecek.
Dolayısıyla, cevaplar tabii önemli ama her şeyi o sonuçlara endeksleyerek karara bağlayamayız.
Bir örnek vereyim: Telefonla aradığınız bir kişiye “Erdoğan mı Kılıçdaroğlu mu?” diye sormanızın bana göre pek bir anlamı yok.
Soruyu bu şekilde sorduğunuzda, üstelik de iklimin böyle olduğu bir konjonktürde insanların Erdoğan demesi değil, dememesi şaşırtıcı olur.
Muhalefet, seçimleri şu an 60-40 bandına oturttuğunu görüp risk almadan tarihin yaklaşmasını bekliyor.
Kış geçsin, seçim tarihi yaklaşsın, heyet açıklansın, heyetin sözcüsü olarak aday meydana çıksın… Şu anketleri bir de o zaman görelim.
Ama o günü beklemeye gerek görmeden siyaset yapan ve kendine zemin açmaya çalışan bir lider -Kemal Kılıçdaroğlu- ve bir parti -Gelecek Partisi- var.
İşte en son, başörtüsü meselesinin bitirilmesi için bu iki liderin inisiyatif aldığını gördük yeniden.
Zaten pratikte çözülmüştü ama Kılıçdaroğlu’nun çözmeye gayret ettiği aslında sekülerlerin zihinlerinde yer eden mesele.
“Doğru aday”ın kolaycılığına kaçmak yerine “doğru siyaset”i savunan neredeyse kimse yok. Bazıları, özünde siyasetten korktukları için, bu korkularını müphem bir idealizm sosuyla sunmaya gayret ediyorlar.
Kılıçdaroğlu, en büyük desteği de Ahmet Davutoğlu’ndan gördü.
İki lider, Türkiye’ye yeni bir gelecek sunmaya çalışıyor.
Davutoğlu’nun formülüyle ifade edersem, “Jakoben laiklik” ile “otoriter muhafazakarlık” demokrat bir laiklik ve muhafazakarlık anlayışına evrildiğinde Türkiye en büyük prangalarından kurtulmuş olacak.
Ama bu bir anda olabilecek bir şey değil, sadece “doğru aday”a odaklanmış bir siyaset de yolu değil.
“Doğru aday”ın kolaycılığına kaçmak yerine “doğru siyaset”i savunan neredeyse kimse yok.
Bazıları, özünde siyasetten korktukları için, bu korkularını müphem bir idealizm sosuyla sunmaya gayret ediyorlar.
Öyle bir mükemmel arıyorlar ki iyilerin tamamını yok sayabiliyorlar.
Kılıçdaroğlu’nun “helâlleşme” diye çıktığı yolculukta yaptıkları çok değerli, ahlaki, aynı zamanda da doğru.
Aynı şekilde Davutoğlu’nun mücadelesi de.
Biri, masayı kurdu; diğeri Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Modeli ile masanın ruhunu üfledi.
Doğru aday kolaycılığı yerine biraz risk alıp doğru siyasetin peşinden gitmeye çalışırsak yarının Türkiye’sinde bugünkü absürtlüğü uzun süre görmeyebiliriz.
Geçen ay, Hür Düşünce Derneği’nde yaptıkları konuşmalar içerik açısından çok değerliydi ama konuşmalar kadar Altılı Masa’dan sadece ikisinin orada olması da önemliydi.
Gerek Kemal Kılıçdaroğlu, gerekse de Ahmet Davutoğlu Türkiye’ye yeni bir gelecek vizyonu sunuyorlar.
Şu olsun, ama en çok da bu olmasın, bu asla olmaz, demek yerine doğru siyasetin ne olduğu üstüne kafa yorarsanız seçimden sonra da söyleyecek sözünüz olur.
Aksi takdirde, seçimden sonra “e hani?” dediklerinde sözlerinizin hepsinin tükenmiş olduğunu göreceksiniz.