Bizim gibi parası rezerv para olmayan ülkeler borçlarını, borçlandıkları para birimi üzerinden ödemek zorundadır. Bu ise yeterli döviz rezervine sahip olmayı gerektirmektedir. Bütün borç para alma verme işlemlerinde olması gereken durum; belirlenen süre varsa süre sonunda, belirlenen süre yoksa iki tarafın uygun gördüğü bir zamanda borç alanın borcunu ödeyerek işlemi kapatmasıdır. Bu ilişkide alacaklının beklentisi borç ilişkisinin öngörülen süre için sürmesi ve vade geldiğinde parasını taahhüt edilen faizi ile birlikte geri almasıdır. Bireysel ve kurumsal tüm borçlanma işlemlerinde işleyiş bu şekilde olduğu gibi devletlerin borçlanmalarında da aynı işleyiş geçerlidir. Bununla birlikte bazı durumlarda borçlanan taraf borç geri ödemesini zamanında ve tam yerine getirememektedir. Bu durum borçlunun finansal gücü olduğu halde kötü niyetle ödemekten kaçınması şeklinde olabilmekle birlikte, çok büyük çoğunluğu borçlunun geri ödeme gücünü yitirmesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Devlet açısından bakacak olursak; devlet kamu borç yönetimi sırasında zaman zaman borçların sürdürülmesi bakımından sıkıntılarla karşılaşabilmektedir. Bu durumlar ortaya çıktığında devletler moratoryum işlemlerine başvurabilmektedir. Moratoryum, borç alanın ödeme gücünü kaybetmesi nedeniyle borçlarının tümünü veya bir kısmını ödeyemeyeceğini ilan etmesidir. Devletin finansal olarak sıkıntı yaşadığı dönemlerde yeni bir anlaşma yapmak suretiyle borcun ödeme şekli ve süresini değiştirmesine moratoryum denilmektedir. Moratoryumda borç ortadan kalkmamakta, ödemeler ertelenmekte, faiz oranları yeniden belirlenmektedir. Dolayısıyla moratoryum borcu sona erdiren bir neden değildir. Ayrıca, moratoryum ile borçların yeniden yapılandırılması, ödemelerin ertelenmesi, faiz oranlarının yeniden belirlenmesi yanında bazı durumlarda borcun kısmen silinmesi de söz konusu olabilmektedir. Daha önce Meksika, Arjantin ve Rusya’nın açıkladığı moratoryumlarda bu durum söz konusu olmuştur. Türkiye’nin geçmişinde iki moratoryum yaşanmıştır. Bunlardan ilki, 1875 Moratoryumudur. Osmanlı İmparatorluğu Kırım Savaşına finansman bulabilmek için 1854 yılında ilk defa dış borçlanmaya gitmiş ve 1874 yılına kadar geçen 20 yıllık sürede pek çok kez dış borçlanma yapılmıştır. Ancak daha sonra Osmanlı İmparatorluğu alınan borçları ödeyememiş ve 1875 yılında moratoryum ilan edilerek borç ödemelerine yeni bir düzenleme getirilmiştir. İkincisi 1958 Moratoryumudur. 1958 yılında yaşanan finansal sıkıntılar ve borçların ödenemeyecek duruma gelmesiyle moratoryum ilan edilmiştir. Bu moratoryum ile alacaklılarla anlaşma sağlanarak mevcut borçların 1971 yılına kadar taksitlendirilmesine gidilmiştir. Günümüze baktığımızda 2008 küresel kriz sonrası dünya genelinde başlayan ekonomik sıkıntılar tam atlatılmaya başlanmışken, pandemi ve ardından Rusya-Ukrayna savaşı ülkelerin tekrar finansal sorunlarla karşılaşmalarına ve borç yüklerinin artmasına yol açmıştır. Artan borç yükünün iç borç bölümü ülkelerin, enflasyon benzeri sıkıntılara yol açsa da para basıp bu borçları ödeme olanağına sahip olmaları nedeniyle daha az sorunludur denilebilir. Buna karşılık dış borç ödemeleri için böyle bir olanak bulunmamaktadır. Sadece parası rezerv para konumunda olan ülkeler açısından bu anlamda iç borç dış borç arasında bir fark yoktur. ABD ve Euro alanı ülkeleri gibi parası rezerv para olarak kabul edilen ülkeler iç borçları yanı sıra dış borçlarını da kendi paralarıyla ödeyebilmektedir. Ancak bizim gibi parası rezerv para olmayan ülkeler borçlarını, borçlandıkları para birimi üzerinden ödemek zorundadır. Bu ise yeterli döviz rezervine sahip olmayı gerektirmektedir. Bugün dünya genelinde ülkelerin dış borçlarının GSYH’ya oranı özellikle gelişmiş ülkelerde oldukça yüksektir. Ancak yukarıda belirttiğimiz gibi rezerv paraya sahip olmaları, bu ülkelerin moratoryuma gitme olasılıklarını düşürmektedir. Ülkemizin dış borçlarının GSYH’ya oranı ise yüzde 60’ın üzerinde olup, bizim gibi ülkeler için oldukça yüksek sayılabilecek bir orandır. Merkez Bankası rezervlerinin zayıf olması da dikkate alındığında durum daha kritik hale gelmektedir. Nitekim, Eylül ayının son haftası itibariyle Merkez Bankasının swap hariç net rezervi -59 milyar USD olup, rekor düşük seviyeye gerilemiştir. Net rezervler ise sadece 9,7 milyar USD’dir. Dış borçların GSYH’ya oranının yüksekliği ve rezervlerin düşüklüğü birlikte dikkate alındığında yansıması CDS oranında görülmektedir. Ülkemizin dış borçlanmasındaki risk primini gösteren CDS puanı 750’lere yakın olup, dünyadaki en yüksek puanları arasında yer almaktadır. Bu ise hem borçlanma kabiliyetini düşürmekte hem de borçlanırken uygulanan faiz oranının çok yükselmesine yani maliyetlerin artmasına yol açmaktadır. Sonuç olarak, Ülkemizin bir yandan dış borçlarının yüksekliği ve yeni borçlanmalardaki zorluklar, bir yandan giderek artan ödemeler dengesi açığı, bir yandan da Merkez Bankası rezervlerinin zayıflığı ve sermaye hareketi nitelikli döviz girişinin olmaması, önümüzdeki döneme ilişkin ne olacak sorusunu sürekli kendimize sormamıza neden olmaktadır.