Dinçer Mendillioğlu yazdı | CHP'ye saldırmanın vermiş olduğu tarihsel dayanılmaz rahatlık üzerine II
“Tarih ilerlemeci anlayışı içerisinde, hep doğru sol-siyasal tahlilleri içerisinde barındırdı. Aynı ilerlemeci tarih, doğru tahlilleri doğru pratik sonuçlar ile aynı oranda anmadı.”
Yukarıda vermiş olduğum örnek polemiğe çok açık bir cümledir. İçerisinde kişiye özgü bir yorum barındırmakta, bu da pasajı tartışmaya açmaktadır. Lenin “Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı” isimli tarihi kitabını, Ekim devriminin hemen sonrasında kaleme aldığını çoğu okur bilmekte. Tarihsel açıdan kitabın önemi; Avrupa Anarşistleri, Menşevikler, İngiliz İşçi Partisi ve sağ sapma eğilimini taşıdığını düşündüğü, pek çok ülke hareketine dair açık bir meydan okuma ve “Polemikten” oluşmaktaydı. Komünizmi çocukluk hastalığı olarak ele almaz, komünizmin içerisinden virüs gibi çıkan salt tartışma odaklı önermeyi çocukluk olarak ele alır kitap, iyi incelendiğinde. Ekim Devriminin, bütün öncül koşulları ve sonrasının Doğu Avrupa, Orta Avrupa hatta dünyada bulduğu karşılık, devrimin kendisiyle sonuçlandığını hatırlarsak. Ekim devrimi ve öncesi oluşan üç artçı-öncü süreç tarihi zaferinde halen ışık olmasının belki de en anlamlı yanıdır. O kitapta Lenin, kendisinin de ifadesiyle, “ışık daha çok ışık” diyebilmek için tarihi bir polemiğe girmiştir. O yüzden kitap tamamıyla tartışmalar, analizler ve önemlisi pratik başarının her aşamasını anlatmaktadır. Dolayısıyla bir bütünlük söz konusudur. Bütün emekçi sınıfların ortak savaşımının, dünyaya meydan okur halidir Sol Komünizm kitabı.
Böylesi bir girizgah ile başlamanın sebebi de, o günlerden günümüze gelen tarihi polemiğin miras olarak algılanmasıdır. 1905 - 1917 Rusya’sının tarihini, kendi özgül süreci üzerinden değerlendirme tamamıyla bertaraf ile karşı karşıyadır. Aldığımız miras, devrimin kendisine bakmaktan öteye geçip polemiğin kendisine bakmak ola geldi. Baktığımız yerde sapmanın olması, düşüncelerde de ciddi erezyonları açığa çıkardı. Yazarın dediği gibi; “Biz de her şeyden var ama hiçbir şeyden tam yok”. Bu bir önerme ya da determinize etme değil. Yaşanılan nesnel hayatın yansımasıdır. Referans aldığımız kaynaklara bakmayışımızı minik bir örnek ile destekleyelim.
“BİR DEVRİMCİ HER ŞEYİN EN İYİSİNİ YAPABİLMELİ”
Cümlenin kendisi yarışmacı ve insana psişik bir egoyu doktrin eden yöndedir. Neden bu böyle olur? Bütün ülke solu, hatta liberalleri, demokratları dahi Sosyalizmin ABC’si isimli kitap üzerinden yaşam diyalektiğini okursa, cümle de böyle hatalı çıkar. Sosyalizmin ABC’si kronolojik bir sıralamadan sonra okunmalıdır. Ama öncesi içe dönük bir tarih birikimi ve bu birikimin beraberinde oluşturduğu kimliği görmek gerekir. Çünkü, tarihi anlamak ile toplumların yaşadıkları tarihi anlamak farklıdır. Kendi tarihsel zeminimiz üzerinden hareket ile bütüne varmak yerine, bütünden geriye dönüp tarihe ulaşmak açık bir hatalı zeminin kendisidir. Bu da, teori-pratik doğrulamasının bir tarafını eksik bıraktırır. Geriye yanlış bir teorik zemin ya da pratiği kendinden çaresiz alanlar kalır. Sarmalın kendisi kusurlu bir zeminde inşaa olursa, yetişen kadrolar da o denli samimi ama yetersiz olmaya mahkumdur.
Mahkumiyet koşulların zorluğu, duraksama dönemleri ya da bunların hiçbiri de olmayabilir. Fakat süre gelen bir gerçeklik varsa, o da CHP üzerine devam eden yoğun ve yılları bulmaya devam edecek olan saldırıdır. İlk yazıda CHP, ulusalcılık torbası içine atılanlar ve resmi ideolojiyi irdelemeye çalışmıştık. Şimdi ise biraz daha derinlemesine polemikler üzerinden giderek, bazı noktaları kavramaya çalışalım.
Siyaset bizim gibi “ARAF’ta” kalmış toplumlarda kendi içinde tutunma işlevi gören bir hal almaktadır hızla. Daha açık bir söylem ile, siyaset kendimize dair ürettiğimiz söylemler bütünü. Bunu böyle koyduğumuz takdirde, net itirazlar yükselecektir. İnanılmaz bir örnek verme savaşımı başlayacaktır. Fakat “gerçekler devrimcidir” sözü sanırım tarihi bir nostalji olarak, klasikler arasında yerini almış olsa gerek. Çünkü ürettiğimiz savın karşılığı pratik hayatta uzak yakın ilişkili olmamaktadır. Daha derinlemesine açarsak. 80 döneminin başarısızlığı, 90’lı yılların işçi sınıfının yeniden diriliş süreci ve hemen sonrası yıkım yasaları, CHP, DSP ve SHP’nin koalisyon olduğu dönemler, gezi direnişi, çatı partisi deneyimleri, bağımsız adaylar, yetmez ama evet vs. vs. üzerinden bir yere bağlamak değil. Aksine hepsinin toplamından bir sonuca ulaşmak daha önemli bir yerde durmaktadır. Eğer ki toplumsal refleksleri, sürekli bir diğer başarı/başarısızlık üzerinden tanıtlama durumuna ısrarla devam edilirse, anlatılacak hikaye bir o kadar da devam edecektir. CHP’ye dair biraz daha analitik bir göz ve gözlem üzerinden bakılmasının ihtiyacı, bu anlamda doğmaktadır. 12 milyon civarı halkın oyunu almış bir yapıyı ileri taşımak gibi görmek zorunda değildir kimse. Lakin 12 milyon halkın öyle ya da böyle tercihi olmuş umudu, neden daha yukarı çekmek adına zaruri de olsa ortaklaşılmaz. Çünkü araf siyasetin dogmatik zorunluluğu, sosyal psikolojide negatif üzerinden örer. Araf siyasetin karşılığı negatiften düşünmedir demek de yanlış olmaz. Ulusalcılık, sosyal şovenizm, resmi ideoloji, katilini kutsamama ve dahası... Sürekli aynı döngüsel açmaz üzerinden doğan eleştiriler, sonuç değil aracın kendisi olmaktadır. Amaç ve araç yer değiştirmektedir. CHP’ye söylenilen her söz artık bir eleştiriden öte, ne acıdırki içerisinde öfke barındırmaktadır.
Bir kuşak otomatik olarak CHP’ye bu şekilde öfke duyarak yetiştirilmektedir. Klasik bir dil ve ezberin ötesi yoktur. Çünkü ötesine çıkacak nesnel argüman da sıkıntı vardır, ya da argüman yoktur. Ülkemizde her kimlikten binlerce genç özellikle CHP karşıtlığı üzerinden bir ideolojik kimlik kazanmaktadır. Şu söylenilenin doğruluk payı için bile, sadece her yıl üniversitelerin gençlik stantlarına ve kimlerin stant açıp kimlere izin verilmemeye çalışıldığına bakarak, minik bir sonuca ulaşabiliriz. Sisteme duyulmayan öfkenin daha ötesi bugün CHP’ye duyuluyorsa, iç samimiyette bir sorun vardır. Yakın dönemlerde laiklik üzerine pek çok kesim tartışmalar yürütmektedir. Yıllardır CHP’nin laiklik ve ısrarla bilimsel eğitim vurgusu, bugün herkesin gündemindedir. Fakat bu tartışmalar da tek kelime büyük önder Mustafa Kemal’e atıf yoktur. ısrarla kaçamak bir laiklik vurgusu anlatılır. Laiklik = Mustafa Kemal elbette diyecek kadar sığ bir anlayışa sahip değiliz, fakat tarihsel en büyük referans kaynağını da görmezden gelmek ile ancak gündelik tutunma siyasetine sarılınabilinir. Dolayısıyla “oldurulmuş insan” “oldurulmuş tarih” yazmaya çalışmak, tarihten bi haberdar olmaktır.
Yazının kendisi Halkçı CHP vurgusu üzerinedir, fakat bu kendimize dair suya sabuna dokunmadan geçiştirileceği anlamı çıkarmıyor. Özeti itibariyle de CHP eleştirisi üzerinden yazılmadığı için, bazı şeyler eksik kalmış denilebilinir. Fakat kısaca da olsa CHP’de kesinlikle ideolojik ve pratik bir kadro sorunu vardır. Pek çok yerel üzerinden “artçı beylikler” oluşturma ve yer edinme sevdası da vardır. Gayet doğal deyip seyirci olunacak değil. İşte tam da yeni “Halkçı CHP” bir kırılmayı ve ideolojik kültür yaratmayı kendisine olmazsa olmaz belirledi. Ve ısrarla kendi iç temizlik sürecini başlattı. Bu küçük bir durum değildir, bu bir parti içi devrimdir. Delege ağalarının, oy baronlarının, belediyelere çöreklenmişlerin karşısına ısrarla “Halkçılık” savını ve kimlik yaratmayı koyması az bir şey değildir. İnanmışlık ve bir dava böyle böyle başlar. CHP bu davasında ısrarcıdır ve bu temizliği içinde olunan koşulların bütün olumsuzluklarına rağmen yapmaktadır. Olup biteni görmeden, duyumsama ve hissiyat üzerine siyaset önerilemez. Ben böyle düşünüyorum demenin analitik hiçbir tutarlılığı yoktur. Ecevit’ten bu güne kadar geçen süreçte iktidar olamamış bir partiye, klasik saldırı metodolojisi artık sönümlenecektir. Türkiye’de 3,5 milyon kayıt dışı insanın çalıştığı, resmi 100/12 oranında işsizliğin olduğu (gayrı resmi rakamları da düşünmek gerek), Kürt halkına yönelik tehcirin yeniden politika haline geldiği, kadın-çocuk-eğitim sorunlarının normalleştirildiği, her geçen gün iç ve dış savaş tehlikesinin daha da belirginleştiği ülkede, CHP zihniyetinin devamı olan sistem ve ulusal şovenizmin doruk halidir diyebilmek, çürüyen düzene ortak olmaktır. Burada devrimci eleştirel tek kelime yoktur, burada birikmiş bir kin ve öfke vardır. Öfke üzerine dünya inşaa edilemez felsefesi temel bir derstir. Bu dersi herkes ve her kesim kendi payına almalıdır. Yoksa süre gelen açmaz daha da derinleşme olasılığı taşımakta. Ezber, ezber, ezber. Bu kadar basit değil...
İyi bir akademisyen olan Tarık Soydan isimli dostumun bir yazısında ki pasajından alıntı yapayım;
“Sosyalistler Cumhuriyet’in eleştirisini yaparlar düşmanlığını değil! Eleştiren düzeltmek ister, düşmanlık yapan ise yıkmak”
29 Ekim gibi tarihi bir günün değerine atıfla başlamak anlamlı olacaktır. Cümle başlı başına bir tez konusudur ve muazzam da bir önermedir. Tarih arenasında var olan neredeyse bütün sosyalist hareketler, bulundukları dönemin cumhuriyetlerini ileri taşımak için azami çaba göstermiştir. Fütüristik bir bakış açısıyla değerlendirilmelidir. Geçmiş dönem Fransa, Polonya, İspanya devlet modelleri akıllardadır. Fakat belki de “Paris Komünü” çok daha öznel bir durumdadır. Bütün sosyalistler, cumhuriyetçiler, başka ülke cumhuriyetçileri, yerel esnaflar kısacası halkın kendisidir orada komün. Komünün ilk üç ilkesi ve çalışması şunlar üzerinde şekillenmiştir. Bilimsel eğitim enstitüleri, teokratik kilise tandanslı monarşik devlet aygıtından arındırılmış bir sistem ve kadınların temel hakları. Tam da Mustafa Kemal tarihsel olarak buraya bakmıştır. Açılan köy enstitüleri, laik devlet ve kadınların üretici hayata dahiliyeti. Bunların hepsi birer tarihsel zorunluluktur aslında. Cumhuriyet, ulus devlet algısı içerisinde demokratik bir temelde ancak böyle ifade edilir. Bu dikotomik bir durum gibi değildir. Kadim doğal sürecin koşulların somut haline uyarılmasıdır. O günden günümüze inanılmaz bir değişim ve kadro değişimi de olmuştur. Bir önceki yazıda, dönem devrimcilerinin Cumhuriyet ve Mustafa Kemal ile etkileşimlerini çok az da olsa yazmıştık. Tarık Soydan’ın analizini teyit eder gibi, dönemin ilerici devrimci önderleri ve güçleri emperyalist saldırılara karşı, Mustafa Kemal ve Halkçı devlet, millet önemine vurgu yapmıştır. Referans halkın öz iradesidir, sistemin çürük yanları değil.
Bir konu daha belirmektedir yine. CHP kadrolarının, çoğu yerde karşı devrimcilikle itham edilmesine uzanan süreç. Aslında salt CHP değil, bazı durumlarda kendi içinden ayrılılan yapılar ve hatta benzer özellikleri taşıyan yapılara da rahatlıkla söylenilen bir ithamdır. Devrimci kadro, kimlik ve tipolijisi budur diyebilmek ağır sorumluluk içerir. Çünkü kesin bir mutlakiyet vardır yapılan tahlilde. Ülkemiz solu bütün kesimleriyle önce bir kadro ve kimlik belirler, sonrası belirlenen kimlik üzerinden ideolojik bir hat çizilir. Arta kalan ise ya artıktır, ya çürük, ya da hayatın bir noktasında ancak ilişki seviyesinde düzleminde kalacak tanıştır. Böylesi bir kestirip atmaca esaslı füzyon yine bizim ülkemizde mevcuttur. Yazılmış birkaç kitap ve makale harici, devrimci böyledir, solcu şöyledir şeklinde kütüphane ya da arşiv yoktur. Arşivi de bir kenara koyarsak, ne kadar rahatça kendinden olmayanı karşı devrimcilik ya da işbrilikçilik ile suçlamak. Otokontrol ve öz bilinç bir miktar ihtiyaç ve kaçınılmaz haline gelmiştir.
Yazı bütünlüğü bozulmaması açısından ajitatif bir yazı olmamasına dikkat etmeyi okuyucuya saygı açısından mecbur gördük. Ve yazı boyunca tek bir satır siz şunu söylediniz, fakat sizler de bunu yaptınız diye kıyasa ve kısasa asla girmedik. Lakin minik bir soru sormak gerekiyor. Son tahlilde hayata kısmen de olsa benzer noktalardan bakmaya çalışanlara, bu anlamda sınırlı da olsa katkı sunmak isteyenlere, sarayın üst katından yoksul halkını selamlayan Kral edasıyla bakıp sen şusun busun diyebilmek hangi tarihi köklere dayanıyor?
Sosyalist programlar, tüzükler bir birine benzer. Programlar neredeyse tıpa tıp aynıdır, lakin tüzükler de ve yöntemler de değişiklik vardır. Elbette CHP sosyalist devrim dememektedir. Söylediği açık şekilde “Halkçılık” vurgusudur. Yeni dönem dünyanın tartıştığı halkçılığı asla reddetmemektedir. Bunun karşılığı sağcılaşma ya da başkalarına benzeme değildir. Bu tıkanmış ülkede halklara halkçı çözüm olabilmedir. Son paragrafa başlarken, sosyalist programlar bir birine benzer derken demek istenilen ironik memleket tahlilidir. Kendi gerçeğimizi kağıdı kalemi ele alıp yazıp çizmek farzdır artık. Evet programlar bir birine benzer ve yıllardır aynı analizler ile doludur. Bütün külliyat analiz esaslıdır, çözümse tek paragraftır. İşte bu tıkanmama adına Halçılık yeni dönem Radikal Halkçılık önemlidir. Ülkenin, bütün kardeş halkların, komşu ülkelerin barışı, ekonomik sınıfsal uçurumun neoliberal karşılığı üzerine ezber söz konusu dahi değildir.
Bernard Shaw şöyle demiştir; “Yenilenlerin tarihini, yenenler yazmıştır”. Cumhuriyet Halk Partisi’nin yenilgisi ya da yenilgileri üzerine tarih okuması olmayacaktır. Akla seçimler üzerinden bir değerlendirme gelmesi normaldir, lakin ülkenin gidişatı AKP’liler, demokratlar Ve Kürt halkının alacağı pozisyona doğru giden bir süreci işaret ediyor. Dolayısıyla ülkenin kendi içinde alacağı konum ve pozisyon da daha bir önem kazanmaktadır. O yüzden CHP’nin alacağı ilkesel tavır ve politika “Halkçı CHP” saflarında bir birleşmeyi ön görmesi çok anormal bir sonuç değildir...
Not: bu yazı dizisi www.halkcidergi.org ve www.politikyol.com için yazılmıştır.