PazarPolitik Felsefe

Din ve devlet işleri/Tanrı’yı celp etmek

Abone Ol
Türkiye’de bugün yaşadığımız ajitasyon ve cinnet tam anlamıyla, bir büyücünün şeytanı çağırması gibi Tanrı’nın çağrılmasıdır. Bu yazıda, geçen yazımdan devam etmeye söz verdiğim bir husustan bahsedeceğim. Tanrı ile ajite olmak. Bu cümleden ne anlıyoruz? Tanrı ile ajite olmak ne demektir? Tanrı ile “gaza gelip” ortalıkta fesat çıkarmak mümkün olduğu gibi tam tersi de mümkündür. Çok daha erdemli bir davranışı herhangi bir tanrı inancına dayandırarak uygulayabiliriz. Hoş, söz konusu din olunca tarihte tam tersinin olduğu örnekler ilkine nazaran daha azdır. Ancak bu yine de sorumuza basit, tek taraflı ve kolay bir cevap verebileceğimiz anlamına gelmiyor. Tanrı, büyük bilinmezin kendisidir. İnsan aklının keşfettiği her şeyin uydurma olmadığını söylediğiniz anda tanrı/tanrıların eşiğine bir adım daha yaklaşmış olursunuz. Bu sebeple, günümüzün “bilimci” “pozitivist” anlayışında bunun aşırı tehlikeli görünmesinin sebebini anlamak sanırım zor değildir. Eğer o kapıdan çıkıp diğer kapıya doğru adım atarsanız kimse geri döneceğinizin garantisini veremez. Bu kapı ise tuhaf bir kapıdır. Aslında içinden geçen siz değilsinizdir. Oradan birileri gelir. Kimse bir yere gitmiyor. Bizim dünyamız, zamanın geçmediği, donuk, sıkıcı ve pek de herkesin girmek istemediği bir yerdir. Buraya uğramak pek “kimsenin” aklına gelmez. Ancak bir kere uğradıklarında durdurmak zordur. Tüm hikayeler bunu anlatmaz mı? Kapıdan geçmek isteyen birileri ve o kapının bekçileri. Genelde bekçiler iyidir. İşte bir yanda bekçiler, diğer yanda da kapının öbür tarafındaki kötü varlıklar. Biz bunlara şimdilik “tanrılar” diyelim. TANRI’NIN CELBİ “Celbi” genelde hukukta “belirli bir görevin, hukuki hak ve sorumluluğun yerine getirilmesi amacıyla göreve atanmış şahsın hukuki yollarla çağrılması” olarak biliriz. Askerlik için celp kâğıdı gelir. Bir davada sanık veya tanık olarak bulunmanız için de “celp edilmeniz” gerekir. Bu hukuki tanımın gündelik İngilizcede belki de şu sıralar çok kullanılmayan İngilizce bir karşılığı vardır: “summoning.” İngilizce “summoning” fiilinin belirli bir devlet görevlisinin özellikle kral, hâkim veya yüksek bir bürokratın “huzurunda bulunmak” için çağrılmak gibi bir anlamı vardır. Böylece sizin o kişinin “huzurunda bulunarak” sahip olduğunuz hak veya görevi yerine getirmeniz istenir. Bu bir devlet görevi olabileceği gibi bir suçtan yargılanmak da olabilir. Bu sebeple birilerinin huzurunda bulunursunuz. Biliyorum kelimeyi çok tekrar ettim. Bilerek yaptım bunu. Çünkü “summoning’in” ayrıca bir anlamı daha da vardır. Bir varlığı çağırmak. Tıpkı bir kraliçenin veya hâkimin huzuruna çıkmak gibi o varlığın çağrılmasının da bir amacı vardır. Fakat ortaçağlarda buna benzer başka bir kelime daha kullanılmaktadır. Invocata. Ancak ınvocatum’un bir anlamı daha bulunur: adını taşımak. O isimle “çağrılmak”. Sadece huzurunda bulunmak değil. Bu sebeple çağrılan “varlık” belirli bir amaca hasredilir. Bir dileğin yerine getirilmesini, adaletin yerini bulmasını ve hatta intikam alınmasını sağlamak gibi. Bu genelde belirli bir ritüelin yerine getirilmesini gerekir. Bu “büyüdür”. Buradan tahmin edilebileceği gibi büyü bir ritüeldir ancak her ritüel büyü değildir. Papa V. Clement’in 1312 yılında yayınladığı ve içerisinde Tevrat’ın Yeremya ve Hoseya kitaplarından ayetlerine atıflarında bulunduğu Vox in Excelso adlı bildirge şöyle bir cümle kullanmaktadır: “ ponentes idola sua in domo, in qua invocatum est nomen meum, ut polluerent ipsum. Aedificaverunt excelsa Baal, ut initiarent et consecrarent filios suos idolis atque daemonis.[1]” Türkçesiyle; “İsmimin çağrıldığı evlerime putlar yerleştirdiler, onları kirletmek için. Sapa yerlere Baal tapınakları kurdular, oraları kirletmek ve çocukları putlarına kurban etmek için.” Papa V. Clement, burada Tevrat’a atıfla “Tanrı’nın ismiyle çağrıldığı” yerlere “şeytanlar, putlar, vb. varlıkların” temsillerinin doldurulmasının Tevrat tarafından nasıl kısıtlandığını anlatırken, şeytanların çağrılmasından da bahsetmektedir. İşte burası konumuz açısından çok çok önemlidir. Çünkü bu dinler tarihinde sadece Tevrat’ın tanrısı Yahweh’nin başına gelen bir şey  değildir. Tanrı’nın ismiyle çağrılan yerler, Tanrı herhangi bir sebeple ihmal edildiğinde -açık konuşmak gerekirse unutulduğunda- hemen insanlarla veya başka şeylerle doldurulmaz. Doğrudan başka tanrılarla ve kimileri için daha da beteri kötücül ruhları taşıyan iblislerle, şeytanlarla doldurulur.
Bir yerde büyücünün huzura çıkarmaya çalıştığı belli belirsiz bir varlık, diğer yanda her yerde bulunan bir Tanrı. İkincisi kesinlikle teist/monoteist geleneğin kusursuz varlığıdır.
Ancak bunun olmaması için Tanrı’nın müdahalesi gerekir. Belirli yasa ve tutumların olduğu yasal düzenlemeler olmalıdır ki, ibadethaneleri kirletilmesin. Lâkin bir sorun vardır; Tanrı yasayı herkese kendini gösterip indiremez. Belirli kişiler bu işi üstlenmelidir. Tanrı’nın herhangi birisine görünümü bir tür delusion grandeur (büyüklük yanılgısı) olmalıdır ki, Tanrı’nın göründüğü bir diğerinin aklen baliğ olduğunu ve mümeyyiz olduğunu ve hatta sıradan bir büyücüden ve şarlatandan farklı olduğunu ayırt edebilelim. İşte bu kurum peygamberliktir. Öyle ya eğer tanrının bu lütfundan herkes yararlanabiliyor olsaydı peygamberliğin ve peygamberlerin ne önemi kalırdı? Spinoza, buna Tevrat’ın beş kitabından biri olan “Sayılar” kitabından “Çölde Sayım’a atıfla örnek verir: “Ama kulum Musa öyle değildir (vahyediyorum). Onunla bilmecelerle değil, açıkça, yüz yüze konuşurum.[2]” Burada büyü ve din arasındaki temel farklardan en büyüğüne, yani büyünün dinden farklı olarak aslında bireysel bir pratik olması ve zaten var olan doğaüstü herhangi bir varlığı “huzura çağırması” ile dinin büyüden son derece farklı olarak büyünün bireysel pratiğini yani “çağrılması” gereken bir doğaüstü varlık pratiğini reddetmesi gerçeğine değinerek konuyu uzatmak istemiyorum. Ancak yine de bu büyük farkı bilmemiz gerekir. Musa’ya da İslami gelenekte “kelîmullah” denmesinin tam olarak anlamı budur. Herhangi bir büyücü Tanrı/tanrıları/iblisleri çağırır. Peygamberler ise onunla doğrudan “konuşur”. Onu çağırma gereği duymazlar; tanrı her zaman oradadır onun için. Ortada olmayan bir şey bir anda çıkmaz.
Toplumların korkularının bu şekilde manipülasyonu aslında Tanrı’nın yeryüzünün her yerinde olduğu inancına karşı da bir küfürdür.
Belki daha sonraki yazılarımda ele alacağım büyü ve din arasındaki bu büyük farkı bir kenara not ederek devam edelim. En son ne dediğimi hatırlayalım; bir yerde büyücünün huzura çıkarmaya çalıştığı belli belirsiz bir varlık, diğer yanda her yerde bulunan bir Tanrı. İkincisi kesinlikle teist/monoteist geleneğin kusursuz varlığıdır. Ancak bizi burada ilgilendiren bu varlığın kusursuzluğu, mahiyeti veya doğası değil. Daha farklı bir yerden bakmaya çalışacağım. MESKEN İşte bu da bizi Türkçede bildiğimiz bir kelimenin İbranice karşılığı olan kullanımına götürmektedir. Mishkan, (מִשְׁכַּן) İbranicede “sakin olunan yer” anlamına gelir. Evet bu bir meskendir. Ama bu meskende sakin bulunan varlık kimdir? Tevrat’ın Çıkış kitabının 33:7 ayeti topluluğun tapınağı olarak bahseder bundan. Mesken/mishkan Tanrı’nın zuhur ettiği, “gezindiği” yerdir. O orada huzurdadır. Bugün karşılaştığımız çoğu sorun Tanrı’nın bu tapınağın dışına çağrılmasıyla başlar. İngilizcede gerçekten bu konuda hatırı sayılır bir kelime dağarcığı vardır; conjure, invoke, summon. Hepsi birilerinin çağrılmasını anlatır bize. Okur, Spinoza’dan yapacağım şu uzun atıf yüzünden beni affetsin: “En çok hoşlarına giden de yeni olan ve henüz hayal kırıklığı yaratmamış olan şeydir. Bu istikrarsızlık çok sayıda karışıklığa ve tüyler ürpertici savaşlara neden oldu. Daha önce söylenmiş olanlardan çıkar bu. Quintus Curtius'un Kitap IV- 10' da çok iyi farkettiği gibi, kalabalığı yönetmek için, hurafeden daha etkili hiçbir şey yoktur. Bu yüzden o, din maskesi altında, büyük bir kolaylıkla, bazen krallarına tanrılar gibi tapınmaya, bazen de insan türünün başbelalarıymışçasına onlardan nefret etmeye itilir.[3]” O hâlde günümüzde dinlerin aslında Spinoza’nın kitabında detaylandırdığı ve açıkladığından çok farklı bir şekilde bir hurafe gibi zuhur ettiğini söylemek çok mu iddialı olacaktır? Hayır, bu kesinlikle iddialı olmaz. Tanrı, twitter trollerinde, olur olmaz cahillerin dilinde, Tanrı derken ne dedikleri konusunda en ufak bir fikri olmayan insanların dilinde bir çağrıya dönüşmüştür. Türkiye’nin her yerinde gezerken “İlim Yayma Cemiyetleri”, “Tebliğ vakıfları” görmemizin sebebi de budur. Hepsi sizi geleneksel faşizmlerinin bir ürünü olarak tek tipleştirmeye çalışırken sadece sizi çağırmamaktadırlar, ayrıca Tanrı ile ajite olmanın en iğrenç ve en kötü biçimini tekrar etmektedirler. Onu Musa’ya karşı bir büyücü gibi çağırmaktadırlar. Spinoza’dan öğrenecek çok şey vardır bu konuda. Şüphesiz iktidarların bu konudaki yeri tartışılamaz. Bu korku aslında Tanrı’nın yeryüzünün her yerinde olduğu inancına karşı da bir küfürdür. Eğer tanrı/tanrılara yönelik herhangi bir inanç bir yaşam biçiminin uygulanmasına hasredilir ve hatta daha da kötüsü ona atfedilirse bu tiranlığın ve teokrasinin en akıl almaz haline yol açar. Türkiye’de bugün yaşadığımız ajitasyon ve cinnet tam anlamıyla, bir büyücünün şeytanı çağırması gibi Tanrı’nın çağrılmasıdır. Arada mahiyet bağlamında fark bulunmaz. Yobazın dinindeki hurafenin monoteist dinlerin kınamaktan hiçbir zaman geri durmadığı putperest hurafeden hiçbir farkı yoktur ama heyhat! Aynı hikâye tekrarlanmaktan geri durmaz. Burada çok haklı olarak birileri “sen de gerçek İslam bu değilcilerdensin!” diyerek çıkışabilir. Bu konuya sonra değineceğim. Ancak bu konuya doğrudan değinmemekle birlikte düşündüklerimi diğer yazılarımda -özellikle önceki yazılarımda- belirtmiştim. “Gerçek İslam bu değil!” ve “Gerçek İslam bu; İslam vahşet dinidir” gibi birbirinin tam zıttı görünen iki argüman biçimi birbirini yok edecek kadar retorik ve kullanışlı argümanlar haline gelmişlerdir. Bence ikisi de doğru değildir. Çünkü farklı gerçekliklere tekabül eden pratikleri içerirler. Burada dikkat ederseniz içerikten değil doğrudan pratiklerden bahsediyorum. Bu konuya diğer yazıda değineceğim. İyi haftalar. --- [1] https://la.wikisource.org/wiki/Vox_in_excelso [2] Baruch Spinoza, Tractatus-Theologico Politicus, çev. Reyda Ergün, Dost Yayınları, s.58. [3] Spinoza, Tractatus-Theologico Politicus, çev. Reyda Ergün, Dost Yayınları, s.45.