İktidarın meclise sunduğu Dezenformasyon Yasası’nın 29. maddesi Anayasa’nın ve demokratik hukuk devleti ilkelerinin pek çoğunu ihlal ediyor. Gelecek Partisi İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Serap Yazıcı, 29. Maddeyi yorumladı.
Loading...
Önceki yazımda belirttiğim gibi Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Anayasamızın değişmezlik izafe edilen 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesi yanında aynı maddenin içerdiği insan haklarına saygılı, demokratik devlet kavramlarını da ihlâl etmektedir. Ancak teklifin içerdiği anayasaya aykırılık sorunu bundan ibaret değildir. Sonraki yazımda ele alacağım gibi teklif, aynı zamanda Anayasamızın “Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması” başlıklı 13. maddesini de açıkça ihlâl etmektedir. Bu anayasaya aykırılık sorunları, teklifin içerdiği çeşitli hükümler yönünden mevcut olduğu halde, bu ve bundan sonraki yazımda yalnızca teklifin 29. maddesinin içerdiği düzenlemenin Anayasamızın çeşitli hükümleri yönünden yol açtığı hukuka aykırılık sorunlarına değineceğim.
TEKLİFİN 29. MADDESİ VE BU MADDENİN YARGIYA SUNDUĞU GENİŞ YETKİ
Teklifin, Türk Ceza Kanununun 217. maddesinden sonra gelmek üzere bu Kanuna 217/A maddesi şeklinde eklediği hüküm şöyledir:
“(1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
(2) Suçun, failin gerçek kimliğini gizlemek suretiyle veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.”
Görüldüğü gibi bu hükmün ilk fıkrası, iki boyuttan oluşmaktadır. Fıkranın ilk boyutu, objektif yöntemlerle tespiti imkânsız bir saiki tanımlamaktadır. Böylece yargı kuruluşlarına failin niyetini okumaları emredilmektedir. Bilindiği gibi niyet okuma esasına dayanan bir ceza hukuku anlayışı, otoriter ve totaliter sistemlere hâkimdir. Fıkranın ikinci boyutu ise sözü geçen saikle işleneceği farz edilen fiili tanımlarken ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı, kamu barışı gibi
müphem ve muğlak kavramlara başvurmaktadır. Böylece teklifi hazırlayanlar, aslında yargı kuruluşlarına fevkalade keyfî olarak kullanabilecekleri sınırsız bir yetki sunmuşlardır.
Üstelik yargı kuruluşlarına böylesine geniş takdir yetkisi sunan bu hüküm, demokrasinin temel unsurları arasında yer alan ifade ve eleştiri hürriyetini, muhalefet hakkını, halkın farklı kaynaklardan haberlere erişme hakkını ortadan kaldırmaktadır. Bu nedenle teklifin 29. maddesinin Türk Ceza Kanununa eklemeyi amaçladığı hüküm, aşağıda görüleceği gibi Anayasamızın 2. maddesinde yer alan insan haklarına saygılı, demokratik devlet kavramlarıyla ve sonraki yazımda ele alacağım gibi, Anayasamızın temel hakların sınırlanmasında uyulması gereken esasları düzenleyen 13. maddesiyle bağdaşmamaktadır.
Teklifin 29. maddesinin 2. fıkrasında yer alan örgüt kavramı, ilk bakışta yasadışı örgütleri kastettiği izlenimini verebilir. Oysa maddede bu izlenimi doğrulayacak hiçbir ibare yer almamaktadır. Bu nedenle buradaki örgüt kavramı, dernekler, sendikalar, vakıflar, meslek kuruluşları ve siyasi partiler gibi demokratik bir siyasi düzenin vazgeçilmezleri arasında yer alan örgütsel yapıları kapsamaktadır.
Böylece sivil veya siyasal toplumun aktörleri kendi faaliyet alanlarıyla ilgili bir konuda eleştirel bir görüş açıkladıkları takdirde bu açıklama, teklifin 29. maddesinin ilk fıkrasının ihlâli olarak değerlendirilebilecek; eleştiriyi yönelten sivil veya siyasal toplum aktörünün bağlı olduğu örgütsel yapı dikkate alınarak ceza, ağırlaştırılmak suretiyle uygulanacaktır. Bu yönüyle düşünüldüğünde teklifin 29. maddesi, sivil ve siyasal toplumun tüm haklarını ortadan kaldıracak mahiyettedir. Böylece iktidar blokuna mensup olanlar dışındaki tüm vatandaşların en masum açıklamaları, bu hüküm kapsamında değerlendirilerek toplumun büyük çoğunluğu suçlu ilan edilebilecektir.
TEKLİFİN 29. MADDESİ İNSAN HAKLARINA SAYGILI DEVLET KAVRAMINI İHLÂL ETMEKTEDİR
Anayasamızın 2. maddesinde yer alan ve değişmezlik izafe edilen kavramlardan biri, insan haklarına saygılı devlettir. Bu kavram, kamu gücünü kullanan organ ve makamların, bireylerin anayasal hürriyetlerinin sınırlarına müdahale edemeyecekleri anlamına gelmektedir. Üstelik İkinci Dünya Savaşından sonra insan haklarının bir ulusal mesele olmanın ötesine geçerek uluslararasılaştığı düşünülürse, kamu makamları, sadece anayasa hükümlerini değil, Türkiye’nin taraf olduğu temel hak ve hürriyetlere ilişkin uluslararası antlaşmaların gereklerini de dikkate almak zorundadır.
Nitekim Türkiye, 1954’te Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni onaylamış; 1987’de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne bireysel başvuru hakkını tanımış; 1989’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını kabul etmiştir. Şüphesiz Türkiye’nin taraf olduğu insan haklarının korunmasını sağlayan milletlerarası sözleşmeler, AİHS’den ibaret değildir. Bundan başka Türkiye, gerek Avrupa Konseyi gerekse Birleşmiş Milletler bünyesinde çeşitli sözleşmeleri onaylamıştır. Dahası, 2004’te Anayasanın 90. maddesine eklenen hüküm, temel hak ve hürriyetlere ilişkin milletlerarası antlaşmaları kanunların üzerine yükseltmiştir. Bu hüküm şöyledir:
“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” Bu açık hüküm karşısında tüm kamu makamları (yasama, yürütme, yargı ve idarî makamlar) her tür eylem ve işlemlerinde anayasal hükümler yanında uluslararası hukukun kurallarını da dikkate almakla yükümlülerdir.
Teklifin 29. maddesi, sivil ve siyasal toplumun tüm haklarını ortadan kaldıracak mahiyettedir. Böylece iktidar blokuna mensup olanlar dışındaki tüm vatandaşların en masum açıklamaları, bu hüküm kapsamında değerlendirilerek toplumun büyük çoğunluğu suçlu ilan edilebilecektir.
Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin yukarıda aktardığımız 29. maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinde yer alan ifade hürriyetiyle ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu hürriyetin meşru sınırlarını tanımladığı yerleşik içtihatlarıyla çelişmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ifade hürriyetinin meşru sınırlarını tanımladığı ünlü Handyside kararı şöyledir: “İfade özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur. İfade özgürlüğü, 10. maddenin sınırları içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ‘haber’ ve ‘düşünceler’ için değil, ama ayrıca Devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz.”
[1]
Bu açıklamalar, teklifin 29. maddesinin ifade hürriyetinin meşru sınırlarını aşacak ölçüde bu hürriyeti sınırladığını göstermektedir. Bu nedenle teklifin 29. maddesi, demokrasinin vazgeçilmezi olan ifade hürriyeti yanında bu hürriyetten doğan ve demokratik bir anayasa düzeninin aslî unsurları arasında yer alan basın hürriyeti, bilim ve sanat hürriyeti, eleştiri ve muhalefet haklarını da ortadan kaldırmaktadır. Bu yönüyle teklif, sadece insan haklarına saygılı devlet kavramını değil, aynı zamanda aşağıda görüleceği gibi demokratik devlet kavramını da ihlâl etmektedir.
TEKLİFİN 29. MADDESİ DEMOKRATİK DEVLET KAVRAMINI DA İHLÂL ETMEKTEDİR
Demokratik devletin tanımıyla zorunlu unsurları konusunda kütüphaneleri dolduracak kadar çok sayıda eser bulmak mümkündür. Ancak ampirik demokrasi teorisi üzerine çalışanlar, bu eserlerin önemli bir kısmında Robert Dahl’ın demokrasi yerine geçmek üzere önerdiği poliarşi kavramına yer verildiğini bilmektedir. Dahl, Poliarşi: Katılma ve Muhalefet (
Polyarchy: Participation and Opposition) başlıklı ünlü eserinde gerçek demokrasiler yerine geçmek üzere önerdiği poliarşinin muhalefet (
opposition) ve katılma (
participartion) şeklinde iki boyutu olduğunu belirtmektedir. Yazara göre muhalefet boyutu serbest, dürüst, düzenli aralıklarla gerçekleştirilen, örgütlenmiş bir yarışmanın varlığını gerektirmektedir. Katılma boyutu ise hemen hemen tüm yetişkin vatandaşların oy verme ve iktidar için yarışma haklarına sahip olmalarını gerektirmektedir.
[2]
Poliarşinin muhalefet ve katılma boyutlarının yeterince güçlü olması için aşağıdaki sekiz unsurun varlığı zorunludur:
“1. Örgüt kurma ve bunlara katılma hürriyeti,
- İfade hürriyeti,
- Oy verme hakkı,
- Kamu görevlerine getirilebilme hakkı,
- Siyasal liderlerin seçmen tercihini kazanmak için yarışabilme hakkı,
- Değişik haber alma kaynaklarının varlığı,
- Serbest ve âdil seçimler,
- Hükümet politikalarını oylara ve diğer tercih belirtilerine dayandırmak için gerekli kurumların bulunması.”[3]
Görüldüğü gibi Dahl’ın poliarşi için zorunlu gördüğü unsurlardan neredeyse tamamı, şu veya bu ölçüde ifade hürriyetiyle veya bu hürriyetten doğan diğer haklar ve hürriyetlerle ilişkilidir. Bu ise inceleme konumuz olan Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 29. maddesinin ifade hürriyetini yok etmek yanında demokrasinin katılma ve muhalefet boyutlarını da ortadan kaldırdığını göstermektedir. Bu hüküm yürürlüğe girdiği takdirde basın ve yayın organları aracılığıyla veya bilimsel eserler yoluyla, izlenmekte olan politikaları asgarî düzeyde dahi eleştirmek mümkün olmayacaktır. Keza hiçbir sivil veya siyasal toplum aktörü, izlenmekte olan politikaları asgari düzeyde dahi eleştiremeyecektir. Bu yöndeki bir eleştiri, o sivil veya siyasal toplum aktörünün maddenin 2. fıkrası kapsamında ağırlaştırılmış olarak cezalandırılmasına yol açabilecektir. Daha açık ifade edersek bu hükmün yürürlüğe girmesinden sonra ifade hürriyeti, ancak iktidar blokuna mensup olanlarla onları kayıtsız ve şartsız destekleyenlerin bu çevreye hizmet veren trol ordularının hürriyeti olacak; bunlar dışındaki toplum kesimleri içinse ceza yargılamasının yolu açılacaktır.
Teklifin 29. maddesi, ifade hürriyeti yanında bu hürriyetten doğan ve demokratik bir anayasa düzeninin aslî unsurları arasında yer alan basın hürriyeti, bilim ve sanat hürriyeti, eleştiri ve muhalefet haklarını da ortadan kaldırmaktadır.
Siyasi partileri diğer sivil toplum kuruluşlarından ayıran faktör, bu yapıların iktidar yarışına katılmalarıdır. Bu nedenle siyasi partiler, iktidarın izlediği politikaları eleştirdikleri, bu politikaların alternatifini ürettikleri sürece varlık nedenlerinin gereğini yerine getirecektir. Oysa teklifin 29. maddesinin 2. fıkrası, “örgüt faaliyeti” ifadesinden söz ederken siyasi partileri de kapsamaktadır. Böylece bu hüküm karşısında siyasi parti üyeleri, iktidar politikalarını eleştirdikleri takdirde teklifin 29. maddesinin 2. fıkrası kapsamında ağırlaştırılmış cezaya mahkûm edilmesi gereken failler olacaktır. Oysa Anayasamızın “Parti Kurma, Partilere Girme ve Partilerden Ayrılma” başlıklı 68. maddesi, 2. fıkrasında
“Siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.” hükmüne yer vermektedir. Anayasa Mahkemesi de kararlarında bu hükmü şöyle yorumlamıştır:
“Genel ve eşit oy hakkı çoğulcu, katılımcı kurallar ve kurumlar düzeni olan çağdaş demokrasilerde, yurttaşların devlet yönetimine katılmalarının temel koşuludur. Bu yolla söz sahibi olup etkinlik kazanma olanağı elde edilirse de kişilerin ayrı ayrı güçleriyle sonuç almaları güçtür. Bireysel iradeleri birleştirip yönlendirerek onlara ağırlık kazandıran özgün kuruluşlara gereksinim duyulmuştur. Bu kuruluşlar, dağınık siyasal tercihleri birleştirip açıklık ve güç sağlayarak devlet hizmetlerini daha yararlı kılmak, hak ve özgürlükleri güvenceye bağlayarak toplumsal barışı güçlendirmek, anayasal ilkeler doğrultusunda kamuoyu oluşturarak ulusal yaşama daha çok aydınlık getirmek yönünden vazgeçilmez öneme sahip olan siyasal partilerdir.” (E. 1993/3, K. 1994/2, k.t. 16.06.1994,
AMKD, Sayı 30, Cilt 2, s. 1184)
29.maddenin 2. fıkrası, “örgüt faaliyeti” ifadesiyle siyasi partileri de kapsamaktadır. Böylece siyasi parti üyeleri, teklifin 29. maddesinin 2. fıkrası kapsamında ağırlaştırılmış cezaya mahkûm edilmesi gereken failler olacaktır.
Bu açıklamalar, teklifin diğer hükümleri bir kenara bırakılacak olsa dahi 29. maddesinin Anayasamızın değişmezlik izafe edilen 2. maddesinin içerdiği insan haklarına saygılı, demokratik devlet kavramlarını ihlâl ettiğini göstermektedir. Öte yandan teklifin bu hükmü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu maddeye ilişkin yerleşik içtihatlarını da ihlâl etmektedir. Bundan başka teklifin 29. maddesi, Anayasamızın 90. maddesine 2004’te eklenen Türkiye’nin taraf olduğu temel hak ve hürriyetlere ilişkin milletlerarası antlaşmaların kanunların üzerinde olduğunu düzenleyen hükmü de ihlâl etmektedir.
Nihayet teklifin 29. maddesi, Anayasamızın “Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması” başlıklı 13. maddesini de ihlâl etmektedir. Bu konuya müteakip yazımda değineceğim.
---
[1] Başvuru no: 5493/72, K.T. : 07.12.1976, Handyside v. UK, Çeviri: Osman Doğru.
[2] Ergun Özbudun, Anayasalcılık ve Demokrasi, Yetkin Yayınları, Ankara, 2019, s. 82.
[3] Arend Lijphart, Çağdaş Demokrasiler / Yirmibir Ülkede Çoğunlukçu ve Oydaşmacı Yönetim Örüntüleri, (çev.) Ergun Özbudun ve Ersin Onulduran, Yetkin Yayınları, Ankara, 1995, s. 12.