Yarın ödemeniz gereken ve sizin gücünüzü aşan birkaç fatura varken kimse mutlu olamaz. Bu yaşamak değil ki, tamamen “hayatta kalma” mücadelesidir. Barbie ve sosyal medyadaki sahte Barbie’ler bunlardan fersah fersah uzak oldukları için o yüzden mutlu gözüküyorlar.
Hemen bütün kız çocuklarının en büyük sevdası: Barbie. Çocukluğumda alınan her bebekle ne kadar mutlu olduğumu hatırlıyorum. Temmuz ayında gösterime girecek olan Barbie filminden evvel bu hafta biraz bu güzel sarışın kızımızı konuşalım isterim. Bu yazı bittikten sonra kendime yeni bir tane alsam mı acaba?
TAM Bİ’ PİYEMSES
Uzun sarı saçları, güzel mavi gözleri, kusursuz fiziği ile tek kelimeyle mükemmel bir kadın… Üstelik Barbie her yönüyle şanslı. Eğitimli, arkadaşlarıyla takılmak için koleje gidiyor ama derse girdiğini de henüz hiç görmedik. En iyi kolejden mezun olur olmaz, dolgun maaşlı iyi bir iş buluyor. Ama işe gittiğini hiç göremiyoruz… Lüks evleri, jakuzisi, kocaman giyinme odaları, yatı ve spor arabaları var. Kayaktan yogaya, bisikletten dalışa her sporu yapıyor. Ata biniyor. Kedi ve köpek annesi…Talihi bununla da sınırlı değil.
Ona çok aşık bir erkek arkadaşı var: Ken. O da Barbie’nin erkek versiyonu olarak tamamen kusursuz. Bu iki muhteşem varlık bir zaman sonra evlendiler, çocuk yaptılar. Ama evlilik hayatlarını da hiç göremiyoruz. Hiç kavga etmez bunlar. Didişmezler. Fizikleri bozulmaz. Canları sıkılmaz. Hayatı doya doya yaşarlar. Kimi zaman Avrupa tatilindeler, kimi zaman kampa giderler. Noel tatilinde kayak yapıp, sıcak şarap içerler, dağ evlerinde keyif çatarlar. Beverly Hills’teki lüks malikanelerinin havuzunda güneşlenirler. Sonuçta hayat bir yerden sonra tekdüze hale geliyor.
O zaman Barbie ve Ken hemen özel jetlerine atlayıp tropikal adalara kısa bir tatile gidiyorlar. Şunları yazarken bile gülümsedim. Ne güzel dünya ne güzel hayat… Ne göçmen sorunu var ne ödenecek faturalar ne işsizlik ne aç yatan çocuklar ne de daha da çok çalışmanızı isteyen patron. Şu sosyalistler yüzünden yüzümüz gülmüyor bir türlü. Halbuki bak Barbie’yle Ken’e mutlu mesut yaşıyorlar. İşiniz gücünüz yok, hep hayatın olumsuz tarafına bakıyorsunuz.
SARI SAÇ MAVİ GÖZ
Belki bazılarınız biliyorsunuzdur. Barbie markasının yaratıcısı Ruth Handler Polonya asıllı bir Yahudi’dir. Barbie’yi kendi kızı Barbara’dan, Ken’i ise oğlu Kenneth’den esinlenerek üretmiştir. Barbie’nin bu kadar muhteşem bir hayatının olması “Bir annenin evlatları için hayalini kurduğu bir hayat nasıl olur?” sorusunun cevabıdır herhâlde. Belki de çocukları dünyanın gerçeklerinden uzak tutmak için böyle mükemmel bir hayal dünyası yaratmıştır.
Elbette amacım Barbie’yi ne yüceltmek ne de yermek; sonuçta bir oyuncak bebek. Çok büyük anlamlar yüklemek gerekir mi? Bence hayır. Ama yine de senelerce bu firma cinsiyetçilik ve ırkçılık ile suçlandı. Özellikle Barbie’nin ve Ken’in kusursuz fizikleri çocuklarda tek tip ve Avrupaî bir güzellik algısı yaratmakla eleştirildi. Kendi adıma ben de mutlaka bunlardan etkilenmişimdir diye düşünüyorum ve Barbie’nin farklı ırklardan ve tiplerden yeni bebekler üretmesi bence de olumlu bir gelişme. Fakat bunun bütünüyle kötü niyetli olduğunu da düşünmüyorum. Sonuçta 1950’lerde beyaz Amerikalılar için üretilen bir bebek bu. Ancak günümüzde yeni tipte bebeklerin üretilmesi şartlara daha uygun oldu. Şimdi siyahi, kumral, esmer, balık etli, kısa boylu Barbieler de var. Yine de gerçek Barbie bunlar değil tabii ki.
Üstelik Barbie’nin hayatı zengin ve muhafazakâr beyaz Amerikalı hayatıyla örtüşüyor. Kadın erkek rollerinin geleneksel olduğu bir aile tipi söz konusu. Barbie yıllar geçtikçe muhteşem bir genç kızdan mükemmel bir anneye dönüşüyor. Bu konudaki eleştirilerin de şirket tarafından duyulduğu belli çünkü farklı mesleklerden Barbieler üretilmeye başlandı. Epey bir süredir Barbie sadece eğitimli bir ev hanımı değil, meslek sahibi modern bir genç kadın oldurulmaya çalışılıyor.
Toplumda böyle örneklerin de olduğunu göstermesi bakımından olumlu bir gelişme şüphesiz. Örneğin #ThankYouHeroes programıyla beraber itfaiyeci, doktor, hemşire, bilim insanı gibi farklı meslek sahibi bebekler üretildi ve bunların satışı üzerinden First Responders Children’s Foundation’a yardım dahi yaptılar. Bunun gibi pek çok değerli adım atıldı.
Sonsuza kadar bir kutuda saklayamayacağımıza göre çocuklarımıza bir Barbie hayatı hayali kurdurmayalım artık. Hem gerçekleri bilsinler hem de hayata güvensinler. Bu ikisi birlikte olabilecek bir şey.
Mesela kanser hastalarına destek olmak için kanserli Barbie, engellilere destek için engelli Barbie gibi bebekler üretildi. Bunlar üzerinden yardım kampanyaları düzenlendi. Belki ilk bakışta anlamlı olmayabilir yani “çocuklar alıp bununla mı oynayacak?” denilebilir ama hepimiz çocukken bebeğimizle özdeşlik kurduk, engelli veya kanserli bir çocuk için böyle bir Barbie’nin değeri mutlaka çok büyüktür. Aslında sorun Barbie firmasında değil, çağa ve değişen şartlara uyum sağlayıp, gelirinden ve ilişkilerinden toplumun bir kesimine pay çıkarabildiği için bence iyi de bir örnek sayılabilir, asıl mesele her gün cebimizde taşıdığımız sahte “Barbie hayatı”.
LÜKS TAKINTISI ve BALON HAYATLAR
Uzunca bir süredir sosyal medyada bizlere gösterilen aslında orada olmayan bir hayat tarzı var. Herkes lüks restoranlarda yemek yiyip, havuza girip, en popüler plajlarda güneşleniyor, en derinlikli kitapları okuyup, en muhteşem sanat filmlerini izleyip, en iyi dostlukları yaşayıp, en harika ilişkilerin kadını/adamı oluyorlar. Bunun tamamen yalan olduğunun farkındayız diye umuyorum. Bizim kuşağımızın Barbie üzerinden yediği golü, şimdiki ve bundan sonraki kuşaklar da sosyal medya yoluyla yiyecekler gibi gözüküyor. Yani bir hayal satılıyor.
Sosyal medyayı düzenli takip eden biri, toplumun ezici bir çoğunluğunun her sabah 5’te kalkıp meditasyon yapıp, orman meyveleri ve cevizle süslenmiş yulaflı yoğurt yediğine inanabilir veya antrenman öncesi mutlaka yumurtanın beyazı ile yapılan omlet ve avokado “benim için non-negotiable şekerim”. Öğlen saatinde “kol kaslarım için ufak bir antrenman” gibi şirinlikler yapıyoruz, öğleden sonra da kendimizi maviliklere bırakıyoruz. Akşam da erkek arkadaşımla positive vibes.
Bu insanlar neyin kafasını yaşıyor çok merak ediyorum. Öyle çok istiyorlar ki böyle yaşamayı. Oysa hepimiz biliyoruz ki hepsi sabah 8’de o sosyal medya hesabının işbirlikleri için bir veya birden fazla toplantıya girmek zorundalar, oradan oraya koşup yetişmeye mecburlar, yılda belki bir hafta on gün keyif yapıyorlar, o da ancak yılın geri kalan kısmında tempolu ve ciddi çalışırlarsa mümkün. Ama öyle çok inanıyorlar ki böyle yaşadıklarına ve biz de inanalım istiyorlar ki, insanın gülesi geliyor. Ayrıca böyle yaşasalar mutlu olacaklarını düşünüyorlar. Konu bu olmadığından bu kısmı tek cümleyle geçeceğim ama bu beyhude bir hedef; insan doğası gereği boş ve amaçsız yaşayamaz, yaşar belki ama mutlu olamaz. Gençlerimize hayatlarına bir anlam bulmayı öğretmemiz gerekiyor, hayatının anlamı para kazanmak dahi olsa bir anlamı olsun.
Şimdi diyeceksiniz ki “Hiç mi böyle yaşayan yok?”. Var, olmaz mı? Ama bütün dünya nüfusunun yüzde kaçı bunlar? Bu bahsettiğimiz insanların bir kısmı tatillerini hayatları gibi gösteriyor. Bütün hayatını böyle geçiren insan sayısı devede kulaktır. Bugün dünyanın en zengin insanlarının hayatlarına bakın hangisi 5’te kalkıp yulaf yiyor? Zaten onlar da hayatın böyle uzun bir rüya olmadığını bildikleri için zenginler.
“Mutluluk İşi” kitabını yazdıktan sonra bir seminer dizisi daveti aldım. Orada bir üniversite öğrencisiyle çok güzel bir diyaloğumuz olmuştu. Bana herkesin mutlu olamayacağını çünkü asgari şartlara sahip olmadığını söylemişti. Tamamen doğru bir tespit. Ben de ona “Mutluluk arayışı zaten belli şartları olan insanlar içindir çünkü diğerleri insanî şartlarda yaşamıyor ki böyle bir arayışı olsun” demiştim. Bu “ancak ve ancak zenginler mutlu olur” demek değil.
Belki şimdi asıl sosyal medyadaki sahte Barbie’leri gerçekleri anlatmaya itmek gerekiyor. Onları eleştirip, yaşadıkları hakikati göstermeye teşvik etmek gerekiyor.
Ama temel bazı maddi şartları haiz olmayan insanlar için mutluluk bir rüyadır ve bu insanlara bunu satmaya çalışmak en hafif tabiriyle terbiyesizlik oluyor. Yarın ödemeniz gereken ve sizin gücünüzü aşan birkaç fatura varken kimse mutlu olamaz. Bu yaşamak değil ki, tamamen “hayatta kalma” mücadelesidir. Barbie ve sosyal medyadaki sahte Barbie’ler bunlardan fersah fersah uzak oldukları için o yüzden mutlu gözüküyorlar. Oysa onca zenginliğe rağmen, Zuckerberg, Gates, Musk bile dünyanın gerçeklerinin ne olduğunun farkındalar.
HAYALLERİ YIKMAK
Peki bütün bunlar yanı başımızda olurken çocuklarımızı fanusta mı büyütmeliyiz? Onların morali bozulmasın, hayata karşı karamsar büyümesinler diye acıları, eşitsizlikleri, haksızlıkları, kötü olayları onlardan saklayalım mı? Bir felsefeci olarak ben çok küçük yaşlarda bunlardan bahsedilmesinin doğru olmadığını düşünüyorum. Belki biraz anlayacak yaşa geldiklerinde, anlayacakları şekilde ve çok da dramatik hâle getirmeden bahsetmeliyiz gibi geliyor bana. Çünkü artık saklanacak bir hâli de geçti bazı konular. Sonsuza kadar bir kutuda saklayamayacağımıza göre çocuklarımıza bir Barbie hayatı hayali kurdurmayalım artık. Hem gerçekleri bilsinler hem de hayata güvensinler. Bu ikisi birlikte olabilecek bir şey.
Dediğim gibi, aslında Barbie firmasına haksızlık yapılıyor. Çünkü kendilerini olabildiğince yenilediler. Yeni şartlara göre yeni hayat tarzları benimseyen Barbie kızları var artık. Rock yıldızı var, ressamı, veterineri var. Bahsettiğim sosyal sorumluluk projelerinde de farkındalık yaratılması için büyük çaba gösteriyorlar. Belki şimdi asıl sosyal medyadaki sahte Barbie’leri gerçekleri anlatmaya itmek gerekiyor. Onları eleştirip, yaşadıkları hakikati göstermeye teşvik etmek gerekiyor. Son zamlardan, Türk lirasının üzüntü verici halinden, muhalefetin yetersizliğinden, konut sorunundan, göçmenlerden hiç mi etkilenmiyor bu Barbie’ler?
Burayı terk edip Batı’ya göç edince paçayı kurtarmış mı olacaklar? Batı da şu anda göçmen sorunuyla, iklim kriziyle, kadına karşı şiddetle, işsizlikle, bizim gibi olmasa da ekonomik sorunlarla mücadele ediyor. Nereye gideceksiniz? Ben Barbie firmasına mevcut koşullar için bir fikir vermiş olayım. Mesela bir de devrimci Barbie yapsınlar. Biraz daha böyle giderse yok satar benden söylemesi.