Devleti ele geçirmenin dayanılmaz hafifliği
TÜGVA'yla ilgili belgeler devlet içinde aynı ideolojik kimliğe sahip “cemaatçi” bir kadrolaşma olduğunu söylüyor. Bunun yanlış olduğunu yakın geçmişte gördük. Şimdi bir kez daha şu soruya cevap aramamız gerek: Cemaatler –ve insanlar- neden ısrarla devleti ele geçirmek istiyorlar?
Toplumun ve siyasetin bu kadar zayıf olduğu bir ülkede devlet, ele geçirilmesi gereken bir güç odağı olarak algılanır. Türkiye'nin siyasete ihtiyacı var. Bunun yolu ise herkesin kendi gettosundan çıkarak kamusal alanda siyasete katılmasından geçiyor.
Geçtiğimiz hafta Metin Cihan, siyasi iktidara yakın vakıflardan biri olan TÜGVA’ya ilgili ortaya çıkardığı belgelerle önemli bir gazetecilik başarısına imza attı. Ortaya çıkan belgelere göre kamuya alınacak personelin TÜGVA referansı ile alındığı ortaya çıktı.
Vakıf yetkilileri belgeleri yalanlamak isterken, kabul ettiler. Hatta TÜGVA’nın Van eski İl Başkanı Tamer Özsoy, Twitter hesabından “Geçmişte TÜGVA’da yöneticilik yapmış biri olarak söylüyorum ne yazık ki hepsi doğru. ‘Vatan millet Sakarya’ diyerek neler yapılıyor neler. Bu daha bir kısmı” paylaşımında bulundu.
Mezopotamya Ajansı’na da konuşan Özsoy kamuda işe alımların; TÜGVA’nın kendi sistemi olan ve nüfus müdürlüğüne bağlı olduğu belirtilen ERP üzerinden yapıldığını ve “Bu sistem üzerinden, örnek veriyorum, kamuda bir yerde alım var. Bu alım tamamıyla TÜGVA’dan geçiyor. TÜGVA yapıyor. TÜGVA bir liste verince o liste geçerli oluyor. Millet Kütüphanesi’nde çalışan 700-800 kişi de tamamıyla TÜGVA merkezli giden kişilerdir” açıklamasında bulundu.
Bu belgelere göre yargı, emniyet, belediyeler, askeriye gibi kamu kuruluşlarına TÜGVA’nın kurduğu bu sistem üzerinden binlerce kişi alınmış.
Ancak hemen şunu ifade edelim ki, ortaya çıkan belgeler TÜGVA ile sınırlı olsa da siyasi iktidara yakın tüm vakıf ve derneklerde benzer bir referans siteminin işlediğidir.
YALANLAMA DEĞİL HAMASET
Ortaya çıkan bütün bu gerçeklere rağmen, TÜGVA yöneticileri ne yaptı?
Farklı illerde kıldıkları namaz sonrası, ortaya çıkan belgeleri yalanlamak yerine bütün bunların İslam’a, Müslümanlara yönelik bir kampanya olduğu türünden açıklamalarda bulundular. Sosyal medya hesaplarında bu yönde mesajlar paylaştılar.
Ortaya çıkan bu belgeler İslam’a ya da Müslümanlığa yönelik bir saldırıyı değil devlet içinde “cemaatçi” bir kadrolaşma olduğunu söylüyor. Bunun yanlış olduğunu yakın geçmişte gördük.
Sonuç olarak cemaatler, ortak dini, kültürel, etnik kimlik etrafında buluşan, dar ya da geniş toplumsal gruplardır. Toplumsal grupları “cemaat” yapan, üyelerinin arasındaki informel dayanışma ağının varlığıdır.
Aralarında esnek bir dikey hiyerarşi, güçlü bir yatay bir dayanışma vardır. İbadetlerinden sosyalleşmelerine, kültürel tercihlerinden siyasal davranışlarına kadar büyük oranda ortak hareket ederler.
NEDEN DEVLETİ ELE GEÇİRMEYE ÇALIŞIYORLAR?
Ortaya çıkan belgeler bize bir kez daha şu soruya cevap aramamız gerektiğini hatırlatıyor; Cemaatler –ve insanlar- neden ısrarla devleti ele geçirmek istiyorlar?
Devletin bu kadar güçlü, toplumun ve siyasetin bu kadar zayıf olduğu ülkede doğal olarak devlet, ele geçirilmesi gereken bir güç odağı olarak algılanmaktadır.
Devlete sızıp onu ele geçirerek hem kendi cemaatlerinin iktidarını kurmak hem de toplumu kendi kültürel kimliğine göre yukarıdan aşağıya şekillendirmek, dönüştürmek istiyorlar.
Cemaatlerin temel yanılgısı budur. Çünkü en demokrat iktidarın bile devlete eklemlenince otoriterleşmesi kaçınılmazdır.
Cemaatler, özel alanda kendi dünyalarını yaşarken, kamusal alanda karşılaştıkları sorunları diğer cemaatlerle işbirliği yaparak yani siyasallaşarak değil, devleti muhatap alarak çözmeye çalışmışlardır.
Siyasi iktidar bu gerçeğin farkında olduğu için, sadece içinden geldiğinden değil, sosyolojik bir gerçek olarak dinsel cemaatlerle taşıyıcı koalisyonlar kurmak dışında, siyaseten çıkar ortaklığı yaptığı farklı sosyolojik toplumsal grupları temsil eden partilerle de adını koymadığı koalisyonlar kuruyor. Geçmişte de bunu yaptı. Bugün değişen sadece ortak/lar/ın kendisi. Zihinsel süreklilik devam ediyor.
TÜGVA yöneticilerinin gerçekleri delillerle yalanlamak yerine bu gerçekleri ortaya çıkaranları, başka gerçekleri ortaya çıkaranları öteki, işbirlikçi, gayri milli ilan etmesi şaşırtıcı değil. Sonuçta siyasi iktidar da aynısını yapıyor.
Bu tepkilerin siyasal anlamı bizatihi siyasetsizliktir.
Oysa Türkiye’nin içinde olduğu dönemde en çok siyasete, siyaset yapanlara ihtiyacı var. Türkiye’nin üzerine giydirilmek istenen bu siyasetsizlik gömleğine itiraz ederek yeni bir siyasallaşmaya ihtiyacı var.
Bunun yolu ise herkesin kendi cemaatsel gettosundan çıkarak kamusal alanda siyasete katılmasından geçiyor. Yani devleti değil toplumu referans alan bir siyasallaşmadan. Bu ortak siyasallaşma, aynı zamanda toplum olma yolunda da iradi olarak atılmış ilk büyük adımdır da.
Muhalefet partilerinin birbiri ile konuşabilmesi, ortak kararlar alabilmesi bir önceki yazımda ifade ettiğim gibi siyasetin keşfedilmesi kadar bu siyasallaşmanın kurumsallaşması ve toplumsallaşma açısından önemlidir.