Devlete din giydirilmesine muhafazakârlar da itiraz etmeli

Abone Ol
Bu tartışmaya muhafazakârların kaygıları nedeniyle uzak durmanın bizatihi muhafazakârlara kötülük olduğu da görülmelidir. Yazarlarımızdan Ayşe Baykal’ın önceki gün “Okul öncesi çocukların Kur’an eğitimi… başlıklı yazsına farklı kesimlerden, farklı tepkiler geldi. Bunların içinde eleştiri de vardı, destek de. Şunu ifade ederek başlamak istiyorum. Politikyol’da olabildiği ölçüde farklı kesimlerden, farklı düşünen ama söylediği söze güveni olan kalemlere sayfamızda yer veriyoruz. Çünkü fikri ve sözü güçlü kılanın, onu yok saymak, bastırmak ve görmezden gelmek değil, bilakis tartışmak olduğuna inanıyoruz. Gelelim Baykal’ın yazısına. Baykal, geçen hafta CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel’in 4-6 yaş grubu çocukların Kur’an eğitimiyle ilgili; “Çocukları bütün dünya nasıl yetiştiriyorsa öyle yetiştirmek varken bir Orta Çağ zihniyetine yönelmenin, bunu kurumsallaştırmaya çalışmanın ne bu Cumhuriyet'e ne bu millete faydası var ne de bunun Anayasa'ya uygunluğu var. Eğitimde birlik var, bunun kanunu var. Diyanet okul öncesi eğitim birimleri kuruyor. Okul öncesi eğitim Diyanet'in işi mi Milli Eğitim'in işi mi? Sübyan mekteplerini kurmuşlar, kurumsallaştırmayı zorunlu yapmaya çalışıyorlar.” açıklamasına cevap yazdı. Baykal özetle yazısında temel pozisyonunu; Devlet, okul öncesi çocuklarının dini eğitim almasını isteyen ailelerin de çocukların dini eğitim almasını istemeyen ailelerin de taleplerini dikkate almak durumundadır. Ve hiçbir aile bu taleplerinden dolayı kendini suçlu hissetmemelidir. Bu ne cumhuriyetimiz ne demokrasimiz için ne de milletimiz için tehlikeli bir durumdur.   Tehlikeli olan, bunu hangi çatı altında ve hangi şartlarda yapacağımızı konuşamıyor olmamız ve bu meselenin siyasi polemik konusu olmasıdır. … Gelişmiş dünya ülkelerinin aştığı bu durumu neden aşamadığımızı hakikaten anlayamıyorum.” sözleriyle açıklamış ve okul öncesi çocukların kuran eğitimi almasını savunmuştu. Ayşe Baykal’ı destekleyen bir değerlendirme de CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’ndan geldi. Kılıçdaroğlı CHP’li muhabirlerle buluşmasında konuyla ilgili olarak; “… Diyanet’in bu çerçevede çocuklarımıza, isteyen ailelerin çocuklarına Kuran’ı öğretmesi kadar doğal bir şey yoktur. Siyaset, inanç ve kimlik alanlarına asla girmemeli. Anayasa’nın 24. maddesinde de bu açık ve net belirtiliyor. Gerçekten de Kuran kurslarının annelerin babaların güven içinde çocuklarını gönderebileceği mekanlar olması gerekiyor. İnsanlar inançlarını çocuklarının öğrenmesini isteyebilirler. Bunun AKP ve MHP tarafından siyasete malzeme edilmesini de doğru bulmuyorum. Görüşümüz, partinin görüşü de budur.” Açıklamasında bulundu. Bu açıklama Özel’den farklı düşündüğü anlamına da geliyor. Ancak ben, konunun Baykal ve Kılıçdaroğlu’nun ifade ettiği gibi olduğunu düşünmüyorum. Neden mi? Kabul edelim ki, gerek Baykal’ın gerekse Kılıçdaroğlu’nun ifadeleri,  olması gereken üzerinde okunduğunda tartışılabilir. Ve bu tartışma yararlı da olabilir. Ancak bugün için sorunumuz ülkenin içinde olduğu sorunlar olması gerekenden hayli farklı. Yani olması gereken dönemde yaşamıyoruz. Türkiye’de toplum yukarıdan aşağıya iktidarın içinden geldiği kültürel kimliğin referans alındığı bir dönüşüm sürecinin içinde. İzlenen kamusal politikalar, Milli eğitim, medya ve Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) bu dönüşüm sürecinin en işlevsel araçları. YANET‘İN ÖZEL MİSYONU Konumuz bağlamında ele aldığımızda DİB’in bu süreçte özel bir yeri olduğu da açıktır. Tek başına varlığıyla laikliğin ihlali anlamını taşıyan DİB, son yıllarda kamusal görünürlüğünü iktidar aracılığıyla arttırmıştır. İktidara yönelik ahlaki temelli pek çok tartışmada (yolsuzluk, rüşvet, faiz vs.) ise iktidarın siyasal tercihlerini meşrulaştıran modern şeyhlüslam” işlevi görmektedir. Bu açıdan DİB, iktidarın içinden geldiği dini yorumu sadece devlet değil toplumsal düzlemde benimsenmesinin özel aracıdır.
Unutmayalım ki muhafazakârlar içinde din ve vicdan özgürlüğünün garantisi ideolojik değil laik devlettir.
İktidar, AİHM’nin verdiği zorunlu din dersinin kaldırılması kararını görmezden gelirken; ilk öğretimde toplumdaki farklı din ve inançların sembolik görünürlüklerine karşı herhangi bir özgürlük sağlamazken; İslami görünürlüğün sembollerinden biri olan başörtüsü serbest bırakabiliyor. Tartışmanın pedagojik ve teolojik tarafını bir kenara bırakırsak; ilk öğretimde çocuklara başörtüsü serbestisi tercihi bile devlete “resmi din” dayatmasıdır. Bütün bu gerçekler ortadayken, DİB’in okul öncesi çocuklara din eğitimi vermesi salt bir din eğitimi olmadığı açıktır. Bu yüzden bu eğitime mevcut koşullarda itiraz etme siyaseten doğru olandır. Ve mevcut koşullarda siyaseten önceliğimiz karşı karşıya olduğumuz mikro alanda çocukları pedegojik olarak korumak; makro düzeyde de devletin laikliğini sağlama hedefi olmalıdır. Devletin kamuda var olan tüm inanç ve inançsızlıklara eşit mesafede olduğu laikliği sağlamadan; mevcut hali ile DİB verdiği her eğitim iktidarın siyasi hedefine hizmet etmekten başka işe yaramaz. Hele hele bu tartışmaya muhafazakârların kaygıları nedeniyle uzak durmak bizatihi muhafazakârlara kötülük olduğu da görülmelidir. Unutmayalım ki, muhafazakârlar içinde din ve vicdan özgürlüğünün garantisi ideolojik değil laik devlettir. Bu yüzden devlete din giydirilmesine muhafazakârlar da itiraz etmelidir. Ayşe Baykal yazısının sonunda haklı olarak; “Gelişmiş dünya ülkelerinin aştığı bu durumu neden aşamadığımızı hakikaten anlayamıyorum.” şeklinde yakınıyor. Bunun nedenini bizatihi yazısında Baykal; “Tehlikeli olan, bir siyasi partinin ülkenin çocuklarının dindar olması veya olmaması ile ilgili hedefleri ve söylemleridir.” satırlarıyla bize sunuyor.