Devlet kapasitesi”[1] bir ülkenin gidişatını ve geleceğini anlamak için başvurulan önemli kavramlardan biri.
Geniş ve muğlak anlamıyla şöyle tanımlanabilir. Bir devletin temel görevlerini yerine getirmek, gereken kaynakları sağlamak, kendi varlığını ve meşruiyetini korumak, ve bu doğrultuda iç ve dış politika yapmak gücü.
Peki geçen hafta Altındağ ve Bozkurt’ta yaşananlar, Doğu sınırımızdaki yeni göç dalgası ve tartışılanlar Türkiye’de devlet kapasitesi açısından ne anlama geliyor? Geleceğimiz, demokrasiye geçiş, refaha ve toplumsal huzura kavuşma umudu ve bunlar için muhalefetin izlemesi gereken yol hakkında bize neler anlatıyor?
Altındağ ve Devlet Kapasitesi
Altındağ’da yaşananlar..
Ülkenin başkentinde yüzlerce “adaleti kendi eline almış” zorba ve yağmacı (devletin onayıyla burada bulunan ve ülkemize sığınmış) göçmenlere[2] ait dükkanlara saldırıyor ve yağmalıyor.. Faillerin gerekçelerinin ne olduğu ayrı bir araştırma ve tartışma konusu. Uyguladıkları (bir pogroma dönüşebilecek) yasa dışı bir şiddet.
Güvenlik güçleri bunu engelleyemiyor, engellemiyor veya çok geç engelliyor. Yani görevini yapamıyor, yapmıyor veya geç yapıyor. Bu şiddet olaylarının güvenlik güçleri açısından beklenmedik sayılması mümkün değil. Hükümetin yıllardır uyguladığı iç ve dış politikaların veya politikasızlıkların sonucunda oluşan ortam kamuoyunun malumu. Ülke uzun zamandır göçmenler konusunda bir gerilim içinde. Dolayısıyla bir kavga sırasında bir gencimiz yabancı uyruklu bir sanık tarafından öldürülünce bu tür tepkilerin çıkması (veya birileri tarafından çıkarılması) öngörülebilir bir olay.
Tüm bunlar hemen devlet kapasitesi sorusunu gündeme getiriyor. Çünkü toprakları üzerinde meşru şiddet tekeline sahip olmak ve herkesi gayrımeşru şiddetten korumak, koruyabilmek, modern devletlerin en temel iddiaları ve vaatleri arasında.. Devletin yerine getirmesi gereken bir görev.
O zaman Altındağ’daki öngörülebilir ve gayrımeşru şiddet, Türkiye’de devlet kapasitesinin çöktüğü veya en azından zayıflığı anlamına mı geliyor?
Hayır.
Nereden biliyoruz? Çünkü diyelim ki üç çevreci, öğrenci, ev kadını veya köylünün canlarına bir şeyler tak ediyor ve bir bildiri okuyalım, derdimizi anlatalım diyorlar.. Bırakın planlı son derece anlık bir kararla sokağa çıkıyorlar.. Devletin bundan anında haberi olabiliyor.. Üç yüz polis hemen başlarında bitebiliyor ve zor (şiddet) kullanarak engel olabiliyor. Bu gücü ve kapasitesi var.
Demek ki devlet kapasitesi var ama yanlış yönde kullanılıyor.. Suistimal ediliyor.. Yönetenlerin tercihiyle vatandaşı ve anayasal haklarını değil iktidarın bazı siyasal çıkarlarını korumak için kullanılıyor.
Devlet her toplantı, gösteri ve diğer toplu hareketi engelleyebilecek istihbarat, bilgi ve şiddet kullanma kapasitesine sahip.
Ama hükümet devletin bu kapasitesini yasa dışı şiddet kullanımını durdurmak için yeterince kullanmıyor. Bundan çok daha fazla, anayasal ve meşru ama iktidar koalisyonunun hoşuna gitmeyen hakları kısıtlamak için kullanıyor
Gene anayasal bir hak olan haber alma özgürlüğünü işine gelmeyen olaylarda kısıtlamak ve manipüle etmek için kullanıyor. İktidarımı sarsacaksa yangın da sel de olmamıştır, sadece söndürülmüş ve durdurulmuştur diye buyuruyor.
Her bir “kodaman” iktidar mensubunu yüzlerce hatta binlerce polis, istihbarat görevlisi, hatta helikopter vs. devamlı takip ediyor, koruyor; devleti yönetenler elbette korunsun, ona itirazımız yok. Ama bu “koruma kapasitesi” aynı oranda ülkemize sığınanları, sağlık çalışanlarını, afetlere müdahale eden görevli ve gönüllüleri veya örneğin şiddet mağduru kadınları korumaya yöneltilmiyorsa.. O zaman burada antidemokratik ve kötücül bir siyasal tercih söz konusu.
Hükümetin bu siyasal tercihi meşru olabilir mi? Ona da Hayır.
Devlet vatandaş için var. Devleti yönetmek yetki ve sorumluluğuna sahip hükümetin tek meşruiyet kaynağı da bu. Yönetme yetkisi derken aman yıllardır ana iktidar partisinde mevcut bir yanılsamayı da pekiştirmiş olmayalım: devleti yönetme yetkisi sadece geçici bir süre için, yani mukadder[3] hükümet değişimine kadar geçerli. Çünkü burası bir cumhuriyet.
Dolayısıyla hükümet halka hiçbir devlet kapasitesinin kullanımında üzümü bana sapı sana diyemez. Yoksa meşruiyetini yitirir.
Bozkurt, Yeni Göç Dalgası ve Devlet Kapasitesi
Benzer şeyler Kastamonu’daki, şu ana dek resmi rakamlarla 71 insanın (ve kimbilir kaç diğer canlının) yaşamını alan seller, ve Doğu sınırlarımızdaki çoğu Afgan yeni göçmen akımı için de geçerli.
Devlet HES’lere kaynak bulmuş ama yapım sürecinde nedense hiç olumsuz ÇED raporu çıkmamış. Yasalara göre rapor zorunlu olduğuna, ülkede yeterli çevre mühendisi olduğuna göre belli ki ortada yine hükümetin yanlış siyasal tercihleri söz konusu.
Devlet “dere ıslahları” için de para ve insan kaynağı bulmuş. Ama alçak alanlarda sel tehdidini artıracak şekilde.
Keza geçmiş sel felaketi mağdurlarına ev yapmak için de kaynak ve mühendislik gücü bulmuş. Ama evleri gene bir önceki felaketin kaynağı olan aynı dere yataklarına yapmış.
E-devlet, uydular vb. kaynakları sayesinde kim nereye ev yapmış onu da bulabilir.
Tüm bu yanlışlardan kimin sorumlu olduğunu belirleyen yasalar da büyük ölçüde yapılmış. Yasalar uygulanabilse sorumlu hükümet hesap verecek ve yanlışlar düzeltilecek.
Ya sınırlarımızdan içeri akan Afgan göçmen trajedisi?
Bu konu salt güvenlik önlemleriyle çözülemez. Kapsamlı iç ve dış politikalar uygulamak gerekiyor. Dış politikada göçe neden olan sorunları kaynağında çözen uluslararası politikaları uygulamak elzem. Bunu yaparken maliyetinin orantısız şekilde Türkiye’ye ve insanımızın sırtına yüklenmesine izin vermemek gerekiyor.
Hükümet uzun süredir uyguladığı yanlış dış politikaların sonucu yalnızlığını aşmak çabasıyla Afganistan’da tehlikeli görevler üstleniyor. Bu, Türkiye devletinin zayıflığından kaynaklanmıyor. 1950’de Nato’ya katılmak için Kore’ye asker göndermemize de benzetilemez.
Bugün Türkiye zaten Nato’nun önemli bir üyesi ve güçlü bir orduya sahip. AB, ABD ve Rusya yanı sıra tüm bölge ülkelerinin iş birliği yapmak zorunda olduğu önemli ve büyük bir ülke. İsterse yurt dışında son derece karmaşık askeri operasyonlar düzenleyebiliyor. Uydusu ve İHA’ları yoluyla sınırlarında ne olduğunu bilebilir. Somali gibi birçok ülkeye yardım gönderecek kaynağa sahip (ama aynı kaynağı yangın söndürme uçağı almaya ayırmıyor, ki o da otoriter bir siyasal tercih). Suriye’nin PKK’ya desteği nedeniyle kötü ilişkiler sonrası 1998’den 2012’ye dek son derece iyi ilişkiler kurabilmesini sağlamış diplomatik deneyim ve esnekliğe sahip.
AB ülkeleri göç konusunda Türkiye ile çalışmak zorunda, hatta bu konuda panik hâlinde.
Buna rağmen neden kendi adımıza eşitsiz ve adil olmayan uluslararası iş birliklerine girmek zorunda kalıyoruz?
Meclise ve kamuoyuna demokratik hesap vermeyen otoriter bir hükümetimiz olduğu bilindiği için.. Gene hükümetin yanlış ekonomik politikaları sonucu acil dış kaynağa muhtaç kaldığımız bilindiğinden.. Hükümet yetkililerinin -- suç örgütü liderlerinin ifşaatlarında açıkça anlatılan ve yalanlanmayan – yolsuz ilişkiler içinde olduğunu ve dolayısıyla pazarlık gücünün zayıf olduğunu yabancı ülke hükümetleri de bildiği için.. Yani kişilerin zaafları ülkenin kuvvetini gölgelediği için..
İşte bu yüzden uluslar arası ilişkilerimizde adil, karşılıklı çıkar ve fedakârlığa dayalı iş birlikleri yerine eşitsiz roller üstlenmek zorunda kalıyoruz. Bedelini karar vericiler değil halk ödüyor.
Muhalefet ve Devlet Kapasitesi
Bir ülkenin devlet kapasitesi deyince buna demokratik ülkelerde muhalefeti de katmak gerekir.
Çünkü demokratik devletler eksik ve yanlışlarını alternatif hükümetler üreterek çözer. Bir hükümetin bozduğunu diğeri düzeltebilir. Muhalefet yönetim sisteminin ayrılmaz bir parçasıdır.
Muhalefetler alternatif politikalar düşünebildiği oranda.. Ve bu politikaları uygulayabilmesini sağlayacak yani iktidara gelmesini mümkün kılacak siyasal stratejileri üretebildiği oranda.. Devlet kapasitesi de yükselir denebilir.
Bu konuda Türkiye’de gerekli aklın olmadığını söylemek zor. Geçen haftadan birkaç örnek verelim mi?
Örneğin İkinci Yüzyıl Dergisi’nin üçüncü sayısı dış politikada oldukça kapsamlı önerilere yer vermiş.
İyi de muhalefet iktidara gelecek ve demokrasiyi yeniden ve daha sağlam inşa edecek stratejileri düşünemiyorsa, üretemezse bu önerilerin ne önemi var diye sorulabilir. Doğru. Bu önerilerin etkileri olamaz çünkü uygulama şansı da bulamayacaklardır.
Bu konuda Politikyol’da geçen hafta diğerleri yanı sıra dikkatimi çeken iki yazı çıktı.
Değerli meslekdaşım Yüksel Taşkın hocamız, konunun özünü, yani muhalefetin seçimi kazanabilmesi için sadece seçimi kazanmayı değil kapsamlı bir reform dönemini hedeflemesi gerektiğini yazmış. Bu konuda inandırıcı olabilmek için de ortaklaşılan konularda kapsamlı bir reform programında anlaşması ve açıklaması gerektiğini tartışmış. Ortaklaşılabilecek konuların varlığını örnekler vererek göstermiş. CHP’nin İkinci Yüzyıl Çağrı Beyannamesi’nden örnekler vererek. Bunları kendisinin yazması önemli çünkü aynı zamanda CHP Parti Meclisi üyesi ve Sosyal Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı gibi önemli bir görevi yürütmekte.
Değerli genç meslekdaşım ve öğrencim Nezih Onur Kuru ise, konunun seçim stratejileri boyutuna odaklanmış. Hükümetin muhalefeti bölme ve oyunun kurallarını antidemokratik yönde değiştirme girişimlerine karşı muhalefetin düşündüklerini ve düşünmesi gerekenleri somut veri ve dayanaklarla tartışmış.
Daha temsilî örnekler için çok daha uzun bir yazı gerekir.
Kıssadan hisse muhalefette alternatif politikalar ve stratejiler uzmanlık ve akıl var.
Tüm bunlar demokrasi ve kalkınma yoluna dönüş açısından ne anlama geliyor?
Ülkemizdeki sorunların çoğu zayıf devlet kapasitesinden çok devleti yöneten hükümetin krizinden ve tercihlerinden kaynaklanıyor.
Demokrasi, kalkınma ve toplumsal barış açısından bu umut verici.
Çünkü doğru bir programda uzlaşmış ve kayıkçı kavgalarından kaçınmayı başaran yeni bir hükümet, birçok sorunu beklenenden çok daha hızlı düzeltebilir. ,
Devlet kapasitesini dar ideolojik çıkarlar değil kapsayıcı kamu toplumsal çıkarlar, güvenlik ve demokrasi için ve israf etmeden kullanabilir.
Muhalefet açısından gereken bölünmemek, bir araya gelmek ve doğru adımları daha hızlı atmak. Çünkü devlet kapasitesini kötü yöneten ve israf eden hükümetin maliyeti günbegün derinleşiyor.
Elbette bu adımları atmayı zorlaştıran zaaflar da çok. Ve elbette yanlış yönetim devlet kapasitesini de eritiyor. Onları da tartışmaya ve çözüm önerilerinde bulunmaya ileriki yazılarda devam edeceğim.
[1] Bir kavramsallaştırma için bkz.: Joel S. Migdal, State in Society: Studying How States and Societies Transform and Constitute One Another. Cambridge: Cambridge University Press, 2001.
———. Strong Societies and Weak States: State-Society Relations and State Capabilities in the Third World. Princeton: Princeton University Press, 1988.
[2] Ülkemizdeki göçmenlerin yasal statüleri için bkz.: https://mirekoc.ku.edu.tr/tr/yayinlar/raporlar-ve-politika-notlari/ .
[3] Rejimde mündemiç (içkin) anlamında.