Loading...
Aktif kalitesi, sermaye yeterliliği ve faiz-kredi-döviz riskine ilişkin yanlış/eksik tespitler yapılırken, dile getirilen yorumlara konu olan yüksek kârlılığın taşıyıcısı konumundaki enflasyona endeksli kâğıtlar, bankaları destekleyici tek faktördür.Risk analizini içermeyen, geçmişi ve bugünü gerçekçi şekilde sunma özelliği dahi çok zayıf olan veri ve tablolardan hareketle bankacılık sektörünün durumunun çok iyi olduğunu belirten finans uzmanları da Türkiye’deki vade algısına uygun olarak 1 ayı geçmeyen zaman ufkuyla hareket etmektedir. Örneğin, son dönemde TCMB ve BDDK’nın aldığı makro ihtiyati tedbirler sonucu yapay olarak gerileyen tahvil fiyatları dahi bankaların lehine yorumlanmaktadır. Bu yorumun dayanağı ise son derece basittir. Bankalar yüksek düzeyde tahvil portföyüne sahiptir; faizler düştüğü için bu portföyden değer artış kazancı sağlanacaktır. Oysa bu gelişme, bir çeyrek dönem hariç, bankaların kârlılığı ve faiz riski bakımından vahim derecede olumsuzdur. Kamu kesiminin borçlanma maliyeti ise bir süreliğine düşecektir. Aktif kalitesi, sermaye yeterliliği ve faiz-kredi-döviz riskine ilişkin yanlış/eksik tespitler yapılırken, dile getirilen yorumlara konu olan yüksek kârlılığın taşıyıcısı konumundaki enflasyona endeksli kâğıtlar bankaları destekleyici tek faktördür. Diğer tüm gelişme ve kararlar bankalar aleyhine işleyen, damardan kalbe ve beyne doğru ilerlemekte olan virüslerdir. Elbette kredilerin belirli alanlara yönlendirilmesi ve seçilmiş sektörlerin desteklenmesi gibi amaçlar doğru ve yerindedir; ancak kullanılan araç ve yöntemler tamamen yanlıştır. Zaten politikaların amaçları her zaman için doğru ve kulağa hoş gelmektedir; ama esas mesele araç-amaç uyumu, zamanlama ve uygulamadaki disiplin ve tutarlılıktır. Öncelikle bankaların bu yıl içinde gerçekleştirdiği performansa, konumuzla sınırlı kalemler bağlamında, aşağıda yer verilmektedir. Yer kısıtı ve yazının hedefi bakımından sadece değişim tabloya yansıtılmıştır. Yüksek enflasyon nedeniyle ilgili büyüklüklerden TL olanların enflasyondan arındırılarak reel değişimleri de verilmiştir.
Yüksek kârlılığa karşın, 2022’de sektörün özkaynak kârlılığının %40-50 arasında bir noktada, enflasyonun altında kalması sermaye kaybını ifade etmektedir. Bu ise sektörün gelecekteki büyümesini, kârlılığını ve kredi potansiyelini sınırlamaktadır.Özkaynaklardaki büyüme elde edilen kârdan beslenmektedir. Menkul kıymetlere ait değerleme farklarından kaynaklanan artış da özkaynaklar içinde yer almakla birlikte, kârlılığın olduğu gibi bu kalemlerdeki artışın da sürdürülebilirliği bulunmamaktadır. Herhangi bir normalleşme adımı ya da krizi derinleştiren bir gelişme 1 yıl süresince banka kârlarında ve menkul kıymet portföyünde kayıplara yol açacak, bu durum mevcut enflasyon etkisine ilaveten özkaynakları eriten bir unsur olacaktır. Yüksek kârlılığa karşın, 2022’de sektörün özkaynak kârlılığının %40-50 arasında bir noktada, enflasyonun altında kalması sermaye kaybını ifade etmektedir. Bu ise sektörün gelecekteki büyümesini, kârlılığını ve kredi potansiyelini sınırlamaktadır. Bazı kesimler bankaların diğer alternatif yatırım araçlarına göre daha yüksek özkaynak kârlılığına ulaştığını belirtse de, bankaların hâlihazırda kârını etkileyen faktörlerin kısa sürede ortadan kalkabileceği ve tersine zarar yaratmaya başlayacağı (tahvil faizleri ve sorunlu krediler gibi) bilinmektedir. Yüksek kâr artış rakamları ile birlikte bankalar lehine sunulan %18’lik sermaye yeterliliği ve %2,5’luk takipteki kredi rasyoları ise; (-) döviz kurundaki değişikliğin ve negatif değerlemeye sahip menkul kıymetlerin sermaye rasyosu hesaplamasına dâhil edilme(me)si bakımından uluslararası standartlardan sapmaya cevaz veren metodoloji, (-) eriyen sermaye, (-) standartlara uyumda soru işaretleri taşıyan kredi sınıflandırması ve karşılıklar, (-) reel gelir ve satın alma gücünde aşınmanın yaşandığı ve reel ekonomide daralmaya doğru gidilen bir ortamda kredi kalitesinin gerçekte ne olduğu ve ne olacağı, (-) normalleşme ya da krizde derinleşme yolunda ilerlenmesinin hâlihazırda geçici olarak ulaşılan kârları ortadan kaldırması ve zarar yaratması gibi faktörler bankaların yakın vade görünümünü ciddi ölçüde bozmaktadır. Finansal tablolar ve bağımsız denetim raporları üzerinden banka bazında alınan sinyallere ulaşılabilmekle birlikte, bu rapor ve tabloların yetersizliğine ilişkin değerlendirmeler ayrı bir yazı konusudur. Ekonomi yönetiminin önemsediği reel sektöre daha fazla kredi kullandırılması yönündeki talep ise bankalar tarafından yerine getirilememektedir. Artan hammadde, enerji ve diğer girdiler nedeniyle işletme sermayesi ihtiyacı 2-3 kat artmış, resmî üretici fiyat endeksi yıllık bazda %145’e ulaşmıştır. Böyle bir ortamda TL kredilerde nominal %36, reel -%7’lik değişimler reel sektörün kredi bulma sıkıntısını teyit etmektedir. Bankaların kredi verme kapasitesini sınırlandıran faktörler; artan risklerden kaçınılması, özkaynakların erimesi ve sermaye yeterliliği rasyosunun sunduğu sınırlı alan iken, izlenen faiz politikası nedeniyle mevduat sahiplerine enflasyonun çok altında faiz ödenmesi de kredi verme imkânını daraltmaktadır.
Reel sektöre enflasyondan daha düşük faizle kredi verilmesi amacıyla mevduat sahibine düşük faiz ödenmesinin bankaların kaynak yapısında yarattığı sınırlama kredi kullandırmada soruna dönüşmektedir.Pasifin %60’ı, yabancı kaynakların ise %66’sı mevduat olup, mevduatı artıran başlıca faktör ise yeni mevduat girişi değil, mevduata ödenen faizdir. Bankaların yükümlülüğündeki artış (ödenen mevduat faizi nedeniyle mevduat hacminin artması da dâhil olmak üzere), ters okumayla, büyüme ve kredi artışına tekabül etmektedir. Kaynak artıkça, kredi verilebilir fonlar büyümektedir. Mevduata ödenen düşük faiz doğrudan kâr sağlar gibi yorumlanmamalıdır. Banka kârlılığında ana belirleyici, mevduata ödenen faiz değil, faiz marjıdır. Kredi talebinde bulunan kesimin talep ettiği kredi tutarı gerçek enflasyon oranında veya üretime kaynaklık eden girdilerdeki artışa paralel olarak artarken, mevduat faizinin %15 gibi düşük oranlarda olması, bankaların kaynak yapısını (kredi verilebilir fon miktarını) etkilemektedir. Dolayısıyla reel sektöre enflasyondan daha düşük faizle kredi verilmesi amacıyla mevduat sahibine düşük faiz ödenmesinin bankaların kaynak yapısında yarattığı sınırlama kredi kullandırmada soruna dönüşmektedir. Kredi maliyetinde avantaj sağlayan politika, kredi miktarında sınırlamaya yol açmaktadır. Düşük faiz oranlarından sunulabilen kredi miktarı ihtiyacının çok altındadır. Vitrinde sunulanın aksine, finansal yapıları zayıflayan ve daha da kırılgan hale gelen bankaların bu süreçte bir yandan mali yapılarının kuvvetlendirilmesi (zorunluluk), diğer yandan krizin faturasından daha yüksek pay alması (siyasi tercih) ekonomi politikalarının bir gereği olarak değerlendirilmelidir. Finansal yapılarında bozulmaya işaret edilen bankalara faturadan daha yüksek pay verilmesinin bir tezatlık değil, tersine mali yapının kuvvetlendirilmesiyle örtüşen bir politika olduğu, bankalara kesilecek faturanın kalemleri, büyüklüğü ve zamanlaması bir sonraki yazımızda izah edilecektir.