Depremin müsebbibi doğa mı?

Abone Ol
Yapıları kontrol etmek, imar yoğunluklarını bilimsel olarak saptamak gibi görevi olan belediyenin binası yerle bir olup, geriye tabelası kalıyorsa “tuz kokmuş” olmuyor mu? Şimdi soruyorum: Binalarımız çürük, neden yenilemiyoruz? Neden sık sık imar affı çıkartıyoruz?

Loading...

Tam bir felaket, bu yaşadığımız. Adıyaman ve Kilis hariç tamamı büyük şehir statüsüne sahip ve görece olanakları iyi iller, önce 7.7’lik, ardından da 7.6’lık deprem ile yerle yeksan olmuş durumda. Nedenini, adına deprem dediğimiz doğal afet olarak gösteriyorlar. Öyle mi? Bu yaşadığımız yalnızca doğal bir afet mi? Bu afetin insan kaynaklı bir tarafı olmadığı söylenebilir mi? Öncesini bir yana bırakalım; 1999, 17 Ağustos Gölcük Depremi, milat olarak alınırsa sonrasında yaşadığımız depremleri nasıl tarif edeceğiz? Van’da, Elazığ’da, İzmir’de yaşadıklarımız ve nihayetinde 6 Şubat’ta iki kez üst üste yaşadığımız depremlere doğanın tekerrürü mü diyeceğiz? DEPREMİ FELAKETE DÖNÜŞTÜREN KİM? Yok mudur bunun bir müsebbibi? Mehmet Akif, tarihten ders alma becerimizi, dört dizelik “Kıssadan Hisse” şiirinde özetlemiş; şöyle demişti: “Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? ‘Tarih’i  ‘tekerrür’  diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” İbret almadık ve felaketler tarihine geçen rekorumuzu egale ettik. Şimdi dövünüyoruz ama boşuna zira yaşadığımız “dijital çağın” hızı, muktedirlerin “tribün şovu” ile birlikte bu felaketi de belleklerimizin dip kuyusuna atacak ve yeni bir felaket yaşanana dek silip atacak. Unutmaya meyilli bir belleğe sahibiz çünkü… Bireyler olarak biz unutuyoruz da toplumsal bellek neden unutur? İzmir depreminden sonra yazdığım( https://www.politikyol.com/yuksel-isik-yazdi-yusra-bebek-neden-enkaz-altindaydi/ ) yazının girişinde bir La Fonteine masalı anlatmıştım. Şöyleydi o masal: Köpeğin biri, her gün sahibine yemek götürürmüş. Gözü kalırmış ama sahibine sadık bir köpek olduğu için dokunmazmış. Gene öyle bir gün, bir sokak köpeği yanaşıp, götürdüğü yemeği kendisine vermesini istemiş. Olmazlanmış sadık olan köpek; karşılıklı ısrar, kavgaya dönüşmüş. İkisi arasındaki hırlaşmayı duyan diğer köpekler de gelip sarmışlar sadık olanın etrafını.
Ders almadığımız için hayatın acı gerçeğiyle her karşılaştığımızda “şaşkın ördeğe” dönüşüyoruz. Tıpkı 6 Şubat günü yaşadıklarımız gibi.
MASALLARI UYUTMAK İÇİN KULLANAN KİM? Bakmış, pabuç pahalı; “baylar”, demiş; “yemeği veririm vermesine ama payımı isterim”. Önce ona vermişler yağlı bir kemik parçasını; ardından da diğerleri üşüşüp talan etmişler yemeği. La Fontaine, kentlerin talanına benzetir bunu ve şöyle tamamlar masalı: “Paralar şunun bunun sütüne emanettir; kâhyası, kethüdası er geç yükünü tutar. En akıllısı örnek olur ötekilere. Görülecek şeydir doğrusu bu adamların; yığınlarla parayı nasıl temizledikleri.” Masallar ne içindir? Biz çocukları uyutmak için başvururuz; oysa masallar, meseller, esasen ders alınmak içindir. O kadar alışmışız ki “uyutmak” işine; bütün bir toplumu “uyku sersemi” haline getireni, “iletişim dehası” olarak taltif ediyoruz. Ders almadığımız için hayatın acı gerçeğiyle her karşılaştığımızda “şaşkın ördeğe” dönüşüyoruz. Tıpkı 6 Şubat günü yaşadıklarımız gibi. Yapıları kontrol etmek, imar yoğunluklarını bilimsel olarak saptamak gibi görevi olan belediyenin binası yerle bir olup, geriye tabelası kalıyorsa “tuz kokmuş” olmuyor mu? Şimdi soruyorum: Binalarımız çürük, neden yenilemiyoruz? Neden sık sık imar affı çıkartıyoruz? İnsanlarımız bilinçsiz, neden anaokulundan başlayarak afet derslerini zorunlu hale getirmiyoruz? Niçin bilinçlendirme çalışmaları yapmıyoruz? Amacı, “can ve mal güvenliğini teminen, imar plânına, fen, sanat ve sağlık kurallarına, standartlara uygun kaliteli yapı yapılması için proje ve yapı denetimini sağlamak ve yapı denetimine ilişkin usul ve esasları düzenlemek” olan Yapı Kontrol Yasasını neden müteahhitlerin insafına bırakıyoruz? YASAYI MÜTEAHHİTLERİN İNSAFINA BIRAKAN KİM? Neden kâğıt üzerinde dört başı mamur görünen yasa ve yönetmelikleri, fiilen denetçinin patronuna dönüşen müteahhitlerin koruma kalkanı olmasına göz yumuyoruz? Deniyor ki “Deprem Yönetmeliğinden sonra yapıldığı halde yıkılan evlerin Müteahhitlerine ve o yapılara izin veren görevlilere acilen Yurtdışı çıkış yasağı konulsun”. Konulsun konulmasına da bu sadece içimizdeki öç alma duygusunu yatıştırır; oysa bizim amacımız “üzüm yemek mi, bağcı dövmek mi?” O halde ne yapılmalı? Önceliğimiz, akıl ve bilimi rehber kabul etmek olmalıdır. Her gün sallanan Japonya gibi akıl ve bilimi rehber kabul edip, imar yasasının ihlal edilmesini insanlık suçu kabul eder; yapı denetim sistemini müteahhitlerin elinde oyuncak olmaktan çıkartırsak, bu felaketlerin önüne geçebiliriz. Başta kent merkezleri olmak üzere yerleşim alanlarımızı yaşanabilir hale getirmek için önerimizi somutlaştıralım. Atılması gereken ilk adım, Yapı Kontrol ve Denetim Kurulu yahut Kurumu kurmaktır; tıpkı MYK(Mesleği Yeterlilik Kurumu) ve TÜRKAK (Türk Akreditasyon Kurumu) gibi. Yasa elden geçirilmeli; bir kurul ve kurum oluşturulmalıdır. Bu kurum aracılığıyla her yerde pıtrak gibi biten ve müteahhit kuruluşların insafına terk edilmiş yapı denetim ofisleri bu kurula bağlanmalıdır. Böylece hangi denetçinin hangi inşaatı denetleyeceğine fiilen denetçinin patronu haline dönüşen müteahhit değil, kamu karar vermelidir. Sesimi duyan var mı?