Loading...
Depremi siyasetle önleyebilir miyiz?
Pek çok alanda olduğu gibi depreme karşı önlem alınmıyorsa bunun nedeni “siyasetsizlik”tir. Siyaset depremi önlemez ama depremin öldürücülüğünü azaltır.
Önceki gece 04.08 yine korkunç bir depremle uyandık. Merkez üssü Düzce olan deprem, İstanbul’dan Ankara’ya, Bursa’dan Eskişehir’e kadar geniş bir coğrafyada hissedildi.
Gün ışıyıp Düzce’deki tabloyu gördüğümüzde; deprem konusunda alınması gereken hiçbir tedbirin alınmadığını bir kez daha gördük.
Evet gözler bir kez daha Düzce ve Gölkaya’da olacak, sonra bundan öncekiler gibi unutulacaklar. Unutulan sadece depremzedeler değil, deprem konusunda alınması gereken tedbirler de unutulacak.
Unutulacak çünkü tecrübe ile sabit.
Nitekim 17 Ağustos 1999 İzmit ve 12 Kasım 1999 Düzce depremlerinin üzerinden geçen 23 yıllık sürede deprem konusunda, ne devletin ne de siyaset kurumunun yapması gereken şeylerin çoğunu yapmamış olduğu gördük.
OYSA YOL HARİTASI BELLİ
Deprem konusunda bilim insanları yapılması gerekenleri defalarca söylediler, söylemeye devam ediyorlar. Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeği ile kırılması beklenen ve İstanbul başta olmak üzere pek çok ili etkileyecek Kuzey Anadolu Fayı’nın üreteceği “büyük” deprem öncesi yapılması gerekenler defalarca anlattılar.
Bu gerçeğe ragmen, uzmanların yaptığı hiçbir uyarısı karşılık bulmadı. Dahası hiçbir tedbir alınmadığı gibi, devletin mali kaynak ihtiyacından dolayı çıkarılan “af” düzenlemeleri ile var olan sorunlu yapılar bile “normal” vasfı kazandı. Bunun anlamı olası bir depremde zarar görecek bina sayısının devlet eliyle iradi olarak arttırılmış olmasıdır.
Oysa devletin, siyasetin, yerel yönetimlerin yapması gereken açık; fay hattı üzerinde var olan yapı stoğunun çıkarılması, ardından bu stokla ilgili yapılması gerekenleri yapmaktır.
Yani zemin etüdleri yapılarak daha sağlam zeminlere yeni yerleşimler inşa etmek ve yıkılması gerekenlerin yıkılarak depreme dayanıklı yeni binalar yapılmasıdır.
Kuşkusuz İstanbul ve başka illerde “kentsel dönüşüm” projeleri görüyoruz. Ama bunların çoğunluğunun da depremden korunma amaçlı olmadığını da biliyoruz.
Oysa depreme hazırlık için 1999’daki felaketlerden sonra “özel iletişim vergisi” adı altında deprem vergisi ödüyoruz. Bu süre içinde ne kadar para toplandı, bu paralar nereye harcandı, ne kadar depreme hazırlık için harcandı?
Bu soruların da cevabı yok.
Yine 1999 depremden sonra toplanma alanı ilan edilen pek çok yer, bu süre içinde yapılaşmaya açıldı. Belli yerlere konulan deprem konteynerleri yerinde durmuyor. Bunların akıbetini sorduğunuzda, yine işitmediğimiz hakaret kalmıyor.
YAŞADIKLARIMIZ NORMAL Mİ?
Açıkçası insan şu soruyu sormadan edemiyor; yaşanan bunca felakete, bu kadar uyarıya rağmen neredeyse hiç bir tedbirin alınmaması “normal” mi?
Normal şartlarda bu sorunun cevabı “normal değil” olurdu. Ama burası Türkiye ve bu sorunun cevabı ne yazık ki; “normal”. Çünkü Türkiye’de artık “anormal”in “normal”leştiği bir iklimde yaşıyor.
Anormalin, normalleşmesinin temel nedeni “siyasetsizlik”tir.
DEVLET/SİYASET TOPLUMU DİNLEMEZSE…
“Siyaseti” çok kabaca, toplumsal taleplerin karar süreçleriyle kesişip kamusal alanda çözülmesi olarak tanımlarsak; talep eden toplum ve çözüm üretecek siyasal aktör/ler/den bahşetmiş oluyoruz. Ve doğal olarak ikisi arasında doğal bir etkileşim ve diyalogdan.
İşte Türkiye’de sorun bu etkileşim ve diyaloğun olmamasıdır. Siyasetsizlik hali dediğim de tam da budur.
Dahası bu etkileşimsizlik, diyalogsuzluk hem devlet/siyaset-toplum arasında hem de siyasetin içindeki aktörler arasında var.
Açıkça bugün karşı karşıya olduğumuz siyasetin alanının yani siyasetin bizatihi siyasi iktidar tarafından daraltılması, yok edilmesidir.
Sorunun ikinci boyutu ise siyasal alandaki aktörlerin birbirleri arasındaki etkileşimsizliği ve diyalogsuzluğudur. Ve bu da ciddi bir sorundur. Yani merkezi irade ile yerel yönetimler arasındaki iletişimsizlik bu siyasetsiliği besleyen temel nedenlerden birisidir.
Sisyasi iktidar blokundaki partilerin, muhalefetteki partileri siyaseten “rakip” değil, siyasi “hasım” olarak görmesi, bu etkileşim ve diyaloğu baştan koparmaktadır.
Evet siyasi iktidar ile muhalefet partileri arasında elbette bir etkileşim ve diyalog kuşkusuz vardır ama; konu siyasal olana geldiğinde bu ortadan kalkmakta ve siyasal iktidar, iktidar olmanın tüm gücünü kullanmaktadır.
İktidarın muhalefet partilerini siyasi rakip değil, siyasi hasım olarak görmesi, sadece parti düzeyinde değil o partilerin yerel yönetimlerini de kapsamaktadır.
O noktada siyasal iktidara muhalefete ait yerel yönetimleri, valiler, il başkanlıkları aracılığıyla bypass etmekte ve işlevsiz kılmaya çalışmaktadır.
Bunu özellikle büyük şehirlerdeki deprem çalışmalarında, doğal afetlerde sık sık görmekteyiz. Örneğin İstanbul’da deprem ya da doğal afet olayları ile ilgili toplantılara İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı özellikle davet edilmemektedir.
Bu durum kaçınılmaz olarak alınması gereken tedbirlerde “ortak aklı” devre dışı bıraktığı için; alınan her karar tek taraflı ve doğal olarak eksik olmasına yol açmaktadır.
HAZIRLIK BAŞKA BAHARA…
Özetle Türkiye deprem başta olmak üzere doğal afetlere hazırlıklı değil ve olamayacak da.
Bunun temel nedenlerinden birisi bizatihi siyasetsizliktir.
Devlet/siyasetin toplumsal talepleri yok sayması gibi; siyasi iktidarın muhalefet partilerini, muhalefete ait yerel yönetimleri yok sayması siyasetsizliği derinleştirdikçe; deprem gibi, doğal afetler gibi ve son olarak yangın gibi afetlerde alınması gereken tedbirlerin alınmasına da engel olduğu açıktır.
Özetle deprem tedbirlerinin alınması da, yangınlara karşı tedbirlerin alınmasının yolu da siyasetten geçiyor.
Siyaset geleceğimize sahip çıkmak. Bunun yolu da sahada olmak ve talep etmek.
Siyaset, depremi önlemenin değil ama ama depremin öldürücülüğünü en aza indirmenin en etkili yoludur.