Bir analojiyle anlatmak gerekirse, demirden yapılmış at nalı şeklinde bir cismin iki kutbuna S ve N harflerinin yazılmış olması, onun (tıpkı bir tüzel kişilik gibi elle tutulur, gözle görülür olmayan bir) manyetik alan yaratabilecek bir mıknatıs olduğu anlamına gelmiyor.Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet payidar kalacağına çoğumuz gönülden inanırız ama bu, son dönemde hep gördüğümüz gibi, devletin bütün organlarının (kurumlarının) da ilelebet işlevsel kalacağı anlamına gelmez. Bir başka deyişle kapılarına asılı tabelalar bu kurumların ihtiyaç olduğunda tabelalarda yazılı görevi yerine getirebileceklerini garanti etmez. Nitekim biz son depremler sırasında, inşaatında kötü malzemelerin kullanımı ve yanlış yer seçimi dolayısıyla yıkılan hastaneleri; uyarılara rağmen pistleri (kim bilir hangi motivasyonla) fayların geçtiği zemin üzerine inşa edildiği için depremde kullanılmaz hale gelen havaalanlarını; bölgede konuşlandığı halde göçük altında kalan depremzedelerin kurtarılması faaliyetlerine destek vermeyen askeri birlikleri; aşırı merkezileştirilmiş ve yönetici pozisyonlarına atanan hokkabazların depreme hazırlıklıymış gibi gösteriş yapmak dışında bir işe yaramadığı anlaşılan AFAD teşkilatını gördük. Üstelik de bu işlevsizliğe deprem sonrası en kritik olan ilk üç günü başta olmak üzere bu kurumlara en fazla ihtiyaç duyduğumuz zamanlarda tanık olduk ne yazık ki. Enkazlardan kurtarılabileceği halde kurtarılamayan, birçoğu imdat çığlıkları ata ata ölen çoluk, çocuk, genç, yaşlı on binlerce insanımız devletin organlarının iflas etmiş olduğunu; o organların ve alt-dallarının binalarına astıkları havalı pirinç tabelaların, döşedikleri o şaşaalı ofislerin devletin varlığını icraat yoluyla kanıtlama yolunda hiçbir işe yaramadığını dehşet ve elem içinde gördü. Zaten bu kadar çok binanın enkaz-mezarlara dönüşmüş olmasından da Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı başta olmak üzere başka organlar sorumluydu. İnsanlar “nerede bu devlet” diye diye devlet organlarının bu çoklu yetmezlik haline isyan ederken, devletin bir başka organı olan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) insanların yardımlaşması için en kritik araçlardan biri hale gelmiş olan Twitter’ı kapattı. (Twitter’dan yardım çağrısı attığı sırada Twitter’ın kapatılmasından dolayı bu çağrıları ancak vefatlarından sonra duyulan insanların kan donduran trajik hikayelerini de hiç ama hiç unutmamamız lazım.) Uzun lafın kısası tabelaların “devletin varlığını” kanıtlayan bir işaret olmadığını en acı şekilde öğrendik. Bir analojiyle anlatmak gerekirse, demirden yapılmış at nalı şeklinde bir cismin iki kutbuna S ve N harflerinin yazılmış olması, onun (tıpkı bir tüzel kişilik gibi elle tutulur, gözle görülür olmayan bir) manyetik alan yaratabilecek bir mıknatıs olduğu anlamına gelmiyor. O bakıldığında mıknatıs gibi görünen cismin işe gerçekten işe yaradığını anlamak için yere düşüp dağılan iğneleri (gözle görünmeyen manyetik alanı harekete geçirerek) topladığını görmemiz gerekiyor. Mıknatıs gibi görünmesine rağmen etrafa saçılan iğneler üzerinde hiçbir etkisi olmadığını görmemiz halinde bu cismin “manyetik alanı yokmuş!” sonucunu çıkartmamız ne kadar normal ve beklenilir bir şeyse, bu işi yapması gereken ve tabelasında Türkiye Cumhuriyeti yazan kurumların enkaz altında kalan insanların imdadına koş(a)madığının fark edilmesinden çıkartılan sonucun “(işlevsel bir) devlet yokmuş” olması da o kadar normal ve beklenilir bir şey. Deprem öncesinde bütün enerjisini gösteriş ve neyi becerebileceklerine dair algı manipülasyonu yapmaya harcayan bütün o kurumlar, o kritik ilk günlerde ortalıkta bile gözükmeyerek bu isyan duygusunu bizzat kendileri yarattı. Üstelik aradan beş hafta geçtiği halde, depremzedelerin en acil ve zorunlu ihtiyaçlarını karşılamaktan bile acizler hala. Şovun karın doyurmadığını; iğneleri toplayacak manyetik alanı yaratmak için mıknatıs gibi gözüken bir at nalına değil, gerçek bir mıknatısa ihtiyaç olduğunu toplum olarak çok ama çok ağır bir bedel ödeyerek öğrendik ne yazık ki.
Şovun karın doyurmadığını; iğneleri toplayacak manyetik alanı yaratmak için mıknatıs gibi gözüken bir at nalına değil, gerçek bir mıknatısa ihtiyaç olduğunu toplum olarak çok ama çok ağır bir bedel ödeyerek öğrendik ne yazık ki.Sonuç olarak, gözle görülmeyen tüzel bir varlık olarak faaliyetlerini organları eliyle gerçekleştiren devletin yürütme organı, başka ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de hükümet –yani yukarıda bahsettiğim tabelaları asan bakanlıklar ile onlara bağlı kurum ve kuruluşlar. Türkiye Cumhuriyeti devleti kalıcı (ilelebet payidar) olan bir tüzel kişilik iken, bahsettiğim tabelaların asıldığı kurum ve kuruluşların isimleri, görev tanımları, yetki ve sorumluluk alanları, çalışanları ve daha da önemlisi, başlarındaki idareciler geçici. Ama son tahlilde devletin herhangi bir anda var olduğunun hissedilmesi, o sırada ilgili organların başındaki yöneticilerin duyulan ihtiyaca cevap verecek icraatı sergilemesine bağlı. Devletin varlığını, o icraatın başarısı yerine, eksikliğinin acısını en derinden hisseden insanların haykırışlarını bastırmaya, duyulmaz kılmaya çalışarak ispatlamaya kalkışmanın da en az o ihtiyaca cevap verememek kadar büyük bir hata ve tarihsel sorumluluk olduğu unutulmamalı. Engizisyon mahkemesinin “dünya dönmüyor” demesi için yaptığı baskıdan bunalan büyük bilim adamı Galile’nin “ben dönmüyor desem de dünya dönüyor” diyerek kaydettiği gibi, aksi yönde iddiaları baskı yoluyla söyletmeye çalışmak gerçekleri değiştirmiyor. Devletin muhtelif organlarının üstlerine düşen icraatı yap(a)madıklarını gören insanlar baskı ve tehditler yüzünden ‘devlet var(dı)’ demek zorunda bırakılsalar bile, 6 Şubat’tan bu yana geçen trajik sürecin ilk üç günü başta olmak üzere devletin olması gereken yerlerde ya hiç olmadığı ya yetersiz kaldığını hepimiz görüyor ve biliyoruz. Hatta son Urfa’daki sel felaketinde de görüldüğü gibi, zaten bir türlü yeterli sayıda temin edemediği çadırları temin ettiğinde de yanlış yere kurduran, kaş yapayım derken göz çıkartan devletin var olduğu yerlerde bile, bazen faydadan çok zarara yol açtığına da ibretle tanık oluyoruz. Bütün bunları kim ne kadar reddederse etsin, sonuçta güneş balçıkla sıvanmıyor.
Editör: TE Bilisim