Demokratik bir Türkiye için özgürlükçü bir basın yasası

Abone Ol
Haber alma hakkını sonuna kadar, eğmeden bükmeden yapabilmek için ihtiyacımız olan şey düşünce, ifade ve basın özgürlüğünün varlığıdır. Dört başı mamur bir biçimde tanımlanmış düşünce, ifade ve basın özgürlüğü yoksa yapılan gazetecilik değildir. Dün Çalışan Gazeteciler Günü idi. 212 sayılı yasanın kabulünden sonra oluşan olumlu ortamı anmak amacıyla 1971’den beri kutlanıyor. Kutlu olsun! Yasa, 10 Ocak 1961’de Resmî Gazetede yayınlanmıştı. Yasanın “Yazılı mukavele ve terfi esası” başlıklı 4. Maddesi şu içeriğe sahipti: “Gazeteci ile kendisini çalıştıran işveren arasındaki iş akdinin yazılı şekilde yapılması mecburidir. Mukavelede aşağıdaki hususların gösterilmesi şarttır: a) işin nev'i, b) Ücret miktarı, c) Gazetecinin kıdemi. İş nev'inin ve ücretin değişikliğinde mukaveleye derci mecburidir. İki yıl gazetede çalışmış olan gazeteci terfie hak kazanır. Terfi mukavelede tesbit edilen yüzde nispetinde yapılır.” Kabulü ve uygulanması o kadar da kolay olmamış; gazete patronları itiraz etmişti. Tarihimize “9 Patron Olayı” olarak geçen olaylar dizisi de böyle başlamıştı. FİKİR İŞÇİSİ OLMAK, ÖZGÜRLÜĞÜ SAVUNMAYI GEREKTİRİR Patronlar, yasanın zorunlu kıldığı yükümlülükleri kabul etmek istememiş ve üç gün boyunca sahip oldukları gazeteleri yayımlamayarak, haber verme hakkını boykot etmişlerdi. Mücadele kızışmıştı; patronların boykotuna, gazetelerin yazı işleri müdürleri karşı çıkmış ve yayınladıkları ortak bildiride şunları dile getirmişlerdi: “1- Gazetelerimizin kapatılması konusunda patronlarımız tarafından alınan kararı asla tasvip etmiyoruz. 2- Bu karara mesnet olarak gösterilen basınla ilgili kanunların patronlar tarafından belirtildiği şekilde ‘basının emsali görülmemiş bir tehlikenin içine aldığı,’ ‘temel hak ve hürriyetlerimizi kısıntıya soktuğu’ iddiasına iştirak etmiyoruz. 3- Bu kanunlardan basında çalışanlarla çalıştıranlar arasındaki münasebetleri düzenleyen ‘fikir işçileri kanunu’ sosyal adaletin gerçekleşmesinden başka bir netice sağlamayacak, hak ve hürriyetimizi kısmayıp bilakis garanti altına alacaktır.” (10 Ocak 1961 Cumhuriyet Gazetesi) (15 Ocak 1961 Cumhuriyet Gazetesi) Boykot süresince gazeteciler bir araya gelmiş ve “Basın” adını verdikleri bir gazete çıkartarak, mücadelelerini sürdürmüşlerdi.  Gerçekleştirdikleri sessiz yürüyüşlerinin haberini ise Yaşar Kemal yapmıştı. HABERCİLİĞİN MÜTEMMİM CÜZÜ, HABER ALMA HAKKIDIR O günden bugün köprülerin altında çok sular aktı. Teknoloji gelişti; gazetelere televizyonlar eklendi. Şimdi artık geleneksel medya olarak adlandırdığımız yazılı ve görsel medyanın yanına dijital yayıncılık da eklendi. Hepsinin ortak tarafı haberciliktir ve haberciliğin mütemmim cüzü, haber alma hakkıdır. Haber alma hakkını sonuna kadar, eğmeden bükmeden yapabilmek için ihtiyacımız olan şey ise düşünce, ifade ve basın özgürlüğünün varlığıdır. Dört başı mamur bir biçimde tanımlanmış düşünce, ifade ve basın özgürlüğü yoksa yapılan gazetecilik değildir. 212 Sayılı Yasadan sonra bu meslekte çok şey değişti; yasa çıktığında gazete patronları boykota gidince hemen her gazetenin yazı işleri müdürleri gazetecilik refleksi gösterip patronlarına karşı çıkmıştı. Şimdi ise medya kuruluşlarının başında, gazetecilikten bihaber yöneticiler var ve gazetecilik adına tüpçülük, madencilik gibi faaliyetleri kolaylaştıracak “bülten” çıkartıyorlar.
Türkiye, pek çok alanda olduğu gibi ne yazık ki düşünce, ifade ve basın özgürlüğü alanında da gerçeği eğip bükenlerin hâkim olduğu bir ülkedir. Ve klasik olduğu üzere belirtmek gerekir ki “kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz”.
Bülten diyorum; çünkü yapılan gazetecilik faaliyeti değil, patronlarının işlerini kolaylaştıracak şekilde haberin gerçeğini eğip büküyor ve bilgileri çarpıtmayı iş edinmiş bulunuyorlar. Öte yandan mesleğin hakkını vermek için mücadele eden gerçek gazetecilerin ise açlığa mahkûm edildiğini biliyoruz. Hâlen hapiste oldukları için mesleğini icra edemeyen pek çok gazeteci var.  İşsiz bırakıldıkları için mesleklerini icra etme hakları ellerinde alınanları, tüpçülerin ya da maden şirketlerinin elinde iktidarın bültenine dönüşen yazılı ve görsel medyada çalışmak zorunda kaldıkları için mesleklerini icra edemedikleri için içi kan ağlayanları yahut bu meslek artık yapılmaz deyip oralardan kopanları da unutmayalım. KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA… Gelelim sadede… Mücadele süreklilik gerektiren bir durumdur; dinamizm gerektirir. 212 Sayılı yasa, gazeteciler açısından bir dönüm noktasıdır ve dolayısıyla kutlanmayı hak eder. Ancak hepimiz görüyor ve biliyoruz ki genel olarak temel hak ve özgürlüklerde yaşanan aşınma, 212 Sayılı yasa başta olmak üzere habercileri ilgilendiren her düzenleme, artık işlevsiz haldedir. Türkiye, pek çok alanda olduğu gibi ne yazık ki düşünce, ifade ve basın özgürlüğü alanında da gerçeği eğip bükenlerin hâkim olduğu bir ülke konumuna gelmiş durumdadır. Ve klasik olduğu üzere belirtmek gerekir ki “kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz”. Önümüz seçim ve seçime doğru giderken, iki kutuplu hale gelmiş siyaset karşısında tarafsız olmamaları gerekenlerin başında haberciler gelmektedir. Eskiden söylenen “haber kutsal, yorum hürdür” ilkesine daha yüksek sesle ve daha güçlü bir biçimde sarılmak icap eder. Dolayısıyla topluma demokrasi ve özgürlük vaat eden altılı masanın hiç unutmaması gereken alanlardan birini de basın özgürlüğü oluşturmaktadır. Basın özgürlüğünü güvence altına almakla birlikte sayıları her geçen gün artan ve asıl işlevi eğitim süresi boyunca işsizliği ertelemek olan İletişim fakültelerinden mezun olanları da unutmamak gerekiyor. Örneğin İletişim Fakültesi mezunları nasıl Ziraat Mühendisliği yapamıyorsa başka meslek sahiplerinin gazetecilik yapmalarına sınırlama getirilmelidir. Demem o ki artık özgürlüklerle donatılmış ve meslek mensuplarının hak ve hukukunu koruyan yeni bir basın meslek yasasına ihtiyaç vardır. Yeni düzenleme, habercilerin başında salınıp duran “Damokles’in kılıcı” rolünü üstlenen engelleyici tüm yasal düzenlemeleri tarihin çöplüğüne gönderecek ve öngörüldüğü üzere sistemin demokratikleşmesine koşut bir habercilik yasası şarttır. Bu vesileyle belirtmek isterim ki artık yeni bir “Çalışan Gazeteciler Günü”ne ihtiyaç vardır. İşte o zaman, Nazım’ın dizeleştirdiği üzere “…fırlayarak yerimden penceremde demirlere yapışarak hürriyetin sütbeyaz maviliğine sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım ...” diyebilir ve basın tarihimizin dönüm noktalarından biri olan, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Gününü daha bir gönül rahatlığıyla kutlamış oluruz.