Demokrasi kişilerden vareste bir rejimdir

Abone Ol
Millet İttifakı, “her şeyi bilen” tek kişilik yönetimlerin aksine farklı toplumsal kesimleri aynı zeminde buluşturup, yan yana durulabileceğini göstermesi açısından farklı bir deneyime kapı aralıyor.

Loading...

31 Ocak, Anayasacılık tarihimizin önemli isimlerinden ve laiklik ilkesinin yılmaz savunucularından biri olan Muammer Aksoy’un katledildiği tarihtir. Muammer Aksoy, demokrasi ve laiklik savunusu yaptığı için 27 Mayıs’ı cezaevinde karşılamış; tahliye edildikten sonra elindeki dilekçeyle SBF’ye başvurmuştu. Özetle şunlar vardı dilekçesinde: “… Türkiye’mizin acil ihtiyacı, ‘Kamu Hukuku’ alanında bilgileri topluma hızla yayıp, toplumu demokratik müesseselerinin, hak ve özgürlüklerinin sahibi bilincine erdirmedir. Onun için Anayasa Hukuku kürsüsüne katılmak istiyorum.” Önceki gün, Millet İttifakı, Türkiye tarihinde iz bırakacak bir metni, kamuoyuyla paylaşınca aklıma geldi Muammer Aksoy. Tarih öyle bir hazinedir ki mücadele edenleri unutmuyor ve hiç ummadığımız bir zaman aralığında bizi o mücadeleci şahsiyetin izleriyle karşılaştırıyor. KİM UMUTLU KILACAK BİZİ? Millet İttifakı tarafından hazırlanan dokuz ana başlık ve 75 alt başlıktan oluşan ve adına “Mutabakat Metni” denilen belge, Aksoy geleneğinin izlerini taşıyor. Katilleri, o katillere tetik çektiren planlayıcıları ne kadar çabalarsa çabalasın, insanlığın geleceği için mücadele eden Aksoy’un izleri, ikinci yüzyılına hazırlanan Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği için mücadele edenlerin zihin derinliğine konumlandığını görüyoruz. Adaletten kamu yönetimine, yolsuzlukla mücadele ve şeffaflıktan istihdama, yenilikçilik ve dijital dönüşümden sektörel politikalara, eğitim ve öğretimden sosyal politikalara kadar söz konusu vaatlerin gerçekleşmesi halinde yüzyıl önce kurulan Cumhuriyet’in ulaştığı düzey, yeniden inşa edilebilir hale gelecek. Bu anlamıyla Millet İttifakının, Türkiye için bir umut kapısını araladığını görüyoruz. Nedir umut? Türkiye’nin yeniden ayağa kalkmasıdır; geleceğe dair motive olmaktır. Gerçekleşmesi zor ama “imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir toplum” inşa etmektir. Nazım’ın dizeleriyle söylemek gerekirse “…ve kendilerine teslim olmayan/ bir tek yeşil fidan/ ve hayat gibi umutlu bir tek insan bırakmamak için” toplumsal ve tarihsel birikimimizi yok etmek isteyenlere karşı zoru kolay kılmak, imkansızı mümkün hale getirmek için ihtiyacımız olan maniveladır umut… Millet İttifakı, bir vaatler silsilesiyle çıktı toplumun karşısına… Toplumun bu vaatleri sahiplenebilmesi ve söz konusu vaatlerin gerçekleşebilmesi, kurum ve kurallarıyla demokrasinin yeniden inşa edilebilmesine bağlıdır. Bizim toplumuzun yaptığı demokrasi tanımı, kitaplarda bulunmaz; “bizimkiler” için demokrasi, en kaba tarifiyle insanın insan yerine konması, haksızlığa karşı çıkılması demektir. Şair, “Memleketimden İnsan Manzaraları”nda, “bizimkiler”i şöyle tarif eder: Haksızlık İbrahim için diş ağrısı gibi bir düşmandır. Bir vatandaş uğrayınca haksızlığa İbrahim'in dişi ağrır.” Doğrusu, millet olarak “dişimiz ağrıyor” ve malum, “dil ağrıyan dişe değiyor”. KİM İYİLEŞTİRECEK BİZİ? Yani hep hissettiğimiz bir sorundur bu ve önceliğimiz, “dişimizi” kimin tedavi edeceğinde düğümleniyor. İktidar, yirmi yılı aşkın bir süredir, Erbakan’ın ifadesiyle “pansuman tedbirler” ile sorunumuzu geçiştiriyor ve biz neredeyse tarihimizde hiç olmadığımız kadar kökten çözüm potansiyeli taşıyoruz. Millet İttifakı, bu nedenle kıymetli bir duruş sergiliyor.
Doğrusu, “her şeyi bilen” birine değil, öykümüzün senaryosunu hakkıyla uygulayacak ve mutlaka her eğilimi hesaba katacak bir aktöre ihtiyacımız var.
Vaatlerini bir yana bırakıyorum; asıl fark, farklı bir yönetim tarzını benimsemiş olmasında açığa çıkıyor. Örnekleri az da olsa dünyada iz bırakan bir yöntemi deniyor; Millet İttifakı ve bu yöntem, “her şeyi bilen” tek kişilik yönetimlerin aksine farklı toplumsal kesimleri aynı zeminde buluşturup, yan yana durulabileceğini göstermesi açısından farklı bir deneyime kapı aralıyor. Neden mi? Bir mesel ile cevap verelim. Rivayet edilir ki tünediği dalda etrafı seyreden karga, önünden sekerek geçen kekliğin yürüyüşüne hayran kalmış. Azmetmiş; keklik gibi yürüyecekmiş. Başlamış egzersizler yapmaya fakat bir türlü aynısını yapmayı becerememiş. Çok üzülmüş ama yapacak bir şey de yokmuş; “en iyisi” demiş, “eski yürüyüş tarzıma geri dönmek”. Keklik gibi sekmekten vazgeçmiş. Vazgeçmiş vazgeçmesine ama bir de bakmış ki karga gibi de yürüyemiyor. Rivayet edilir ki karganın, kuşların en çirkin yürüyüşlü olması, hep bu özenti nedeniyleymiş. Kıssadan payımıza düşen hisse odur ki kendimiz olalım. Kendimiz olmanın şartı, insanlık tarihiyle muasır olan demokratik kurum ve kurallara savunmaktır. Tersi de doğru… KİM KURTARACAK BİZİ? Yani totaliter ve otoriter rejimler de neredeyse insanlık tarihiyle muasır ve eğer bugün evrensel olarak kabul edilen demokratik kurum ve kurallar varsa bunları biraz da totaliterliğin olumsuzluğuyla illiyede sahiptir. Değil mi ki “bir musibet, bin nasihatten iyidir”. İktidarın yirmi yıllık tecrübesi, bize yeniden demokrasinin anlam ve önemini kavrattı. Benzerleri tarihte vardı; örneğin İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransa’da kurulan Halk Cephesi böyle bir modelin ilk versiyonudur. İçinde faşizm karşıtı herkes vardır. Benzer bir deneyimi İtalya’da Zeytin Dalı ittifakında görüyoruz. Sonuçları açısından tartışmalı da olsa Nikaragua’da da benzer bir tecrübe gerçekleşmişti. Başarılı olabilirse bütün bu tarihsel deneyimlerin ışığında Millet İttifakı, Türkiye’de yeni bir işbirliğinin önünü açmış olacak. Önümüzde iki yol var; birincisi mevcuda benzer bir yönetim oluşturmak, ikincisi, herkesin eteğindeki taşı orta yere döküp, en uygun olanı içeren yeni bir model geliştirmek. Yakın tarihimiz, ilkinden sonuç alınmadığını kanıtladı. Buna rağmen eski alışkanlıkların nüksettiğini; sürecin gelip adayın kimliği noktasında düğümlendiğini görüyoruz. İktidara sahip olma, bir sağcı refleksi ve bizim buralarda pek çok şeyden daha önemli görünüyor. Bu nedenle ne açıklanırsa açıklansın, ilk olarak, “adayınız kim” sorusu soruluyor. Doğrusu, “her şeyi bilen” birine değil, öykümüzün senaryosunu hakkıyla uygulayacak ve mutlaka her eğilimi hesaba katacak bir aktöre ihtiyacımız var. Mücadele çizgisine saygı duyduğum Muammer Aksoy Hocamızın dikkat çektiği gibi “demokratik müesseselerinin, hak ve özgürlüklerinin sahibi bilincine” erişmiş bir toplum için Türkiye’nin çıkış yolu, demokrasidedir ve demokrasi kişilerden vareste bir kurallar bütünüdür.