Kutuplaşma sadece Türkiye’de değil dünyanın pek çok yerinde çeşitli sebeplerle giderek derinleşiyor ve kamusal demokratik gelişimi engelliyor. Siyaset bilimci Prof. Dr. Emre Erdoğan kutuplaşma ile mücadelenin Türkiye’deki pratiğini anlattı. Yaşadığımız günlerde, ne kadar iyi başarılı bir şekilde uygulandığı sorgulansa da var olan alternatifler içerisinde en iyi yönetim biçimi olduğuna inandığımız demokrasiye çok sayıda tehdit olduğunu görüyoruz. Bunların başında otoriter ya da yarı-otoriter liderlerin yükselişi, popülizmin küresel bir salgına dönüşmesi ve denge-denetleme aracı olarak işlev görebilecek ulusal ve uluslararası kurumların güçlerini ve itibarlarını kaybetmeleri geliyor. Küresel düzeyde düşündüğümüzde birçok bölgeyi yaşanılmaz hale getirmeye şimdiden başlamış iklim krizi; iç/dış savaşların ve iklim değişikliğinin tetiklediği kitlesel göçler; hepimizi uzun bir süre evlerimizi hapseden COVID-19 pandemisi ve bu pandeminin de etkisiyle artan toplumlararası ve toplum-içi eşitsizlikler; bildiğimiz demokrasiyi en arzu edilen sistem olmaktan çıkarıyor ve insanlara sahte bir güvenlik duygusu veren “demir eldivenli” yönetimleri cazip hale getiriyor. Uluslararası düşünce kuruluşu Freedom House’ın son raporuna göre 60 ülkede demokrasi gerilerken, sadece 25 ülkede iyileşme görülmüş ve çalışma kapsamındaki ülkelerde yaşayan her on kişiden sadece ikisi özgür olarak nitelendirilen rejimlerde yaşamını sürdürüyor. 2018’de bu rakam %40 imiş. Vatandaşların demokratik rejimden memnuniyet derecelerini uzun soluklu bir veritabanıyla ölçmeye çalışan Center for Future of Democracy araştırmasına göre de pandemiden önce bile demokrasiden memnun olmayanların oranı %60’ın üzerindeymiş ve araştırma kapsamındaki 67 ülkenin 30’unda demokrasiden memnuniyetsizlik artmış. Yine aynı kurumun araştırmasına göre demokrasinin işleyişinden memnuniyet açısından önemli bir nesil uçurumu bulunuyor, gençler yaşlılara kıyasla demokrasiden çok daha az memnunlar. Bu durumun önemli bir göstergesini geçtiğimiz Fransa genel seçimlerinde gördük, gençlerin yarısından fazlası sandığa gitmemiş. Bütün bu rakamlar bildiğimiz “liberal” demokrasinin artık en popüler yönetim biçimi olmaktan çıktığını gösteriyor; ki demokratik süreçlerin niteliğini tartışmadık bile. Francis Fukuyama’nın erken ve hatalı bir şekilde öngördüğü gibi tarihin sonu gelmiş olsa bile, bu sona eriş liberal demokrasinin zaferinden ziyade otoriter ya da yarı otoriter rejimlerin yükselişi gibi gözüküyor. Churchill’in zarif bir şekilde ifade ettiği üzere, “demokrasi en kötü yönetim biçimidir, şu ana kadar denediklerimizi hariç tutarsak.” ve bireyin kendi kendini gerçekleştirmesi için daha iyi bir alternatif henüz keşfedilmiş değil. Bu nedenle de demokrasi bahçemize musallat olan her türlü illet ile mücadele etmek de siyasal gündemimizin bir kısmını işgal ediyor. Sadece Türkiye’de değil, başta ABD, İngiltere ve Fransa olmak üzere birçok gelişmiş demokraside, Macaristan, Çekya ve Bulgaristan gibi gelişmekte olan demokraside de demokrasinin en önemli düşmanlarından biri kutuplaşma olarak görülmekte. Çoğunlukla yanlış değerlendirildiği üzere seçmenlerin siyasal konularda görüş ayrılıkların arttığı (konu bazlı) ya da sol-sağ ekseninde ayrıştığı (ideolojik) kutuplaşmadan bahsetmiyoruz, bu tür “antagonistik” bir bölünme demokrasi dediğiniz sistemin kendisine içkin; herkesin aynı fikirde olduğu bir siyasal rejim demokrasiden çok başka bir adı hak eder zaten. Bahsettiğimiz vatandaşlarının sırf diğer siyasal partiye oy veriyor diye diğerini sevmediği; sevmemekle kalmayıp onu “ötekileştirdiği” tür kutuplaşma, bizim verdiğimiz isimle “siyasal duygusal kutuplaşma”. Siyasal çünkü siyasal parti taraftarları arasında ve duygusal, çünkü insanların birbirlerini sevmemelerinden başlayıp önce ayrımcılığa daha sonra da insandışılaştırmaya kadar uzanan bir yolu açıyor ve birlikte yaşamamızı imkânsız kılıyor. Siyasal duygusal kutuplaşmanın hâkim olduğu böyle bir ortamda da bildiğimiz demokrasinin sağlıklı çalışması olanaksız. Demokrasi dediğimiz şey vatandaşların kendi siyasa tercihlerine en uygun yöneticileri seçebilecekleri ve beğenmediklerinde de değiştirebilecekleri basit bir sistem.
Kutuplaşmanın hâkim olduğu bir siyasal iklimde vatandaşlar diğer partileri ihmal edip sadece kendilerine benzeyenleri dinliyorlar; diğerinin fikrini medya ya da sosyal medya yoluyla da göremiyorlar -buna Yankı Odası ya da Fanus diyoruz.
Bütün süreç sorunlarını göz ardı ettiğimizde de olabilecek en büyük çoğunluğun arzusunun yerine gelmesini sağlayabilecek bir alternatif sistem de yok. Bu sistemin temel varsayımı vatandaşların seçim sandığında ifade ettikleri tercihlerini serbestçe, istedikleri gibi yapabilmelerinden yapar; bu tercihin kayda değer oranda akılcı, yani kendisinin ya da ülkesinin çıkarlarına en iyi hizmet edeceğine inandığı adaydan yana olmasını umarız. Daha da önemlisi, eğer bu tercih edilen kişi vatandaşa beklendiği gibi hizmet etmiyorsa; vatandaş bir sonraki seçimde tercihini kolaylıkla değiştirip cezalandırabilmeli. Tabii ki sistem ideal şeklinde çalışmıyor, başta vatandaş hayal ettiğimiz kadar akıllı ve bilgili değil, siyasal aktörler vatandaşı kolaylıkla manipule edebiliyorlar ve sandığa gidene kadar onlarca yasal-yasal olmayan, görünen-görünmeyen birçok engel iradenin serbestçe ifadesini engelliyor. Bahsettiğimiz kutuplaşma da sistemin bu kötü ve eksik haliyle çalışmasını da engelliyor; çünkü siyasal parti tercihleri kimliklere dönüştükçe, parti taraftarları “öteki” kabilenin mensupları olarak görüldükçe ve kamplar arasında düşmanlık arttıkça; seçimler irade ifadesinden çok kimlik sayımına dönüşüyor çünkü vatandaşlar adayları ve vaatlerini değerlendirmek yerine kendi kabilelerinin peşine takılıp oy veriyorlar. Kutuplaşmanın demokrasiye verdiği başka bir tür zarar da karşılıklı tartışmayı imkânsız kılması. Demokrasinin iyi işleyebilmesi vatandaşın nihai kararını bir tür müzakere/deliberasyon sonucunda verebilmesine bağlı ki diğerinin fikrine maruz kalan vatandaşın kendi fikrini iyileştirebilmesi gerekiyor. Ancak kutuplaşmanın hâkim olduğu bir siyasal iklimde vatandaşlar diğer parti taraftarlarıyla bir araya gelmeyip sadece kendilerine benzeyenlerin fikirlerine aşina oldukları gibi; diğerinin fikrini medya ya da sosyal medya yoluyla da göremiyorlar -buna Yankı Odası ya da Fanus diyoruz-. O kadar ki, farklı parti taraftarlarının farkı dünyalarda yaşadığını söyleyebiliriz, çünkü dünya hakkındaki izlenimlerini farklı mecralardan ve farklı kişilerden ediniyorlar; iki farklı dünyada yaşayan kişi arasındaki tartışma fikir teatisinden çok kendi kimliğinin ahlaki olarak üstünlüğünü gösterme çabasına dönüşüyor. En önemlisi kutuplaşma birlikte yaşamamızı engelliyor. Karşı karşıya kaldığımız onlarca sorun; başta ekonomik kriz, iklim krizi, göç sorunu, yoksullukla mücadele, COVID-19 benzeri küresel salgınlar ve şu anda karşılaştığımız bölgesel savaş riskleri ancak birbirimizle konuşarak ve asgari müştereklerde uzlaşarak çözebileceğimiz sorunlar. Ancak birbirimizi duyamadığımız ve sevdiğimiz siyasetçinin fikrini şartsız kabul edip takip ettiğimiz bir siyasal ortamda bu sorunları çözemeyiz. Özellikle de kutuplaşmış bir siyasal ortamda karmaşık sorunlara çözüm önermek yerine kutuplaştıran, ötekileştiren ve düşmanlaştıran bir dil kullanan siyasetçilerin kendi saflarını sıklaştırıp seçim kazanmasının daha kolay olduğu göz önünde tutulursa. Böyle bir siyasal ortamda rekabet, vatandaşa daha iyi hizmet etme iddiasından değil; her güne bir duygusal referandum düşürerek değil kabileler arasındaki görünmez çizgileri kalınlaştırmakla olur. Bunu ustaca yapan siyasetçinin sandık zaferine ulaşması da oldukça kolaylaşır. Böyle bir siyasal ortam kendi koltuğunu korumaya meraklı siyasetçiler ve onları çevreleyen dar halkaları için çok avantajlı olduğu aşikâr, ancak bizim ve çocuklarımızın geleceği hakkında iyimserlik yaratmadığı da kesin; çocuklarımıza daha iyi bir dünya bırakabilmek için bireysel düzeyde giderek artan kutuplaşma illetinden kurtulmamız ve yeniden konuşabildiğimiz bir siyasal ortamı yaratabilmemiz gerekiyor.
TurkuazLab girişiminde amacımızı hem kamuoyunu kutuplaşmanın bize verdiği zarar konusunda bilgilendirmek; hem de bireyleri kutuplaşmaya karşı donanımlandırmak olarak tanımladık.
Gündelik yaşamdaki deneyimlerimiz ve gözlemlerimizin yanı sıra, okuduklarımızın ve araştırmalarımızın da etkisiyle kutuplaşmadan tamamen kurtulmasak bile etkilerini nasıl azaltabiliriz, bir dizi çözüm ve strateji geliştirebilir miyiz diye düşünen bir ekip TurkuazLab – olarak Türkiye’de Kutuplaşmayı Azaltmaya Yönelik Stratejiler ve Araçlar Projesi- adı verdiğimiz bir çalışmayı gerçekleştirdik. İlki 2015’te olmak üzere 2017 ve 2020 yıllarında yürüttüğümüz saha araştırmalarının bulgularından yola çıkarak bir çözüm önerisi geliştirmeye çalıştık; bu çabada da kurumsal olarak İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi ve German Marshall Fund iş birliği yaptı, maddi destek de İsveç Kalkınma Ajansı’ndan sağlandı. Söz konusu girişimde amacımızı hem kamuoyunu kutuplaşmanın bize verdiği zarar konusunda bilgilendirmek; hem de bireyleri kutuplaşmaya karşı donanımlandırmak olarak tanımladık. Kutuplaşmanın sistemik, makro, mezo ve mikro düzeyde nedenleri olduğu kesin ancak bireysel düzeyde bir müdahale diğer sorunların giderilmesinden çok daha yapılabilir gözüküyor çünkü örneğin kurumsal düzenlemelerin yapılabilmesi siyasetçilerin işbirliğine bağlı ve çok iyi bildiğimiz üzere sistemden beslenenler, sistemi değiştirmezler; o zaman da iş başa düşer. TurkuazLab çabası içinde çok farklı bir dizi etkinlik yaptık, uluslararası uzmanların katıldığı bir Politika Delfisi çalışması ve kalabalık sayılabilecek bir çalıştay, COVID-19 şartlarında yürütülen 4006 kişinin katıldığı bir anket çalışması ve günümüzün dijital dünyasına uyum sağlayabilmek için podcast ve videocast gibi içeriklerin de bulunduğu bir kütüphane geliştirmek bu çabaların arasında bulunuyor. Esas çabamızı bireyleri kutuplaşma konusunda bilgilendirecek bir “online” eğitim hazırlamaya yönelttik, altı başlık altında iki saatten kısa sürede tamamlanacak bir sanal sınıf yarattık. Ders videolarının her birini münferit olarak izlemek mümkün, kaydolup hepsini tamamlayanlar da ayrıca sertifikaya hak kazanıyor. Ayrıca bireyleri kendi kutuplaştırıcı davranışları hakkında bilgilendirmeye yarayacak üç oyun da geliştirdik. Fanus Oyunu siyasal konularda fikir alışverişi yaptığımız kişilerin ne kadar çeşitlilik arz ettiğini anlamamızı sağlarken; Tercih Oyunu aslında “öteki” parti taraftarını ne kadar tanımadığımızı gösteriyor. KaÇi oyunu da Kareliler ve Çizgililerin yaşadığı bir dünyada aldığınız kararlarla kutuplaşmayı ne kadar arttırdığınızı gösteriyor. Şu ana kadar sisteme 600’e yakın kişi dahil oldu ve yaptığımız değerlendirme katılanların büyük kısmının konu hakkında daha bilgili olduğunu, katılanlar arasında harekete geçme isteği ve inancının arttığını gösteriyor. TurkuazLabSaha adını verdiğimiz bu sistem sürekli açık kalacak ve umarız ki daha fazla kişiye ulaşabilecek.
Niceliksel değerlendirmeyi bir kenara bırakalım, bütün çalıştaylarda ortaya çıkan ortak bir his vardı: “neden daha fazla konuşmuyoruz?”
Türkiye’de kutuplaşmayı azaltmak için çıktığımız bu yolculuğun en önemli aşamalarından biri de yaptığımız saha toplantıları oldu. 2021 sonbaharından başlayarak İzmir’den Mardin’e; Adana’dan Trabzon’a uzanan bir coğrafyada 10 farklı ilde tam gün süre il çalıştayları düzenledik. O il ve çevresinde faaliyet gösteren, konuyla ilgili olabileceğini düşündüğümüz sivil toplum kuruluşlarını ve yerel medya mensuplarını davet ettiğimiz bu çalıştaylara yaklaşık 300 kişi katıldı ve “kutuplaşmayı nasıl aşabiliriz” sorusu ele alındı. Niceliksel değerlendirmeyi bir kenara bırakalım, bütün çalıştaylarda ortaya çıkan ortak bir his vardı: “neden daha fazla konuşmuyoruz?” Gerçekten de bizden farklı siyasal görüşlere sahip bireylerle bir araya gelmeyi o kadar ihmal etmişiz ki, başlangıçtaki çekingenlik aşıldığında -ki birbirimize ne kadar benzediğimizi gösteren bir oyunumuz vardı- diğerinin görüşüne ne kadar muhtaç olduğumuzu defalarca gördük, katılımcılarımız da sıklıkla dile getirdiler. Bu kadar farklı kişinin bir araya gelip kafa yorduğu bu çalıştaylarda kutuplaşmayı aşabilmek için ortaya ortak bir çözüm çıktı diyebiliriz: Temas şart. Her düzeyde, sanal ya da değil bir araya gelme mekanlarının oluşturulması, serbestçe müzakere edilebilecek, herkese açık tartışma ortamlarının geliştirilmesi, karşılaşmalara izin verecek sosyal etkinliklerin düzenlenmesi aradığımız teması sağlayacak adımlar olarak sayıldı. Hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi, siyasetin kutuplaştırıcı dilden arındırılması, toplumsal eşitsizliklerin giderilmesine yönelik adımlar atılması ve en önemlisi eğitim sisteminin daha eleştirel bir bakış açısını içerecek şekilde iyileştirilmesi de geliştirilen öneriler arasında. Ve en önemlisi sanatın birleştirici gücü de vurgulandı; sanat diğerini ve kendisini tanımanın en iyi yolu olarak tarif edildi. TurkuazLab yolculuğumuzda bir başka aşamaya geldik. 26 Haziran Cumartesi günü yapacağımız bir günlük bir toplantıyla neleri yapabildiğimizi ve neler yapabileceğimizi konuşmak için bir araya geleceğiz. Bu toplantının ilk kısmı “sanal” olarak katılıma açık. Bu yolculukta edindiğimiz deneyimleri paylaştığımız, kutuplaşma hakkında temel bilgiler veren ve kendimizce geliştirdiğimiz çözüm önerilerini de içeren “Kutuplaşmayı Nasıl Aşarız?” başlıklı kitabı da erişime açtık, bir yol haritası olmasını umuyoruz. Genel olarak demokrasinin ve özelde de Türkiye demokrasisinin karşı karşıya olduğu tehdit küçük bir grubun çabasıyla ya da tek bir müdahale denemesiyle giderilecek gibi değil. Birçok dışsal ve içsel faktör demokrasimizin hem niceliksel hem de niteliksel olarak gerilemesine ve sadece sandıkta oy vermeye indirgenmiş sahte bir demokrasiye dönüşmesine yol açıyor. İyi bir demokrasiye, bireylerin görüşlerini serbestçe ifade edebildikleri ve bu görüşleri serbestçe oya dönüştürebildiği bir demokrasi pratiğine ihtiyaç duyar. Böyle bir serbestlik, aday olma, seçilebilme ve seçildikten sonra da görevini kanun çerçevesinde ifa edebilmeyi de içerir. Öte yandan sandığın ortada olması her vatandaşın serbestçe oy kullanmasını garantilemez, oy kullanabilmek de bir “yapabilirlik” meselesi olduğundan bazılarımızın oy kullanması ya da siyasete katılması diğerlerine göre daha zor olabilir. Ayrıca, iyi bir demokrasi vatandaşların kendi görüşlerini serbestçe oluşturabilmelerini de gerektirir; diğerine kulak vermeden, ona empati duymadan ve onu anlamaya çalışmadan oluşturulan görüşler, kendi kendimize inancı tazelemekten öteye geçmez. Bütün bu kısıtlar altında, siyasal duygusal kutuplaşma hem düşmanlıklarımızı körüklemesi hem de görüşlerimizi oluştururken ve ifade ederken irademize kısıt vurması nedeniyle ortadan kaldırılması gereken bir illet olarak önümüzde duruyor. Turkuazlab deneyimimiz, hepimizin nefes alabileceği gerçekten demokratik bir Türkiye’ye erişmeyi amaçlayan yolda atılmış bir adım olarak ortada duruyor, atılabilecek çok sayıda adımdan biri olarak.