Ukrayna işgalinin olası sonuçları ve Putin’in neyi hesaplayıp hesaplayamadığı tartışma konusu olmaya devam ediyor. Araştırmacı ve Rusya uzmanı Görkem Dirik, savaşın gerek Rusya gerekse de Batı açısından getireceklerini yorumladı. Ukrayna’daki Rus işgalinin birinci ayını geride bıraktığımız bu günlerde ortaya çıkan tablo, birçok askeri ve uluslararası ilişkiler uzmanının beklentilerinin ve öngörülerinin tam aksi yönde gelişmelere sahne oldu. Ukrayna’nın gerek profesyonel gerek kolektif bir savunma örneği gösterdiği bu savaşta, Rusya’nın insani ve teçhizat kayıpları hızlı bir şekilde artmaya devam ediyor. Rusya açısından oluşan bu vahim tablo, Kremlin’in hesaplayamadığı ve yanlış hesapladığı iki kritik unsur üzerinden okunabilir. Birincisi, 2014 yılında Kırım yarımadasının ‘kardeş’ Rusya tarafından gasp edilmesi ve Donbas bölgesinin kendisinden kopartılması sonucunda; Ukrayna, güvenlik paradigmalarını yeniden belirlemek zorunda kalmıştı. Askeri ve bürokratik yapılanmasını Çarlık ve Sovyet Rusya’sı mirasından arındırmaya başlayan Kiev, ülke tarihindeki ilk sistematik ‘Batılılaşma’ sürecini de böylece başlatmış oldu. Bu devrimsel nitelikteki değişiklikler ile 2014 yılından itibaren NATO standartlarında yapılanan ve modern savaş kabiliyetleri kazanan Ukrayna ordusunun edindiği teknik ve taktik becerileri, Kremlin’in işgal öncesi planlamalarında hesaplayamadığı anlaşılmıştır. İkincisi, Ukrayna’nın Rusya ve Rus dünyası ile sosyo-politik ve kültürel bağlarını kopartması, Batı dünyası ile entegrasyonuna hız kazandırmıştı. Ukrayna’nın iki dünya arası yolculuğu olarak da adlandırılabilecek bu süreç, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesiyle son evresine girdi. Bilhassa Rus üstünlük kompleksinin neden olduğu ve jeopolitik sebepler kadar Ukrayna’nın Rus dünyasından ayrışık bir kimlik tesisine karşı tahammülsüzlükten de kaynaklanan bu irrasyonel saldırganlık, Ukrayna halkını adeta bir varoluş mücadelesine sürükledi. Rus üstünlük kompleksinin Ukrayna kimliğini ve ülkenin Devlet Başkanı Zelenski’yi küçümsemesi ve birçok platformda alenen aşağılaması, başlangıçta dağınık gözüken Ukrayna halkının Rusya karşısında tam anlamıyla birleşmesine olanak sağladı. Bu, Kremlin’in Ukrayna iç dinamiklerini algılamada ne kadar yetersiz kaldığını çarpıcı bir şekilde ortaya koydu. Öyle ki, Kiev’in 1 hafta içinde ele geçirilmesi üzerine kurgulanan planlar, işgalin birinci ayının sonunda Rusya açısından tam anlamıyla bir bozguna dönüştü. Ukrayna ordusunun ve halkının bayrak ve lider etrafında kenetlenmesi ise, egemen bir Ukrayna devletinin oluşumuna doğru atılan ilk adımı teşkil edebilir. Bu durum ise, Kremlin’in yanlış hesapladığı unsur olarak kayıtlara geçti. YANLIŞ HESAP KİEV’DEN DÖNER Dünyanın en büyük ordularından biri olarak kabul edilen ve dış politikadaki iddialı adımlarını silahlı kuvvetlerine duyduğu aşırı özgüvene dayandırarak atan Rusya’nın Ukrayna’da yaşadığı kayıplar, Kremlin’deki hesabın an itibari ile Kiev’e uymadığını göstermektedir. Zira Ukrayna’da işlerin Rusya açısından tam bir kabusa dönüşmesinin altında, Kremlin’in öngörüsel analitik (predictive analytics) hatalarının yattığını önemle vurgulamak gerekir. İlk olarak 2008 yılında başlatılan ve yıllık ortalama bütçesi 120 milyar dolar seviyesinde tutulan Rus Silahlı Kuvvetleri’nin modernizasyon programından istenilen sonuçların alınamadığını vurgulamak gerekmektedir. Buna karşılık, ordunun modernizasyonu Rus karar vericiler arasında büyük bir yanılsamaya neden oldu. Bu yanılsamanın temel sebebi ise, Rus Silahlı Kuvvetleri’nin Güney Osetya, Abhazya, Kırım, Suriye ve Libya’da giriştiği askerî harekâtların, düzenli ordulardan ziyade vesayet ve/veya milis kuvvetlerine karşı gerçekleştirilmesiydi. Sonuç olarak, muallakta kalmış bir modernizasyon ve konvansiyonel bir savaş tecrübesi olmayan orduya duyulan aşırı güven, Rusya açısından kaçınılmaz bir şekilde Ukrayna felaketini doğurdu. Ukrayna’daki savaşın Rus ordusu açısından gün yüzüne çıkardığı daha acı bir gerçek ise, SSCB’nin yıkılmasından sonra devraldığı askeri bürokrasi içinde kronikleşen yolsuzluk ve liyakat sorunuydu. Benzer iddiaların birinci ve ikinci Çeçen savaşları sırasında da dillendirildiği bu sorunsal, sosyal medya ve akıllı telefonlar ile çekilen yüzlerce video ile Ukrayna işgali sırasında gün yüzüne çıkmış oldu. Ekonomisinin neredeyse %70’inden fazlası petrol ve gaz üretimine bağlı olan (petro-state) bir ülkenin, savaş alanında yaşadığı benzin sıkıntısı ve lojistik problemler sebebiyle verilen kayıplar, bu durumun bir göstergesi olarak kabul edilebilir.
Tüm bu hatalar zincirinin son halkası ise, Rusya’nın baskıcı ve militarist bir bakış açısı ve arkaik argümanlar üzerine oturttuğu Avrasyacılık olgusunun liberal dünya düzenine karşı sosyo-politik ve sosyo-ekonomik bir alternatif teşkil edemediğidir.
Kremlin’in Ukrayna işgali öncesinde herhangi bir ‘en kötü senaryo’ hazırlığının olmadığı da anlaşılmaktadır. Modern silahlar ile donatılan Ukrayna ordusunun kabiliyetlerinin hafife alınması ve üst düzey Rus güvenlik bürokrasisi mensuplarının (siloviki) Başkan Putin ile bozulan iletişimleri, bu durumun ana sebepleri arasında gösterilebilir. Zira Rusya’daki çeşitli kurumlardan sızdırılan belgelere göre, Putin’in savaşla ilgili realiteden ziyade arzu ettiği sürrealiteyi duymakta ısrar etmesi, gerçeklerden kopuşu ve Rus birliklerinin yaşadığı zayiatları artıran bir başka faktör olarak öne çıkmaktadır. Yaklaşık 18 senelik Ukrayna tecrübesine rağmen; genel olarak Kremlin’in, bilhassa da Putin’in Ukrayna’da Rus askerlerinin çiçeklerle ve ‘ekmek ve tuz’ (eski bir Slav geleneği – встречать хлебом солью) ile karşılanacağına ihtimal vermesi dahi, gerçeklerden kopuşun boyutlarını anlayabilmek adına elzem gözükmektedir. Tüm bu hatalar zincirinin son halkası ise, Rusya’nın baskıcı ve militarist bir bakış açısı ve arkaik argümanlar üzerine oturttuğu Avrasyacılık olgusunun liberal dünya düzenine karşı sosyo-politik ve sosyo-ekonomik bir alternatif teşkil edemediğidir. Dolayısı ile, yakın çevresindeki ülke halkları nezdinde Rusya merkezli bir çekim noktası yaratamayan Kremlin, bu defa Beyaz Rusya ve Kazakistan örneklerindeki gibi, salt yönetici eliti (nomenklatura) kendisine entübe ederek hayatta tutma yolunu tercih etti. Ukrayna için de düşünülen bu model üzerinden Moskova’ya bağlı bir ‘kukla rejim’ oluşturabilme planının suya düşmesi, en nihayetinde Rusya’yı askeri işgale zorladı. Lakin, olası bir Ukrayna zaferinin Rusya açısından ağır sonuçları olabilir. Bu durum, Rus etki ve/veya baskı alanında olan Gürcistan, Ermenistan, Beyaz Rusya ve Kazakistan gibi ülkelerde, Rusya yörüngesinden ayrışma eğilimlerinin tetiklenebileceği bir ‘domino etkisi’ yaratabilir. Moskova hattındaki bu karanlık tablo, sahadan gelen olumsuz haberler ile daha da endişe verici bir mahiyet alabilir. Özellikle, Ukrayna ordusunun Mariupol, Kharkiv, Kuzey Kiev ve Kherson hatlarında savunma pozisyonlarından çıkarak taarruz harekâtına başladığına yönelik iddialar, bu ihtimali daha da güçlendirmektedir. Kaldı ki, Rusya’nın varlığına yönelik tehdit söyleminin Kremlin tarafından sıkça dillendirilmesi ve süper güç iddiasındaki bir ülkenin, Ukrayna gibi kendisine eşdeğer görmediği bir ordu karşısında maruz kaldığı mağlubiyetleri böylesi bir ‘kuşatılmışlık psikolojisi’ üzerinden bertaraf etmeye çalışması, bu gerçeği ortaya koymaktadır. Dahası, Kremlin’in böylesi bir söylem üzerinden nükleer silah kullanma opsiyonunu meşrulaştırmaya ve caydırıcı ülke statüsünü korumaya çalıştığı da gözlemlenmektedir.
Savaş, Dünya’dan izole olan Rusya’nın, iç siyasetindeki güçlü azınlığın (elitler) güçsüz çoğunluk üzerindeki ‘dayatmacı totalitarizmi’ olarak adlandırılabilecek bir sisteme geçilmesini tetikleyebilir.
Çeşitli kaynakların farklı rakamlar ile ifade ettiği, Rusya’ya ait kayıpların yaklaşık bir ortalaması çıkarıldığında, Rusya’nın savaş alanına sürdüğü güçlerinden %25’ine yakınını kaybettiği anlaşılmaktadır. Yüzlerce savaş uçağı ve helikopter, binlerce zırhlı araç, füze rampası, tank ve on binler ile ifade edilmeye başlanan asker kaybı, Kremlin açısından işlerin yolunda gitmediğine dair net veriler sunmakta. Tüm bu olumsuz denklemin ortasında, Savunma Bakanı Şoygu’nun yaklaşık iki haftadır ortadan kaybolduğuna yönelik iddialar ise, durumun ciddiyetini daha da net bir şekilde ortaya sermektedir. Bütün bu olumsuz gelişmelerin, Kremlin’i strateji değişikliğine zorladığı anlaşılmaktadır. Öncelikle, Rus Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan ve ‘askeri harekatın’ Donbas ve çevresini ‘kurtarma’ misyonuyla son safhasına girdiği açıklaması, Rusya’nın gerçeklerle yüzleşmeye başladığının bir işareti olabilir. Dahası, sahadan gelen son bilgilerin, Rus ordusundaki üst düzey general ve kurmay ölümlerindeki artışa işaret etmesi, Kremlin’i Suriye, Çeçenistan, Mali, Libya gibi bölgelerden savaşçı devşirmeye yönelttiği anlaşılmaktadır. Buna göre, Rus ordusu muhtemel zayiatları ve riskleri, bu lejyon gruplara transfer ederek (Risk Transference) hem Ukrayna’da Donbas bölgesine indirgenen savaşı sürdürülebilir kılacak, hem de askeri kayıplarını minimize ederek Rusya içinde oluşabilecek homurdanmaların önüne geçebilecek. Ancak Rusya’nın bu strateji değişikliğinin, kendisi açısından iki büyük risk taşıdığını önemle belirtmek gerekir. İlk olarak, devletlerarası bir savaşı ‘Vesayet Nakli’ (Proxy Transplantation) ile sürdürme stratejisi uzun vadede Rusya’nın başını ağrıtabilir. Bu strateji, Libya’dan Suriye’ye, Gürcistan’dan Karabağ bölgesine kadar uzanan geniş bir coğrafyada, Batı’nın Kremlin’i sıkıştırma politikasının bir enstrümanı haline dönüşebilir. Öyle ki, Rusya’nın askeri olarak angaje olduğu bu bölgelerde, kendisine karşı grupların belirmesine ve/veya Rusya’yı yıpratmak için Batı destekli çeşitli grupların nakline kadar uzanabilecek bir ‘misilleme dalgası’ oluşturabilir. İkincisi ve daha ilginç olabilecek bir durum ise, Kremlin’in Slav şehirlerinin ‘anası’ olarak gördüğü Kiev’e Çeçen, Suriyeli ve Libyalı askerler ile girilebileceği gibi grotesk bir ihtimalin belirmesidir. KİEV’E PİRİNCE GİDERKEN MOSKOVA’DAKİ BULGURDAN OLMAK SSCB’nin çöküşüyle kaybedilen itibarın Putin tarafından geri verildiği söylemi, Rus liderin halk nezdindeki popülaritesinin temelini oluşturmaktaydı. Bu itibarın tekrar tesisi sürecinde, Rus ekonomisinin Batı ile entegre olabilmesinin rolü çok büyüktü. Zira Rusya hem ürettiği gaz ve petrol için pazar yaratarak ekonomik kalkınma sürecini başlatabilmiş, hem de Batı menşeili markaların ve yatırımcıların ülkeyi kalkındırmada etkin rol almalarından faydalanmıştı. Söz konusu bu yıllarda Rus ekonomisinin dünya ile entegrasyonu, ‘özelleştirme’ ve ‘liberal ekonomiye’ geçişin sembol isimlerinden ve Putin’in yakın danışmanlarından Anatoly Chubais’in görevinden istifa ederek Rusya’yı terk etmesi, 30 senelik bir yatırımın da sonu anlamına gelebilir.
Üst düzey Rus yetkililerin ‘Liberal Totaliter rejimler’ olarak gülünç bir nitelendirmede bulundukları Batı dünyasına karşı giriştiklerini iddia ettikleri bu savaşın, Rusya açısından ters sonuçlar verdiğini belirtmek gerekir.
Dünya’dan izole olan Rusya’nın, iç siyasetindeki güçlü azınlığın (elitler) güçsüz çoğunluk üzerindeki ‘dayatmacı totalitarizmi’ olarak adlandırılabilecek bir sisteme geçilmesini tetikleyebilir. Rusya’nın, bilhassa ülkenin ideolojik zenginliğinin Kremlin’e indirgendiği ve Kremlin’in tekelindeki ideolojinin de konjonktüre göre yine Kremlin tarafından güncellenerek topluma dayatıldığı bir ülkeye dönüştüğünü söylemek mümkün. Öyle ki, içeride savaşa destek vermeyenlerin ‘hain’ ve ‘çapulcu’ ilan edilerek şeytanlaştırılması, kimi zaman devlet eliyle teşvik edilen bir ‘cadı avı’na dönüşmesi, dönüşümün açık bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Putin Rusya’sının uluslararası sistemde düştüğü durum ise daha vahim. Ekonomik ve normatif bir güç olan Avrupa Birliği ve üye ülkelerini askeri güç olmaya zorlayan Rus saldırganlığı, gelinen noktada Almanya’nın 100 milyar dolar üzerinde savunma harcaması yapacağını açıklamasına ve İsveç, İspanya, Finlandiya ve Fransa gibi ülkelerin de toplam savunma bütçelerini GSYH’lerinin %2 seviyelerine çıkartmasına neden oldu. Dahası, üst düzey Rus yetkililerin ‘Liberal Totaliter rejimler’ olarak gülünç bir nitelendirmede bulundukları Batı dünyasına karşı giriştiklerini iddia ettikleri bu savaşın, Rusya açısından ters sonuçlar verdiğini belirtmek gerekir. Zira NATO, AB ve bir zamanlar Rusya’nın da üyesi olduğu G-7 ülkelerine uzun zamandır arayışta oldukları varoluş sebebini (raison dêtre) veren Putin, bu birlikteliğin de baş mimari oldu. Bütün bunlara ek olarak, psikolojik üstünlüğün ve küresel desteğin Ukrayna tarafında olması ve Rusya’nın en çok güvendiği unsur olan ordusunun da sahada üstünlüğü kaybetmesi çok önemli bir sorunsala işaret etmekte: Savaşı kaybetmiş bir Putin’in, savaşı kazanmış bir Putin’den daha tehlikeli olabileceği. Rusya’nın şimdiden Mariupol ve Kharkiv gibi kentlerde doğum hastanesi, çocuk tiyatrosu ve evleri bombalayarak binlerce sivil ölümüne sebep olması, olayların hangi boyutlara uzanabileceğine dair güçlü emareler sunmakta. ABD Başkanı Biden’ın, Putin’i Miloseviç ile kıyaslayarak ‘kasap’ olarak nitelendirmesi ve birçok ülke liderinin Putin’i şimdiden ‘savaş suçlusu’ olarak deklare etmesi, Putin’i daha da öfkelendirebilir. Bu durum ise, önümüzdeki günlerde çok daha büyük insani trajedilerin yaşanmasına neden olabilir. Sonuç olarak, Putin’in ‘rüya üçgeni’ olan Büyük Rusya-Beyaz Rusya-Küçük Rusya (Ukrayna) birleştirme hayaliyle başlattığı Kiev yürüyüşü, uzun vadede fakirleşmiş, dışlanmış, çökmüş bir Rusya yaratarak Putin’in ‘kâbus üçgenine’ dönüşebilir.