Dejavu!

Abone Ol
Geçmiş dönemde var olan iktidarın Tayyip Bey’e yaşattıklarını, bugün Tayyip Bey’in genel başkanı olduğu AK Parti iktidarı Ekrem Bey’e yaşatıyor… Engellemeler, küçümsemeler, yok saymalar vs. Geçtiğimiz günlerde Habertürk yazarı Kübra Par’ın İmamoğlu ve sekülerlerin özlemini çektiği Türkiye” başlıklı yazısı dikkatimi çekti. Par, söz konusu yazısında, Ekrem Bey’in, 10 Kasım’da resmî tören dışında akşam organize ettiği organizasyonları ve eşiyle yaptığı valsı kast edip, “İmamoğlu eski Türkiye’yi özleyen milyonlarca seküler insana, 20 yıldır hasret kaldıkları kültürel modernleşmeyi vadediyor. Bunu salt siyasetle yapmıyor, dansla, eşine karşı davranışlarıyla, İBB’nin organizasyonlarındaki tercihleriyle bir yaşam biçimi olarak ortaya koyuyor.” tespitinde bulunarak, Tayyip Bey’in de geçmişte benzer sosyolojik davranışlarda bulunduğuna işaret etti. Kübra Par’ın, valsla ilgili yorumuna ve sosyolojik davranış benzetmesiyle ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Ekrem İmamoğlu’nu, 2019 yılında yerel seçimlerde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na adaylığı açıklandıktan sonra tanıdım. Kendisiyle söyleşi yapmış ve bir günlük saha çalışmasına iştirak etmiştim. Ve o günkü gözlemlerimi OdaTv’deki köşemde şu sözlerle yazmıştım; “…Ekrem Bey’in gün içinde konuşmalarını ve esnaf ziyaretini takip ederken CHP’li bir adayı takip ediyormuşum gibi hissetmedim…Bana biraz Tayyip Bey’in İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı dönemini hatırlattı, İmamoğlu. Ekrem Bey, Büyükşehir Belediye Başkanı olur mu bilmiyorum ama adını sık sık duyacağız gibi geliyor. Böyle giderse CE-HA-PE zihniyeti eleştirisini Tayyip Bey’in elinden alacak gibi görünüyor.” Bu cümleleri yazmama sebep olan ise her iki ismin de çalışmalarını birebir gözlemleme ve karşılaştırma fırsatım olmasıydı. Seçmene hitap etme ve kitleleri etkileme açısından Ekrem Bey ve Tayyip Bey’in sosyolojik davranışının benzerliğinin yanı sıra iki ismi de siyasi arenada büyüten –iyi birer siyasetçi olmaları dışında-, muhaliflerinin hamlelerinden dolayı yaşadıkları mağduriyetler… Bunu masa başında yapılmış bir gözlem olarak değerlendirmeyin. 2019’dan bugüne kadar geçen süre zarfında bizzat tanık olduklarım sebebiyle hissettiğim duyguyu tanımlayacak tek kelime: “DEJAVU!” Zira geçmiş dönemde var olan iktidarın Tayyip Bey’e yaşattıklarını, bugün Tayyip Bey’in genel başkanı olduğu AK Parti iktidarı Ekrem Bey’e yaşatıyor… Engellemeler, küçümsemeler, yok saymalar vs. Zaman zaman Tayyip Bey’in, Ekrem Bey’i zorlamasının ardında herkesten gizlediği bir takdir etme durumu olduğunu düşünmüyor değilim. Adeta kendi geçtiği yollardan Ekrem Bey’in de geçmesini istiyor hissine kapılıyorum. Mantık sınırlarını zorlayan bir yorum olduğunun farkındayım ama kendisini Cumhurbaşkanlığı makamına taşıyan yolları, rakibine kendi elleriyle açmasının bir açıklamasını bulamıyorum. Olası bir Cumhurbaşkanlığı adaylığında Tayyip Bey’i zorlayacak bir aday Ekrem İmamoğlu…Böyle bir durumda Tayyip Bey’in Ekrem Bey’e göre en büyük avantajı, tabanı ve muhafazakâr camiadır. Öyle ki; uzun iktidar döneminde Tayyip Bey’in her türlü yanlışlarına ve hatalarına karşı gösterilen toleransın Ekrem Bey’in yanlış ve hatalarına karşı gösterilmemesi bunun en önemli göstergesi. Muhakkak ki, bulundukları mevkii, taşıdıkları sorumluluk ve kitleleri peşinden sürükleyebilmeleri gibi durumlar göz önüne alındığında siyasi liderlerin söylem ve davranışlarında dikkatli ve özenli olmaları gerekmektedir. Kendisini bulunduğu koltuğa oturtan tabanı ve camiasına karşı sorumluluğu vardır. Uyarıldığında dikkate almalıdır. Lakin bunu yapmanın da bir yolu yordamı vardır. Yüksek sesle ve muhalefet partisinden daha sert hamlelerle yapılan uyarıların, bir sonraki seçimde oyu istenecek –partili olmayan veya kararsız olan- kitleler üzerindeki olumsuz etkisini görmezden gelindiğini düşünüyorum. Sınırsız bireyselciliğin siyasette karşılığı olmadığına inanıyorum. Bununla birlikte muhafazakâr bir kadın olarak baktığımda, çok konuşulup tartışılan Ekrem Bey’le Dilek Hanım’ın valsının, -hangi niyetle olursa olsun- beni rahatsız etmediğini belirtmek isterim. Fakat bu dansın, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda olsaydı çok daha anlamlı olacağı düşüncesindeyim. Muhafazakâr yaşam tarzına sahip biri olarak açıkça belirtmek isterim ki, seküler yaşam tarzındaki insanımızın kendisini yalnız hissetmemesi beni mutlu eder. Lakin bir siyasetçi Kur’anı Kerim okuduğunda dindarların buna sevindiği, vals yaptığında ise sekülerlerin sevindiği anlayışından kurtulmamız gerekiyor. Bizi yönetecek olanlarla kendimizi özdeşleştirmek için yaşam tarzımızdan kesitler aramak yerine; adalet, özgürlük gibi değerlere ve temel insan haklarına olan saygısına bakmamızın çok daha sağlıklı olacağı inancındayım.