Toplumu olabildiğince sessizleştiren ve buna anlamını çoktan kaybetmiş bir “temsil” kılıfı geçiren, “temsili demokrasi”nin, Türkiye’de çok uzun zamandır tıkandığı gerçeği karşısında, İmamoğlu’nun girişiminin bu boyutu çok anlamlı duruyor.
“Önümden gitme seni izleyemeyebilirim.
Arkamdan da gelme yol gösteremeyebilirim.
Yanımda yürü ve yalnızca dostum kal.”
Albert Camus
Seçim yenilgisinin ardından, CHP değişimi tartışmaya başladığı andan beri gündemimizin önemli bir maddesi bu değişimin nasıl gerçekleşeceği oldu. Tartışma gittikçe derinleşecek gibi görünüyor. Ve bu süreç, değişimi ilk dillendiren başta İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu olmak üzere birçok siyasal aktör için ciddi fırsatlar da sunuyor. İmamoğlu ilk önemli hamlesini herkese açık bir internet sitesi üzerinden
“Değişimin temeli hiç kuşkusuz toplumsal taleptir. Sabırlı ve aklı öne koyan ama, bir o kadar da kararlı bir tutumla değişimin gerçekleşmesi pekala mümkündür.” sözleriyle yaptı.
Fırsat sözcüğü, çok pozitif anlamlar yüklüdür. Fırsatları görmek, değerlendirmek neredeyse herkesin olumladığı, hatta kişileri öngörü sahibi gösteren bir olgudur. Ama “fırsatçı” olduğunuz düşünüldüğü anda tüm bu bakış açısı değişir, hele kişiye odaklanıldığında fırsat gibi görünen şeyler bile adeta görünmez olur. Kişilerin önüne çıkan siyasi fırsatlar özellikle böyledir, bunları hakkıyla değerlendiremeyen sadece öngörüsüz, beceriksiz değil, kendisini her şeyin önüne koyan bir siyasi figüre dönüşebilir.
Hele söylemde bile yeterli cesareti göstermiyor, “aman bir tatsızlık çıkmasın” der gibi, muğlak, her yana çekilebilecek tutumlar takınıyorsa, hem akil, risksiz alanda kalırım, yıpranmam, hem de bütün puanları toplarım sanıyorsa, hayatın bu kadar bonkör olmadığını öğrenme “fırsatı”nı da kaçırmayacak demektir. Böyle durumlarda tüm “fırsatlar” kirlenir, gizli, kötü niyetli “hesaplara” dönüşür.
Cesurca ortaya çıkmak, kendini, fikirlerini, vizyonunu ortaya koymak ve bunu toplumun her katmanından yurttaşlara dayanarak gerçekleştirmek isteği, değişimin ilk nereden başlaması gerektiğine inandığınızı, samimiyetinizi gösterir.
Değişimi çok daha önce, “ittifak anlayışı” ile başlattığını düşünenler de var: Kemal Kılıçdaroğlu grup konuşmasında bu çerçeveyi oldukça geniş çizdi.
Hedefe yönelik, zorunluluklardan kaynaklanan, daha çok sürecin bir biçimde “dayattığı” birlikteliklerin, “birleşe birleşe” kazanmanın nimetlerini görmüş kişilerin, “ittifak” etmenin otoriter bir rejim karşısındaki kaçınılmazlığının ortaya koyduğu bir manzara da var.
Çok değerli, olabildiğini göstermek, imkansızı başarma duygusu yaratmak. Kazanmak, yine 2019’daki gibi, ciddi bir emek.
Ancak bütün bunlar, başlayan büyük bir değişim algısı, muhalefetin yine bir “demokrasi bloğuna” dönüşmeden kazanamayacağı gerçeğinin kavranması, en önemlisi birbirine karşı keskin önyargılarla dolu toplum kesimlerinde ciddi bir zihniyet değişimine işaret etmiyor. Konjonktürün dayatmasını ve aslında pamuk ipliğine bağlı olarak biçimlendirdiği “birlikteliklerin” iki seçim bile dayanamayacağını, farklı çıkarların ortak “ufka” yöneldiğini söylemek için henüz ortada yeterli göstergenin olmadığını kavramak gerektiğini söylemek de mümkün. Kısaca, ortada bir “değişim” destanı yazmış gibi bir hava yaratacak yapının olmadığını da.
Kervan yolda düzülür mantığı ile hareket edilse bile seçime kadar gerçekleşebilecekler için yeterli zaman var mı emin değilim. Zamanın ruhunu okumak, yeterli zaman kazandıramayabilir.
Kendini, kanıksanmış otoriterleşmenin yarattığı, Walter Benjamin’in dediği gibi “olağanüstülüğün de olağanlaştığı” bir iklimde değilmiş gibi demokratik bir yarış içinde hissetmek, aslında geçici olarak bir vahada bulunup çölün devasalığı ile tekrar yüzleşmek zorunda kalacağın gerçeğini ihmal etmek gibi bir şeye dönüşüyor. Büyük ihmal… Ve benzeri ihmaller seçim boyunca yaşandı, yaşatıldı.
Bütün bunlara rağmen, gelen eleştiri ve talepleri, “değişmeyene” odaklanmak ve değişeni görememek olarak nitelemek, olanı değil ısrarla görmek istediğini tariflemenin ötesine geçemez. Hedefleri anlatmak, daha ileri hedefleri göstermek güzel, ancak şu anda daha çok gerçeklere ışık tutan, otoriterleşmenin farkında, hesap vermeyi içine sindirebilmiş liderlere ihtiyaç var. Somut, can acıtan ve hele kendisinden kaynaklanan sorunları tartışmak konusunda çekingen olmayan, sorumluluğu alan, ama sorumluluğun gereğini de sonuna kadar yerine getiren.
CHP’de değişim tartışması, tüm taraflar için cesur, net, anlaşılır açıklamalara gereksinim duyuyor. Değişim talebinin öncüsü olma iddiasındaki İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, “iktidar için Değişim” talebini dile getirdiği manifestosu daha çok bir “önsöz” niteliğinde: Tüm kesimlerden yurttaşların değişim taleplerini dile getirecekleri bir platformun önsözü. Ve “katılım” gibi, değişim sürecinin en önemli ayaklarından birini, CHP için, CHP’yi de aşacak biçimde gerçekleştirmeye çalışıyor. İlk verilere göre bu sitede ilk gün içinde 35 bine yakın görüş ve öneri dile getirilmiş. Dikkat çekici…
Toplumu olabildiğince sessizleştiren ve buna anlamını çoktan kaybetmiş bir “temsil” kılıfı geçiren, “temsili demokrasi”nin, Türkiye’de çok uzun zamandır tıkandığı gerçeği karşısında, İmamoğlu’nun girişiminin bu boyutu çok anlamlı duruyor. Anlamlılığı, şeffaflığı ile büyüyebilir. Çünkü etkili katılımın, kendisinden çok daha önce belirlenmiş bir yol haritasının merhalesine indirgenebileceği kuşkusu, burada dillendirilenlerin açıklanması, tartışılması ile bertaraf edilebilir. Değişim sürecinin temelde en çok buna ihtiyacı var. Katılanların gerçekten katıldığı, biçimlendirdiği, ortaya somut, anlaşılır dokümanların hatta bir “vizyonun” konduğu aşamalara.
İmamoğlu, “iktidar için değişim” olarak formüle ettiği hedefe ulaşmak için “
demokrasiyi geliştirmek, özgürlükleri korumak ve refahı artırmak sadece siyasi partilerin değil, aynı zamanda seçmenlerin de görevidir. Bu nedenle değişim sürecinde her coğrafya ve katmandan vatandaşımızın sesine kulak vermeyi, onların talep ve isteklerini siyasal zemine taşımayı olmazsa olmaz bir görev kabul ediyoruz.” diyerek büyük bir sorumluluk da alıyor. Her katmanın “temsili”ni garanti ediyor, sözünü dillendirmeyi ve önerilerine hayat vermeyi.
İşte tam da bu aşamada bunu kim(ler) yapacak sorusu yeniden önem kazanıyor: Lider, ekibi (kadrosu) ve asıl aktörler, bireyler, bileşenler, sivil toplum…
Değişimi tanımlamak, vizyonunu çizmek kadar bunu gerçekleştirecek, “yeni” kadroları da bir vitrin oluşturma telaşının ötesine taşıyacak, seyirlik, seçimlik, hızlı tüketilebilir olmaktan öteye geçirecek siyasal iletişim süreçlerine ihtiyaç var: Toplumun geneline yayılacak ve belki de CHP’deki “genel başkanlık” yarışını aşan, tüm muhalefeti kapsayan bu çağrıyı da aşan daha cesur bir çağrıya.
Bu anlamda soru şu:
“Bu topraklarda birlik ve beraberlik içinde kardeşçe yaşamak, özgür ve müreffeh bir toplum, adil bir paylaşım sistemi ve demokratik bir devlet isteyen her vatandaşımızı” sanal ortamda bir butonu tıklayarak nasıl bir değişim istediğini yazmaya çağıran bir siyasetçinin bu cesur hamlesi, kendisinin öncüsü olacağını iddia ettiği değişimin ana çerçevesini de partisinin sınırlarını zorlayarak çizme gayretine de dönüşebilir mi?
Değişim için de önce cesarete ihtiyaç var. Sonra da “Nasıl bir Türkiye, nasıl bir CHP, nasıl bir siyaset, nasıl bir muhalefet?” sorularına toplumun vereceği yanıtlardan korkmadan, toplum mühendisliğine soyunmadan, akılcı ve radikal bir biçimde onları anlamaya, siyasal alanda dönüştürmeye.
Parti-içi demokrasinin olmadığı bir partinin ve siyasetin, demokrasi üretmesinin imkansızlığından sadece bir değini düzeyinde bahsetmemek mesela: “Muhalefette değişimin anahtarı Cumhuriyet Halk Partisi’dir. CHP’de başlayacak kararlı bir değişim iradesi; politik tutumları sorgulamayı ve parti içi demokrasiyi kurumsallaştırmayı başardığı ölçüde muhalefetin genelinde bir yenilenme ve muhalefet evrenini büyütme iradesi ortaya çıkaracaktır.” Bu kapsayıcılığın tüm sorumluluğunu üstlenmek ve buna da liderlik etmek gibi.
Paradigma değişimi gibi iddialı kavramlar yerine mesela, güçlendirilememiş bir parlamentonun, uzun yıllar önce yok edilmiş temsiliyet gücünü, yerel meclislerde yeniden halka verecek bir ikna ve rıza sürecine doğru evrilmek gibi. Tam da yerel seçimler arifesinde, yerel yönetimleri, Meclis’lerini yukardan aşağıya lider oligarşisinin yarattığı klikleri, çıkar odaklarını, eşitsizlikleri ve demokratik olmayan hiyerarşileri reddeden bir yapıya da kavuşturma iddiası gibi.
Demokratik siyasetin sesinin bastırıldığı bir dönemde, siyaseti dar bir alandan çıkararak, toplumun tüm kesimlerinin “özgürlük” taleplerine ilişkin yapılacaklarla ilgili çok daha fazla şey yazılabilir. Kervan yolda düzülür mantığı ile hareket edilse bile seçime kadar gerçekleşebilecekler için yeterli zaman var mı emin değilim. Zamanın ruhunu okumak, yeterli zaman kazandıramayabilir.
31 Mart’ın 28 Mayıs kadar ciddi bir kırılma noktası olacağı gerçeğini ihmal etmeden, yazının başına, yine “fırsat”a dönelim. Büyük bir fırsat var, değişim için.
Ve değişim için de önce cesarete ihtiyaç var. Sonra da
“Nasıl bir Türkiye, nasıl bir CHP, nasıl bir siyaset, nasıl bir muhalefet?” sorularına toplumun vereceği yanıtlardan korkmadan, toplum mühendisliğine soyunmadan, akılcı ve radikal bir biçimde onları anlamaya, siyasal alanda dönüştürmeye.
Halkın demokratik taleplerini kavrayan başaracak.