Davutoğlu’nun ya hep ya hiç oyunu
Aralarında İsmail Saymaz ve Çağlar Cilara’nın da bulunduğu bir grup gazeteci Davutoğlu’yla buluştu. Ben de oradaydım. NY Times muhabiri ortak adaylıkla ilgili sorunca, “Bir işe girersem sonuna kadar giderim. Akademisyen olunca profesör olmam diye bir gün aklımdan geçirmedim” dedi.
Pazar günü, içlerinde benim de bulunduğum yedi-sekiz gazeteciden oluşan bir grup Ahmet Davutoğlu ile sohbet ettik. İsmail Saymaz, Halk TV’nin internet sitesindeki köşesinde bu sohbete dair bir yazı yazdı. Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun sözlerine yer verdi. Merak edenler, Saymaz’ın yazısına bakabilecekleri için burada yinelemek istemiyorum.
İsmail Saymaz’ın ara verdirilemez, hatta ara verdirilmesi teklif dahi edilemez “soru teröründen” fırsat bulabildiğim yegane anda, aynı kaderi paylaştığım New York Times muhabiri hanımefendiye de selam olsun, Davutoğlu’na ben de birkaç soru sorabildim. Ama ben bu yazıda pazar gününü biraz daha geniş bir çerçeveyle ele almak amacındayım.
Karar gazetesinde, 15 Eylül’de yazdığım “Bu pazar seçim yoksa oyunuzu açıklar mısınız?” başlıklı yazının sonu şöyleydi: “AKP için ‘dava’, adeta Cumhurbaşkanının şahsında ortaya çıkıyor. Gelecek ise aynı davayı sahiplendiğini söylemekle beraber bunu kişilerle değil, ilkelerle doldurarak yapıyor. (…) ben Davutoğlu’nun söyleminin ve düşündüklerinin gerçekleşebileceğini, böylece Gelecek’in oyunun anketlerin aksine seçimlerde roket gibi fırlayabileceğini düşünüyorum.”
Ahmet Davutoğlu’na sorduğum sorulardan biri de kendisini AK Partili değil de “Reisçi”, “Tayyipçi” gibi sıfatlarla niteleyenleri, “davanın” kişilere değil de ilkelere ait olduğuna ikna edip edemeyeceğiydi. Davutoğlu bunun mümkün olduğunu söyledi: “Sabredeceksiniz, sebat edeceksiniz. Sonrasında halk zaten size geliyor.” Uşak’tan Erzurum’a kadar AKP’nin en güçlü olduğu şehirlere -kasabalara, köylere…- gittiğini ve partinin kurulduğu günden bugüne artan bir teveccühle karşılandığını söyledi.
Yazının sonunda buraya döneceğiz ama Davutoğlu’nu beklerken İsmail Saymaz’la anlaşamadığımız -Çağlar Cilara ve diğer meslektaşlarım da onun tarafındaydı- konuyu detaylıca bir de burada tartışmak istiyorum. Konu malum, Erdoğan’ın karşısında kim aday olacak? Herkes bir isim atıyor ortaya, ama kimseyi tam manasıyla tatmin eden bir adayda buluşulamıyor. Neredeyse bir sene önce P24’te yazdığım yazıda yeni bir modelin benimsenmesi gerektiğini öne sürmüştüm. İsmail Saymaz’ın “ya olmaz öyle şey” diye karşı çıktığı modeli bir kez daha, tabii güncelleyerek, anlatacağım.
Adaylara bakalım. Öyle bir aday olacak ki… İşte bu cümlenin devamını yazdıkça yazmak zorunda kalıyorsunuz. Kürt ve Türk milliyetçileri, jakoben laikler ve endişeli muhafazakarlar, sosyalistler, liberaller ve Atatürkçüler… hepsi gönül rahatlığıyla o kişiye oy verecekler. Ama iş bu kadarla kalsa iyi. Üstelik neredeyse sınırsız yetkiyle seçilecek o kişiden biz yetkilerini derhal devretmesini ve makamı sembolik bir hale getirmesini isteyeceğiz.
Evet, şu olası adaylara tek tek bakalım. Meral Akşener aday olmayacağını açıkladığına göre onu artık liste dışı tutabiliriz. Millet İttifakını oluşturan partilerin genel başkanlarından Temel Karamollaoğlu’nun da aday gösterilmeyeceği kesin gibi. Bu ismin HDP’li de olamayacağı açık. Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan da partilerini iktidara taşımak istediklerini söylediler. Çünkü “yapmak” için gelmek istiyorlar, bir makamı sembolikleştirmek için değil.
E kaldı elde dört aday: Kemal Kılıçdaroğlu, Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş, Abdullah Gül. Kemal Kılıçdaroğlu, belediye başkanlarının iki dönem görev yapacaklarını söylemişti ama gene de biz ihtimallere bakalım. İmamoğlu’nun ya da Yavaş’ın aday gösterilmesi demek yirmi sene sonra kazanılan belediyelerden birinin AKP’ye bırakılması anlamına geliyor. Bu da, seçim sathı mailine girildiğine çeşitli sorunlara yol açabilir. Ama bence sorun daha büyük. Ekrem İmamoğlu, siyasi hayatının başında sayılır. Adı, “yapmaya” gelecek isimlerin başında anılıyor hep. Bu seçimde aday olur ve kazanırsa ve birkaç sene içinde hemen Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Modeline dönülürse, belki de birçok isteğini yapamayacağı bir kariyeri inşa etmiş olacak. Mansur Yavaş’ın aday olması durumundaysa, “ağır milliyetçi” döneminin videolarının özellikle doğu bölgelerinde seçime katılımı çok düşürebileceğini düşünüyorum. Seçime katılım düşerse bu en çok Erdoğan’a yarar.
Kemal Kılıçdaroğlu bu adaylar içinde en güçlü olanı gibi gözükse de iş sona geldiğinde dinsizlik ya da Alevilik üzerinden endişeli muhafazakarların partilerine rücu etmesi mümkün olabilir. Kılıçdaroğlu’nun aday olabilmesinin yolu Davutoğlu, Karamollaoğlu ve Babacan’ın tabanı ikna edebilmesinde yatıyor.
Abdullah Gül’ün aday gösterilmesini bu dünyada en çok bekleyen siyasetçi ise bence Muharrem İnce. Eğer Gül aday olursa, İnce bir hayli oy toplar ve seçim ikinci tura kalır. Fakat, aylarca “ha Abdullah Gül ha Tayyip Erdoğan” diye kampanya yapmışsanız, ikinci turda kitleyi nasıl Gül’e oy vermeye ikna edeceksiniz? İnsanlar “tatava yapacaktır” ya da en hafifinden sandığa gitmeyecektir.
Yani, o muhteşem aday hiçbir yerde yok. Ben, muhalefetin eski bir bürokratta ya da kimsenin “asla istemiyorum” demeyeceği bir siyasetçide birleşmesi gerektiğini düşünüyorum. Aday gösterilecek kişideki temel kriter herhangi bir kesimin kategorik itirazına uğramaması olmalı.
MUHALİF LİDERLER ERDOĞAN’LA AYNI ANDA MİTİNGLER YAPSALAR NASIL OLUR?
Bunu sağlayabilmenin en iyi yolu da herkesin partisine oy vermesinden geçiyor. Peki, bu nasıl olacak? Sağlık durumu elverdiği ölçüde Erdoğan, miting üstüne miting yapacaktır. Şimdi düşünelim, seçime diyelim elli gün var ve Erdoğan, Trabzon’da miting yapıyor. Erdoğan’ın karşısına aynı gün Konya’da Ahmet Davutoğlu, Bursa’da Ali Babacan, Kırşehir’de Meral Akşener, Eskişehir’de Kemal Kılıçdaroğlu, Ordu’da Gültekin Uysal, Hakkari’de Mithat Sancar, Sivas’ta Temel Karamollaoğlu, İzmir’de TİP çıksa… Ve, her gün bu 1’e 7-8 oranı Türkiye’nin çeşitli yerlerinde sürekli tekrarlansa seçmende hangi ittifakın daha güçlü olduğu intibaı uyanır? Üsküdar’da Erdoğan’ın bir mitingine karşı beş miting yapılırsa ve her parti kendi seçmenini alana çağırarak mobilize ederse, bunun suya atılan taş gibi dalga dalga yayılan bir etkisi olmaz mı? Düşünsenize, Aydın’da Erdoğan’ın bir mitinginin karşısında CHP, DEVA, Gelecek, İYİ, Demokrat, Saadet, HDP… Hepsi birkaç günde bir miting yapıyorlar ve aynı adayı işaret ediyorlar. Kendilerinin daha güçlenmesi için aynı adayı gösteriyorlar. Daha önce denenmemiş bir şey ve ben çok etkili olacağını düşünüyorum. Nasıl aynı reklamı bir kez görürseniz gidip almazsınız ama bir süre görürseniz ona gidersiniz. Bu da, zaman farkı olmakla birlikte, aynı.
Peki, bu insanlar mitingde ne söyleyecekler? Kitleleri nereye doğru kanalize edecekler? Cevabı basit: Daha önceden açıklanan altı-yedi maddelik bir manifestoya. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Modeli’ne ne zaman ve nasıl geçilmesinin planlandığı, geçiş hükümetinin nasıl olacağı gibi maddeler uzlaşıldıktan sonra gerisi çok da zor değil çünkü insanlara “şuna oy ver” demeyeceksin. Ekmeleddin İhsanoğlu seçimi farklıydı. Sembolik olacaksa “ekmek için Ekmeleddin” hatalı bir slogandı, daha en başından tenakuz yaratıyordu, ayrıca ne ekonomi bugünkü haldeydi ne sistem böyleydi ne salgın vardı ne de AKP’den böylesine sert kopuşlar yaşanmıştı. Bugünkü şartlar, Ekmeleddin İhsanoğlu benzeri bir adayda uzlaşmayı çok daha kolaylaştırıyor. Su, 100 derecede kaynar evet ama eğer basıncı sabit düşünüyorsanız. Dış etkenleri değiştirirseniz su 95 derecede de kaynayabilir. Dolayısıyla, “biz geçen sefer baktık, 95 derecede su kaynamıyormuş,” demek anakronizme düşmek manasına gelir.
Bir başka iddia da Türkiye’de kitlelerin mutlaka bir liderin peşinden gittiği. Bunda hemfikirim ama ben zaten başka bir şey önermiyorum. Herkes, kendi liderinin peşinden, kendi düşüncesinin iktidara gelmesi için “tabanı olmayan” bir adayda birleşecek. Esas “yürütmenin başının kim olacağının seçimi” bir sonraki seçim olacağı için bir Gelecekli, CHP’li veya HDP’li kendi partilerine oy verecekler. Kendi tuttukları partilerin, savundukları değerlerin iktidara gelebilmesi için parlamenter sisteme ihtiyaç duyuyorlar çünkü küçük ve yeni partilerin bu sistem sürdüğü müddetçe iktidara gelme şansları sıfır. Yok. Bunu halka anlatmanın da hiç zor olmadığı kanısındayım.
DEVA ve Gelecek’i öne alalım. Davutoğlu’nu beklerken Gelecek Partisi’nden bir yetkili şöyle bir soru attı ortaya: “Sizce, Konya’da kaçıncı parti çıkarız?”
Benim cevabım, Davutoğlu’nun bütün stratejisini “1-0” oyunu olarak kurguladığı şeklinde. Eğer teoriyi pratiğe geçirebilirse, Gelecek Partisi Türkiye’yi yönetmeye en büyük adaydır. Ama bunun ne ölçüde pratiğe geçebileceği tartışmalı. AKP, 2019 yerel seçimlerinde -Konya için yerel ya da genel seçim çok fark etmediğinden sonuncuyu baz alıyorum- Konya’da 70.53 almış. İYİ ise 20.20. Saadet’in oyu ise 4.11 olmuş. Toplayınca 95 ediyor. Gelecek de DEVA da bu seçimlerde Konya’yı yönetmeye adaylar. Soru şu: Tayyip Erdoğan’ın seçimleri kaybedeceği anlaşıldığında Konya’daki seçmen nereye gidecek? Başını çevirdiğinde kimi görecek? Konya’nın Karatay’ını ele alalım. AKP, 77 almış. BBP ise 6. Eğer, Ahmet Davutoğlu, bu tabanı “davayı ben sahipleniyorum ama dava dediğimiz ilkeler bütünüdür, bir insanın şahsı değildir,” önermesine ikna edebilirse oylar blok blok Gelecek’e akar. Bu durumda da Gelecek bence sandıktan birinci parti çıkar. Bu da hemen olmaz. Seçime birkaç ay kalana kadar, hatta mitinglerin yarısı tamamlanana kadar sürer. Parti kaybediyorsa teşkilatı bir arada tutmak ve motive etmek mümkün değil çünkü. Gelecek, Konya’da birinci parti çıkacaksa Türkiye’de sistem de değişmiş demektir. Artık Anadolu sarıya değil başka renklere boyanır. Çınar yeşiline, damla laciverdine, biraz da turkuaza…
Eğer Davutoğlu seçmeni ikna edemezse, bu kez oylar ya DEVA’ya gitti ya da Tayyip Erdoğan bir şekilde radikal hamlelerle AKP’ye en zor seçim zaferini kazandırdı demektir.
Ahmet Davutoğlu, iddiasını saklayan biri değil. “Benden her şey olur, düşük profil olmaz,” onun sözü. Çözümlemeleri, hayata bakışı hep büyük bir iddia taşıyor. New York Times muhabiri ortak adaylıkla ilgili sorunca, “Bir işe girersem, sonuna kadar giderim. Akademisyen olunca profesör olmam diye bir gün alımdan geçirmedim,” dedi. Bu seçimde değil ama partisiyle birlikte bir sonraki seçim için en büyük aday olduklarını “anketlere, manşetlere ve ambargolara rağmen iktidara geleceğiz” diyerek vurguladı.
DAVUTOĞLU VE BABACAN BİRLİKTE DAHA GÜÇLÜ DEĞİLLER
Görebildiğim kadarıyla, Ahmet Davutoğlu’na da Ali Babacan’a da büyük teveccüh var. Yani, seçmen kararsız. Ama kime gitmeyeceğini kafasında kararlaştırmış gibi. Belki bir arada olacaklarından daha büyük bir etki yapıyorlar şu anda. Henüz anketlere yansımasa da bunu görmek mümkün.
Ahmet Davutoğlu, “1-0 oyunu” kuruyor. Bu çok büyük risk içeren bir oyun. “Ya hep ya hiç” demiş oluyorsun. DEVA, daha merkeze oynayan bir parti görünümündeyken Davutoğlu öyle değil. Yanında Selim Temurci, Selçuk Özdağ, İsa Mesih Şahin gibi isimlerle “temiz kalmış AK Parti” olduğunu ilan ediyor
Davutoğlu’nun arkasında çok büyük kalabalık vardı. Yerel basın, ulusal basın, yabancı basın… Yine bütün teşkilatlar oradaydı. Davutoğlu’nun “1-0 oyunu” parlamenter sisteme geçişe yönelik. Ama o güne kadar da teşkilatları bugünkü gibi canlı tutabilmek için bu seçim büyük önem arz ediyor. Aynısı, DEVA için de geçerli ama orada bu kadar keskin bir siyaset tarzının benimsendiğini düşünmüyorum.
Ama bu partiler bu kadar iddialılarsa şayet, ki öyleler, o zaman kitleleri kendileri için en iyi aday olan o “partisiz, tabansız, partiler üstü” adaya oy vermeye rahatlıkla ikna edebilirler. Siyasi açından tabanı olmayan ama saygın bir Cumhurbaşkanı, ülkeyi yönetmek için birbirinden güçlü, rekabet içindeki partiler… Sadece politika konuşan bir halk, bunu kolayca anlayacaktır ve kendi partisinin ve liderinin selameti için gönül rahatlığıyla gidip o adaya oy verecektir.
Aday tartışmasına böyle yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. Gelecek için de Konya’da üçüncü parti olamaz diyorum. Ya hep ya hiç. Ya birinci ya hayal kırıklığı.
Seçim yaklaştıkça bu konulara sık sık döneceğimizi tahmin ediyorum.