Dar pencereler: Türkiye'de İşin Geleceği
20 farklı sektörde faaliyet gösteren 563 şirketin incelendiği araştırmanın sonuçlarına göre, Türkiye’deki şirketlerin yalnızca yüzde 12’si teknolojik açıdan geleceğe yatırım yapıyor. Diğerleri ise sadece günü kurtarıyorlar…
Kısa vade odaklılık… Bireysel, toplumsal ve hatta küresel boyutta pek çok problemimizin kaynağı olarak görülebilecek bu sorun, aslında bize yaşayabilmek için günü kurtarmak zorunda olduğumuz çağların ve evrim sürecinin bir armağanı. Bazı kodlamalar devrimlerle aynı hızda güncellenmiyor ve özellikle bazı kültürlerde, varlıklarını çok daha uzun süre devam ettirebiliyorlar. Her bağlamda ve seviyede hayatlar üzerinde ağır etkiler bırakma potansiyeline sahip olan bu değişken, iş dünyasında şirketlerin hayatta kalabilme savaşının belirleyicilerinden biri. Özellikle de her şeyin geçmişle kıyas götürmeyecek bir hızda dönüştüğü günümüzde…
Son yılların en önemli ve popüler araştırma alanlarından biri olan İşin Geleceği (Future of Work) önce teknolojik kırılımın, ardından da pandeminin etkisinde kalan türbülanslı dünyamızda oyunu değiştiren yeni değişkenleri ve profesyonel anlamda bireylerin ve şirketlerin nasıl hayatta kalabileceklerini ortaya çıkarmayı amaçlıyor. Bu ortamda bireysel ve kurumsal boyutta geleceğimizi nasıl şekillendirmeliyiz? Kendimizi nasıl korumalı ve konumlandırmalıyız? Geleceğin belirsizliklerle dolu dünyasında bireysel ve kurumsal olarak nasıl ayakta kalır, hedeflerimize nasıl ulaşırız?
“İŞİN GELECEĞİ TÜRKİYE” ARAŞTIRMASI BULGULARI
Bu soruların cevaplarını bulmak üzere Dünya Ekonomik Forumu, OECD ve ILO başta olmak üzere pek çok kurum ve şirket son beş yıldır küresel ölçekte araştırmalar yapıyor ve raporlar yayımlıyorlar. Buna karşın Türkiye özelinde kapsamlı ve sistematik olarak yapılan araştırmalara rastlayamıyoruz. Bu çok önemli açıktan yola çıkarak 2020 yılında Türkiye’nin ilk “İşin Geleceği” araştırmasını gerçekleştirmeye ve mevcut duruma ışık tutmaya karar verdik. 20 farklı sektörde faaliyet gösteren 563 şirkete ulaşarak, geleceğin Türkiye'sinde ihtiyaç duyulacak teknolojileri, becerileri ve bu dönüşümü sağlamak üzere uygulanmakta olan ve uygulanması gereken stratejileri ortaya koymayı hedefledik. Bunun yanında amacımız, varmak istediğimiz nokta ile bulunduğumuz konum arasındaki farkı tespit etmekti. Beklentilerimizle uyumlu bir biçimde, gidecek çok yolumuz olmasına karşın günü kurtarma çabalarımızın içinde geleceği bir kenara bıraktığımızı gördük. Şaşırtıcı bir sonuç olmamakla birlikte, harekete geçilmemesi durumunda ekonomik ve insani kalkınma hedeflerimiz açısından oldukça ağır sonuçları olabilecek bir durumdan bahsediyoruz.
Çalışmamıza katılan şirketlere yönelttiğimiz ana sorulardan ilki, 2025 yılına kadar iş süreçlerine entegre etmeyi planladıkları ilk 10 teknoloji oldu. Bu teknolojiler arasında ilk sıraları büyük veri analitiği, bulut bilişim, özellikle nano teknolojiyle hayatımıza giren yeni materyallerin kullanımı, makine öğrenmesi ve şifreleme ve siber güvenlik gibi teknolojiler alıyor. Blokzincir ve biyoteknoloji gibi derin kırılımlar yaratması beklenen teknolojiler ise şu anda listenin alt sıralarında; zira bu teknolojilerin “uygulanabilmesi ve ticarileştirilebilmesi” için gerekli olan teknik ve hukuki altyapı ve bilhassa zihniyet açısından kat etmemiz gereken oldukça uzun bir mesafe var.
Katılımcı şirketlere uygulamayı planladıkları bu teknolojilere dair yatırımlarının ne düzeyde olduğunu sorduğumuzdaysa düşündürücü bir yanıt aldık. Şirketlerin yalnızca %12’si 2025 yılına kadar iş süreçlerine entegre etmek istedikleri teknolojiler için şimdiden yatırım yaptıklarını ifade ettiler. Bu tablodan şirketlerin hangi teknolojilere ihtiyaç duyacaklarına dair farkındalığa sahip oldukları, ancak henüz somut adımlar atmaya başlamadıkları sonucu çıkıyor. Oysa eksponansiyel hızla ilerleyen teknolojik dönüşüm çağında geç kalmanın maliyeti oldukça yüksek. Bu noktada şirketlerin üst yönetimlerinin vizyonu ve ısrarı, gerekli dönüşümün sağlanmasında anahtar rol oynuyor. Ancak son derece haklı gerekçelerle özellikle pandemi ve takiben ağırlaşan ekonomik kriz ortamında günü kurtarmaya odaklı yönetici ve yatırımcılar bu hayati meseleyi mümkün olduğunca ötelemeye çalışıyorlar.
YETKİNLİK DÖNÜŞÜMDE NEREDEYİZ?
Geleceğin iş dünyasına ilişkin araştırmaların en can alıcı noktalarından biri elbette gelecekte ihtiyaç duyulacak beceri setlerinin tespiti. Yeni nesil becerilerin işgücüne kazandırılması ve yetkinlik yönetimine ilişkin strateji ve sistemlerin geliştirilmesi, şirketlerin ve ülkelerin rekabetçi gücünü belirleyecek ana unsurlardan biri. Çalışmaya katılan yöneticilerin 2025 yılına kadar yükselişte olacağını düşündükleri öncelikli beceriler arasında teknik becerilerin yanı sıra, esneklik, öğrenmeye açık olma, eleştirel düşünme, öz kontrol ve yönetim becerileri gibi sosyal beceriler de ön plana çıkıyor. Geçtiğimiz yıl büyük zorluklarla adapte olduğumuz pandemi hayatında şirketlerin geliştirdikleri en önemli farkındalıklardan biri de beşeri sermayeye yapılan yatırımların önemi oldu. Araştırma bulguları da bu farkındalık artışı ile paralellik gösteriyor. Şirketlerin %72'si 2025 yılına kadar çalışanlarının tümüne yeniden beceri kazandırma (re-skilling) ve beceri geliştirme (up-skilling) eğitimleri vermeyi planladıklarını belirtiyorlar. Öte yandan, bir diğer dikkat çekici konu da cevaplayıcıların %75'inin beceri kazanma konusunda bireyin rolünün şirketlerin rolüne kıyasla daha ağırlıkta olduğunu ifade etmeleri. Bu noktadan hareketle yeni nesil becerilerin kazanılması ve geliştirilmesinde ana sorumluluğun bireye atfedildiğini söyleyebiliriz. Bu noktada sorulması gereken kilit sorulardan biri şu: Eğitim sistemimizin ve şirketlerin yetkinlik gelişimi konusunda inisiyatifi neredeyse tamamen bireye bıraktıkları bir ortamda, bireyler kendilerinden beklenenin farkında mı? Gerekli aksiyonları alıyorlar mı, daha önemlisi, alabiliyorlar mı?
Derin teknolojik, ekonomik, sosyal ve kültürel kırılımlar etkisinde hızla kabuk değiştiren iş dünyasında, teknolojik adaptasyon hızının şirketlerin ve ülkelerin oyunda kalabilmesinin ana belirleyicilerinden biri olduğunu görüyoruz. Birkaç kelimeyle özetlemek gerekirse bu dünya hızlı, çevik, esnek ve adaptasyon kabiliyeti yüksek kişi ve kurumların dünyası olacak. Bu konumlandırmaya uyum sağlayabilmek ve gerek teknolojik dönüşüm gerekse beceri dönüşümünün stratejik yönetimi için veri bazlı, güncel ihtiyaçlara cevap verebilecek şekilde tasarlanmış sistemlerin ve organizasyonel yapıların kurgulanması ve hızla hayata geçirilmesi hayati önem taşıyor. Realitede ise şirketlerin ve bireylerin günümüz koşullarında mücadele etmek durumunda oldukları sorunlar, bu çok önemli konuları gündemin çok dışında, tali konular olarak değerlendirilen bir konuma indirgiyor. Uzun süredir dikkat çekmeye çalıştığımız nokta açısından, haklı gerekçelerle, olmamız gereken konumun çok dışında, uzağındayız. Teknolojik dönüşüm içinde bulunduğumuz dönemin kurtuluş savaşıdır. Gereken önemi vermek bir tercih değil, bir hayat memat meselesidir.