Danıştay’da Türkiye’nin hakkını savunan kadınlar

Abone Ol
Yargının içler acısı bir halde olduğu bu dönemde, Danıştay savcısı Aytaç Kurt’un İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin iptalini talep etmesi tarihi elbette.

Loading...

2022’nin şimdiye kadarki en önemli olaylarından biri, kadınların Danıştay’da haklarına İstanbul Sözleşmesi üzerinden sahip çıkmasıydı. 23 Haziran’da da, Danıştay’ın 10. Dairesi’nde İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline karşı açılan 18 davanın, dördüncü ve son duruşması gerçekleşti. Türkiye’de, yargının bu kadar içler acısı bir halde olduğu bir dönemde, Danıştay savcısının, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin iptalini talep etmesi de tarihi elbette. Savcı Aytaç Kurt, 7 Haziran’daki duruşmada da, iptal talebinde bulunmuştu.  Kurt, bu duruşmada da talebini yineledi. Mahkeme heyeti, kararın 20 Temmuz'daki adli tatil öncesi tebliğ edileceğini açıkladı. Türkiye’de yargının siyasi gücü değil, hak ve özgürlükleri önceleyeceği bir dönüm noktası yaşanabilecek mi? Bunun yanıtını yakında alacağız. Ancak, şimdiye kadarki tüm bu süreç, aslında kadınların, sadece kendi haklarını değil; Türkiye’nin haklarını savunduğu bir dönüm noktası zaten. Barolardan, diğer meslek örgütlerinden, siyasetin iktidar dışındaki başlıca tüm partilerinden, sivil toplumdan kadınların bir araya gelerek İstanbul Sözleşmesi’ne hukuk yoluyla sahip çıkması, her dört duruşmada da Danıştay’da görülmemiş bir kalabalık oluşturmaları ve elbette ki, yapılan konuşmalar ve savunmalar, Türkiye’nin üzerindeki ölü toprağını süpürdü attı. Tüm bu duruşmalarda, siyasi ve sosyal bakımdan çok farklı duruşları olan kadınlar; tüm gün boyunca, kadın cinayetlerini, kadınlara yönelik şiddeti, mağdurları ve Türkiye’de kadın haklarına ilişkin meselelerin şiddet boyutunu konuştular. Hukuku esas alarak haklarını aradılar. Ve bunun ötesinde, Danıştay’ı sadece kadınların değil; cinsel kimlikle ilgili tüm sorunların tartışıldığı bir agora haline dönüştürdüler. Kocaeli Barosu’ndan avukat Nuriye Yılmaz, 23 Haziran’daki duruşmada söz aldığında "Ben sadece avukat değil, şiddet mağduru bir kadınım. Ben yoğun şiddete maruz kaldığım dönemde İstanbul Sözleşmesi yoktu. Eğer olsaydı belki de maruz kalmayacaktım” diyordu örneğin. Kadın Cinayetlerini Durduracağınız Platformu Genel Temsilcisi Gülsüm Kav ise, "Bu kadar önemli bir hakkı bu kadar küçük bir alana sıkıştırıyorlar ya bizi; dünya çapındaki haklarımızı ve mücadelemizi bizi burada sıkıştırarak ortadan kaldıracağınız sanmayın. Sözleşmeye karşı olan çok küçük bir azınlık, çoğunluk biziz ve bu evrensel bir haktır. Siz kadınların hayatını bu kadar zorlaştırmamalısınız, bu çok büyük bir hata ve vebal. Sözleşmeden el çekildiğinden beri her gün nasıl haberlere uyanıyoruz?" diyordu. Ki, bu haberlerden birinin de, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği’nin kendisine “ahlaka aykırı faaliyet yürütmek” gerekçesiyle dava açılmasıydı. 1 Haziran’da ilk duruşması görülen bu kapatma davasının ikinci duruşması da, 5 Ekim’de görülecek. “SIRADA NE VAR?" Eşitlik İçin Kadın Platformu’ndan  (EŞİK) ve İstanbul Barosu’ndan, duayen kadın hakları aktivisti avukat Hülya Gülbahar’ın üzerinde ısrarla durduğu çok önemli bir nokta, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkışla Meclis’in yetkilerini gasp edildiği.
İstanbul Sözleşmesi feda edilip bir içtihat oluşturursa; Cumhurbaşkanlığı dilediği uluslararası anlaşmadan, taahhütten istediği gibi çekilirse sırada ne var?
"İstanbul Sözleşmesi hukukta etkili cezalar getirecek bir uygulamadır. Sırada ne var? Lanzarote Sözleşmesi var. Birleşmiş Milletler’in (BM) İşkence Sözleşmesi bile var. Hatta Montrö’ye kadar gider bu iş” diyor Gülbahar. Lanzarote Sözleşmesi’nin, “Çocukların Cinsel Suistimal ve Cinsel İstismara karşı Korunmasına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olduğunu da anımsatalım bu arada… Hakikaten de, İstanbul Sözleşmesi feda edilip bir içtihat oluşturursa; Cumhurbaşkanlığı dilediği uluslararası anlaşmadan, taahütten istediği gibi çekilirse sırada ne var? DANIŞTAY, HAKLARIN TARTIŞILDIĞI “AGORA” OLUNCA… “Kadınlar, Danıştay’ı kadına şiddet ile ilgili tüm sorunların tartışıldığı bir agora haline dönüştürdüler” demiştim.  Gündemdeki kadın mağdurlar ve kadına şiddet odaklı davalar da konuşuldu Danıştay’daki duruşmalarda. Canlı canlı yakılarak öldürülen Pınar Gültekin’in davasında, failin cezasında “indirime” gidilmesi de Danıştay’daki kadınların gündemindeydi. Eşitlik İçin Kadın Platformu’nun (EŞİK) yaptığı açıklamada şöyle deniyordu: Hukuksuz kararın yargı erki üzerindeki olumsuz baskısını Pınar Gültekin kararında gördük. Faile yine erkeklik indirimi verildi. Suça yardım ve yataklık edenler kayırıldı. Dava süresince, yaşam hakkı ihlal edilen kadının yaşam tarzı sorgulandı.  İstanbul Sözleşmesi hükümlerince ortadan kaldırılması gereken yanlış alışkanlıkların, davanın sürecine egemen olduğu görüldü; sonuç da şiddetle mücadele ilkelerine ve İstanbul Sözleşmesi’ne muhalif, toplum vicdanını yaralayan adaleti öldüren bir karar oldu ne yazık ki! Hukuksuz çekilme kararının iptali istemiyle açılan davaların esastan görüşüldüğü duruşmalar sürecine rastlayan Pınar Gültekin kararı, aynı zamanda sözüm ona şiddetle mücadele ŞOVU için yapılan yeni GÖSTERMELİK TCK DEĞİŞİKLİKLERİ sonrası verilen ilk kararlardan birisi olma özelliğine sahip. Eril şiddetle mücadele şiddetin önlenmesi ancak mağdurun korunması, failin etkin kovuşturulması ve şiddeti durdurmak için bütüncül politikalar geliştirilmesiyle mümkün. Sanık Cemal Metin Avcı’ya verilen ödül gibi cezanın ve delil karartan, yardım ve yataklık eden aile üyelerine verilen beraat kararının ÜST MAHKEME süreçlerinde bozularak adaletin sağlanması için tüm kadınların sonuna kadar mücadele edeceğini bir de buradan duyuruyoruz. “Yaşamla ölüm arasında bir tercih” Davaları takip edenler arasında, CHP Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka ve CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel de vardı. 3 Haziran’daki duruşmada Özgür Özel, “Eğer siz bu kararı bir an önce vermezseniz, bu işi Anayasa Mahkemesi’ne bırakırsanız, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bırakırsanız, biz bu davayı oralarda kazanırız ama o günlere kadar çok fazla kadının ölümünden, kadın cinayetlerinden sorumlu olursunuz” demişti. Aylin Nazlıaka da, “Çıkacak olan karar, yaşamla ölüm arasında bir tercihtir” ifadesini kullanmıştı. İşte, Danıştay’ın kararı tam da öyle bir karar olacak: yaşamla ölüm arasında… Kadınların yaşaması ve öldürülmesi arasında bir tercih.